Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Filistin’de Yargılama Yetkisi ve İlişkili Gelişmeler
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı’nda Milletlerarası Hukuk Öğr. Üyesi ve Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ın Araştırmacı-Yazarlarından Prof. Dr. Yücel ACAR, kaleme aldığı “Netanyahu’nun Tutuklanması Talebinin Hukuki Yansımaları” başlıklı yazısında, UCM’un • Netanyahu’nun tutuklanması talebinin içeriği nedir? ve • Netanyahu’nun yakalanmasına dair ne tür öngörülerde bulunulabilir? konusunda ön bilgi veriyor.
Prof. Dr. Yücel ACAR yazısında, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Filistin’de Yargılama Yetkisi ve İlişkili Gelişmeler konusunda yaptığı değerlendirmede, Filistin devletinin 1 Ocak 2015’te UCM’den 13 Haziran 2014’ten bu yana herhangi bir bitiş tarihi olmaksızın “işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere” Filistin ülkesinde suç işleyenlerin soruşturulmasını ve yargılanmasını talep etğini ve böylelikle mahkeme savcısının 13 Haziran 2014’ten itibaren Filistin topraklarında işlendiği iddia edilen suçları incelemeye başladığını dile getirdi.
UCM’NIN FILISTIN’DE YARGILAMA YETKISI VE İLIŞKILI GELIŞMELER
Filistin devletinin aynı yılın Mayıs’ında UCM kurucu anlaşmasına taraf bir devlet haline geldikten sonra savcının, incelemelerini taraf bir devletin ülkesine dair inceleme şeklinde yürütmeye başlattığını hatırlatan Prof. Dr. ACAR, “Ancak savcı için hallolması gereken ilk sorun Filistin ülkesinin önemli bir kısmının İsrail işgali yani İsrail kontrolü altında olduğundan inceleme ve soruşturma yetkisinin buraları da kapsayıp kapsamadığının belirlenmesi olmuştur. Savcı bu duruma dair görüş almak için 1 numaralı Ön Yargılama Dairesine görüş sormuş; Daire 5 Şubat 2021’de Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze de dahil olmak üzere mahkemenin yargı yetkisinin Filistin’in işgal altındaki topraklarını da kapsadığına karar vermiştir. Bu karar üzerine savcı 3 Mart 2021’de Filistin devletindeki duruma ilişkin soruşturmanın açıldığını duyurmuştur” dedi.
Prof. Dr. Yücel ACAR , bu bağlamda UCM’nin yargı yetkisinin İsrail’in Gazze’ye 8 Ekim 2023’ten bu yana gerçekleştirdiği saldırıları da kapsadığını belirterek, şunları söyledi:
“Savcı yakalama talebine dair açıklamasında bu yetkisinin 8 Ekim’den bu yana artan şiddet olaylarını da içerdiğini, aynı zamanda UCM’ye taraf devletlerin vatandaşları ve taraf devlet olmayanların vatandaşları tarafından Filistin topraklarında işlenen suçlar üzerinde de yargı yetkisine sahip olduğunu vurgulayarak Filistin topraklarında suç işlediği iddia edilen herkesin soruşturulacağını belirtmiştir.
Nitekim soruşturmalarla Gazze’deki saldırılar bağlamında elde edilen deliller üzerine savcı 20 Mayıs 2024’te Netanyahu hakkında 1 numaralı Ön Yargılama Dairesine başvurarak yakalama kararı talep etmiştir”.
UCM SAVCISININ YAKALAMA KARARI TALEBI
(SETA) Araştırmacı Yazar Prof. Dr. ACAR , “Belirtildiği üzere bir şüphelinin yargılanabilmesi için UCM önüne şahsen çıkarılması gerekmektedir. Mahkeme bugüne kadar yürüttüğü ve yürütmekte olduğu soruşturma ve yargılamalarda daha önce de lider düzeyinde yakalama kararları çıkartmıştır. 2011’de Libya lideri Muammer Kaddafi için “insanlığa karşı suç işlemek” iddiasıyla yakalama emri çıkarmış, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir hakkında işkence ve zorla yerinden etmeye kadar farklı suçlamalarla 2009 ve 2010’da iki ayrı yakalama emri çıkarmıştır. Yaklaşık bir yıl önce de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova için yakalama emri çıkarmıştır” dedi.
“İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savcı tarafından talep edilen yakalama kararı kabul edilirse başta ABD olmak üzere Batı’nın yakın müttefiki olarak görülen liderler hakkında ilk kez bir yakalama kararı çıkmış olacaktır” diyen Prof. Dr. ACAR , şöyle devam etti:
“Savcı, UCM’nin Yargılama Öncesi Dairesine sunduğu başvurusunda yönelttiği suçlamaların ve yakalama kararı talebinin dayanaklarını oluşturan kanıtların nasıl elde edildiğini de açıklayarak soruşturmasının adil ve tarafsız olduğunu vurgulama gereği hissetmiştir. Zira İsrail ve ABD’den ara ara yapılan açıklamalarla hem şahsen mahkeme savcısının hem de soruşturmaların “itibarsızlaştırılmaya” çalışıldığı açıkça görülmektedir.
