Türkiye’de muhalefetin tutarsızlığı
Mayıs 2023 ayı içinde iki hafta arayla yapılan milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı 1. ve 2. tur seçimleri Türk halkının demokratik olgunluğunu bir defa daha göstermiştir. Halkımızın hem seçimlere yüksek oranda katılımı hem de büyük bir ağırbaşlılıkla oyunu kullanması ve bunu her seçimde başarması örnek bir demokratik bilincin ve birikimin eseridir. Elbette demokrasilerde sandık her şey demek değildir; ama kesinlikle çok şeydir. Bir halkın özgür bir şekilde parti ve lider tercihi yapamadığı bir rejim demokratik rejim olamaz. Bu özgür tercihi yapmanın alternatifi olmayan aracı da sandıktır. Tayyip Erdoğan’ı diktatörlükle suçlayan özellikle dış güçler bile onun sandığın belirleyiciliğine teslimiyeti karşısında bozguna uğramışlardır.
Türkiye’de çok partili demokratik düzene geçildiğinden bu yana Türkiye siyasetine iki ana akım, iki ana çizgi, iki temel kesim egemendir: Laik/Atatürkçü/sol/sosyal demokrat çizgi/akım/kesim ile muhafazakâr çizgi/akım/kesim. 1. Akım/çizgi/kesim ortanın solunu, 2. Akım/çizgi/kesim de ortanın sağını teşkil ediyor. Partiler yelpazesinde ortanın solunun solunda, ortanın sağının sağında az veya çok oy potansiyeli olan partiler yer alabiliyor. Fakat bunların çoğu kısa ömürlü marjinal partiler oluyor.
Bu ülkede çok partili demokratik düzene geçtiğimizden beri sandıktan nerdeyse her zaman muhafazakâr partiler ve liderler galip çıkıyor. Laik/sol kesimin sandıktan daha çok oy alarak çıktığı çok nadirdir. Bunun bilinen en iyi örneği 1973 genel seçimlerinde en çok milletvekilini Ecevit çıkarması ve koalisyonla da olsa iktidar olmayı başarmasıdır. Aynı Ecevit 1977 seçimlerinde de en yüksek oran olan yüzde 41,5’le 218 milletvekili çıkarmıştır. Laik/sol parti ve liderler başka seçimlerde de nispeten iyi oylar alsa bile bu oylar tek başına iktidar olmaya yetmediği gibi koalisyonun büyük ortağı olmaya da yetmemiştir.
İşte bu yüzden Atatürkçü/laik/sol kesim istisnalar dışında hep muhalefette kalmış; bu yüzden kendisine iktidar vermeyen halkı cahillikle, bilinçsizlikle, bidon kafalılıkla vb. suçlamıştır. Yaşadığımız son seçimden sonra bu suçlamalara “celladına âşık kalabalıklar” suçlaması da eklenmiştir. Merkezinde her zaman CHP’nin olduğu muhalefetin bunlar ve benzeri suçlamaları tam bir ezber haline gelmiş ve her seçimden sonra kendilerini rahatlatmak amaçlı tekrarlanmıştır. Bu rahatlama kendilerine hep iyi gelmiş; “Nerede yanlış yapıyoruz? Niçin hiç kazanamıyoruz ve hep hayal kırıklığına uğruyoruz?” diye sormak ve ezber bozmak akıllarına gelmemiştir! Mesela 2. Turda Sinan Oğan Tayyip Erdoğan’a destek verdi diye kendisini ve ailesini linçe tabi tutmuşlardır. Ama Meral Akşener’i kalktığı masaya kuzu kuzu geri döndüren, Muharrem İnce’yi istifaya zorlayan gücün nasıl bir güç olduğunu; küresel güçlerin niçin kendileriyle birlikte “Erdoğan gitsin!” koalisyonu içinde büyük bir iştiyakla yer aldığını hiç sorgulamamışlardır. PKK ve FETÖ üyeliğinden, daha doğru ifadeyle vatana ihanetten yurt dışına kaçmış hainlerin “Uçak biletlerimizi bile aldık, Kılıçdaroğlu kazanır kazanmaz Türkiye’deyiz” açıklamalarının üzerinde hiç durmamışlardır.
Bu ülkeyi yakından takip eden ileri yaşta bir vatandaş olarak benim düşüncem ise bilinçsizliğin, vizyonsuzluğun, öngörüsüzlüğün daima muhalefete ait olduğu yönünde olmuştur. Sadece bu kadar da değil, bu ülkede en çok muhalefet kesimi özgürlük ve demokrasi lafı etmiştir. Bu kavramları telaffuz ettiklerinde insan “Farklı düşüncelere ve kanaatlere nasıl da saygılılar!” demekten kendini alamaz. Hâlbuki hiçbir zaman demokrasinin ruhu olan bu saygının zerresine sahip olmamışlardır. Hiçbir zaman, ama hiçbir zaman karşı kesimi anlamaya, onlarla empati kurmaya yanaşmamışlardır. Muhafazakâr liderlere oy veren vatandaşlara bir paket makarnaya, bir kilo mercimeğe, bir çuval kömüre oyunu satanlar diye bakmışlardır. Ama o insanların Kılıçdaroğlu’nun emeklilere 15 bin lira bayram ikramiyesi vaadine hiç tenezzül etmediklerine bir açıklama getirmemişlerdir. Kısaca Türkiye’de muhalefetin kerametleri hep kendilerinden menkul olmuştur.
Son seçimlerde Tayyip Erdoğan kazanınca Azerbaycan’dan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine ve Balkanlara, oradan Orta Doğu’ya ve Afrika’ya kadar çok geniş bir coğrafyada birçok mağdur ve mazlum halk sevince gark olmuştur. Kılıçdaroğlu seçilseydi böyle bir sevinç söz konusu olabilir miydi?
Ayrıca şu nokta da kayıtlara geçirilmelidir: Bütün dünyadan görülmedik bir dikkatle izlenen Türkiye’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini Tayyip Erdoğan’ın kazanmasını başta Brezilya olmak üzere birçok ülke emperyalizmin Orta Doğu’da kontrolü kaybetmesi olarak yorumlamışlardır.
İsmail ÖZCAN & Eğitimci Yazar