Bu bağlamda savcı, kanıtları “hayatta kalanlar ve görgü tanıklarıyla yapılan görüşmeler, doğrulanmış video, fotoğraf ve ses materyalleri, uydu görüntüleri ve fail olduğu iddia edilen grubun ifadeleri” olarak belirtmiştir.
Görüldüğü gibi savcı mevcut delillerin esasen somut ve yalanlanamayacak derecede birincil kaynaklardan elde edildiğini ifade etmiştir. Ancak bu delillerin nasıl yorumlandığı meselesinin de sorgulanabileceği varsayımı ile delillerin değerlendirilmesine dair bir açıklama da mevcuttur.
Savcı yapılan başvurunun “bağımsız ve tarafsız bir araştırmanın sonucu” olduğunu, “suçlayıcı ve aklayıcı delillerin eşit şekilde araştırılarak” değerlendirildiğini ve “iddiaları gerçeklerden ayırarak ve delillere dayanarak” titizlikle hazırlandığını vurgulamaktadır”.
Savcının ek bir önlem olarak bu yakalama emri başvurularıyla ilgili delil incelemesi ve hukuki analizleri desteklemek üzere tarafsız bir grup olan uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası ceza hukuku alanında çok saygın uzmanlardan oluşan bir panelin tavsiyelerinin de alındığını belirttiğini söyleyen Prof. Dr. ACAR , şunları aktardı:
“Panelde eski Temyiz Yargıcı ve eski UCM Hakimi Adrian Fulford, Uluslararası Barolar Birliği İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Helena Kennedy, Birleşik Krallık Dışişleri ve eski Milletler Topluluğu Ofisi Hukuk Danışmanı Yardımcısı Elizabeth Wilmshurst, suç, hukuki sorumluluk, insan hakları ve kamu hukuku üzerine uzman Danny Friedman ve iki özel danışman (Amal Clooney ve Yargıç Theodor Meron) yer almıştır. Savcı, bu bağımsız uzman analizinin yapılan başvuruları desteklediğini ve güçlendirdiğini ifade etmiştir.”
Tüm bunların sonucunda savcının Netanyahu ve Gallant’a yönelttiği suçlamaların dikkat çekici olduğunu belirten Yazar Prof. Dr. ACAR, Savcının bu suçlamaları UCM kurucu antlaşmasının ilgili maddelerini belirterek şu şekilde sıraladığını aktardı:
• Savaş suçu niteliğine sahip bir savaş yöntemi olarak sivillerin aç bırakılması
• Kasten büyük acıya veya vücut veya sağlığa ciddi zarar verilmesine veya savaş suçu olarak zalimce muameleye neden olunması
• Kasten öldürme veya savaş suçu olarak cinayet
• Savaş suçu olarak saldırıları kasıtlı olarak sivil nüfusa yönlendirme
• İnsanlığa karşı suç olarak –açlıktan kaynaklanan ölümler de dahil olmak üzere– imha ve/veya cinayet • İnsanlığa karşı suç olarak zulüm yapma
• İnsanlığa karşı suç olarak kabul edilebilecek diğer insanlık dışı eylemler
(SETA) Araştırmacı Yazar Prof. Dr. ACAR , İlgili maddelerde İsrail’in hedeflemiş olabileceği askeri neticelerin ne olursa olsun Gazze’de bu hedeflere ulaşmak için seçtiği araçların ve yöntemlerin her birinin suç oluşturduğu vurgulandığını hatırlatarak, Savcının insanlığa karşı suçların İsrail devlet politikası uyarınca Filistinli sivil nüfusa yönelik yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiğini ifade ettiğini açıkladı.
Prof. Dr. Yücel ACAR , bu noktada silahlı çatışmalar esnasında sivillere yönelik saldırıların “yaygın ve sistematik” olmasının bu eylemleri “savaş suçu” olmanın da ötesine geçirerek “insanlığa karşı suçlar” kategorisine taşıdığının vurgulanması gerektiğini dile getirdi.
“Dolayısıyla savcı sivillere yönelik saldırıların sistematik olduğunun altını çizerek bu eylemlerin insanlığa karşı suçlar olduğunu ortaya koymaktadır” diyen Prof. Dr. ACAR , “Ayrıca bu suçların günümüzde de devam ettiğini ifade etmektedir. İsrail’in açlığı sistematik bir savaş aracı olarak kullanıldığına özel bir vurgu yapılmaktadır” dedi.
“Açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılmasının yanı sıra Gazze’deki sivil nüfusa yönelik diğer saldırılar ve toplu cezalandırmanın etkilerinin “akut, görünür ve yaygın” olarak bilindiğini ve bu durumun yerel ve uluslararası dahil olmak üzere Savcılık Ofisinin görüştüğü çok sayıda tıp doktoru ve diğer tanıklar tarafından da doğrulandığı vurgulanmıştır” diyen Prof. Dr. Yücel ACAR , şöyle devam etti:
“Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in iki aydan fazla bir süre önce dikkat çektiği ve “tamamen insan yapımı bir felaket”in sonucu olarak “Gazze’de 1,1 milyon insan şimdiye kadar her yerde ve her zaman kaydedilen en yüksek insan sayısı olarak yıkıcı bir açlıkla karşı karşıyadır” dediği de vurgulanmıştır.
Açlığın yetersiz beslenmeye, susuzluğa, derin acılara ve bebekler, çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere Filistin halkı arasında artan sayıda ölümlere yol açtığı belirtilmiştir.
Savcı “Bir savaş yöntemi olarak açlığın ve insani yardımın reddedilmesinin Roma Statüsü suçları teşkil ettiğinin özellikle altını çizdim. Daha
açık olamazdım” ifadelerini de kullanmıştır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde bazı olumlu ve olumsuz sayılabilecek sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce İsrail başbakanı ve savunma bakanı hakkında yakalama talebi ve bu talebin somut delillerle desteklenmiş ciddi suçlara dayandırılması önemli bir aşamaya işaret etmektedir.
Bu bağlamda savcının “Eğer hukuku eşit şekilde uygulama kararlılığımızı göstermezsek, seçici bir şekilde uygulandığı görülürse, onun çökmesine zemin hazırlamış oluruz” vurgusu önem arz etmektedir. Savcı bu ifadesiyle esasen İsrail’e de hukukun uygulanması gerektiğinin altını çizmektedir.
Savcının, İsrail’in sivillere yönelik saldırılarını “yaygın ve sistematik saldırılar” olarak nitelemesi önemli bir tespittir. Bir silahlı çatışmada sivillere münferit saldırılarla zarar verilmesi ya da dikkatsizlik ve özensizlikle sivillerin ölümüne yol açılması yahut belirli türden yasak silahların kullanılması gibi eylemler savaş suçları oluştururken bu eylemlerin yaygın ve sistematik olarak gerçekleştirilmesi ise insanlığa karşı suçlara hatta daha da ötesinde soykırım suçuna işaret eden eylemler olarak değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda savcının talebindeki en önemli eksikliğin Netanyahu ve Gallant’a yöneltilen suçlamalar arasında soykırım suçlamasının olmamasıdır. Bunlara yöneltilen suçlamalar arasında özellikle sivillere yönelik saldırıların yaygın ve sistematik olduğu belirtilirken bunun aslında soykırım olarak da değerlendirilebileceğinin bir savcı tarafından atlanmaması gerekirdi. Özellikle de açlığın siviller üzerinde bir savaş aracı olarak kullanıldığı bu denli vurgulanmışken amacın bu insanları kısmen ya da tamamen yok etmek olabileceği ve bu nedenle soykırım suçunun kuvvetle muhtemel olduğu değerlendirmesinin atlanmaması gerekirdi.
Bu nedenle açlığın sistematik olarak kullanılması ve sivillerin sistematik olarak saldırılara hedef yapılması vurgulanmışken suçlamaları “insanlığa karşı suçlar” noktasında bırakıp soykırım ihtimalini dışarıda tutmak esaslı bir yaklaşım olmamıştır.
Bu bağlamda savcının İsrail’in saldırı ve uyguladığı diğer yöntemlerin amaçlarını “Hamas’ı ortadan kaldırmak”, “Hamas’ın kaçırdığı rehinelerin geri dönüşünü sağlamak” ve “İsrail’e tehdit olarak algıladıkları Gazze’deki sivil nüfusu toplu olarak cezalandırmak” ile sınırlandırması oldukça yüzeysel bir yaklaşım olmuştur.
Eylemlerin niteliğine bakıldığında İsrail saldırılarının amacının Gazze’de Filistinlileri kısmen ya da tamamen yok etmek de olabileceği öngörülmek durumundadır.
Savcının talebinde olumsuz kabul edilmesi gereken bir başka husus ise Hamas’a da insanlığa karşı suç isnadının yapılmasıdır. Hamas’ın eylemlerinin İsrail’in sivillere yönelik saldırılarıyla karşılaştırıldığında sistematik olmaktan uzak ve esasen olsa olsa savaş suçları
sayılacak münferit suçlar olabileceği açıktır.
Hamas’ın İsrailli sivillere yaygın ve sistematik saldırılar gerçekleştirdiğine dair ikna edici deliller bulmak zor gözükmektedir. Kaldı ki Hamas’ın esasen işgal altındaki bir ülke parçasını savunmak adına eylemler gerçekleştiren bir yapı olduğuna dair hiçbir tespitte bulunmadan Hamas liderlerine insanlığa karşı suç isnadının yapılması İsrail ve ABD benzeri ülkelerin tepkisinden çekinildiği izlenimini vermektedir. (devam edecek)
***
Yazar hakkında