Türkiye-ABD ilişkileri: Geçmişe dönüş ne kadar mümkün?
* Son dönemlerde Ankara-Washington hattında artan bir diyalog olduğu sır değil…
* F-35 programına dönüş ihtimali, yeni savaş uçakları, NATO’nun genişlemesi ve çok sayıda benzer konu masada.
*Savunma sanayii üzerinden ortak bir zemine geçilebilme ihtimali konuşulsa da uzmanlar, halen aşılması gereken ciddi bir güven bunalımı olduğu görüşünde.
UHA / İnternational News Agency
Cumhuriyet tarihi boyunca Ankara’nın bir şekilde ilişkilerini en sıkı tuttuğu başkent hangisi diye sorsak hemen hepimizin aklına Washington gelir. İki ülkenin birbirini ‘stratejik müttefik’ olarak adlandırdığı yıllar çok uzak olmasa da son 10 yılda gelinen nokta eskiyi aratmakla kalmıyor, belki de ilk kez ‘kalıcı hasar’ bu denli büyük boyutta kendini gösteriyor.
Neden bu noktaya gelindiğine dair farklı alanlarda pek çok başlık saymak mümkün. Ancak biz bu haberde geçmişten ziyade geleceğe odaklanacağız. Ve özellikle son dönemlerde Türkiye-ABD arasında artan diyalogun nasıl okunması gerektiği sorusuna yanıt arayacağız.
[Ankara-Washington hattındaki en büyük krizlerden biri ABD’nin Suriye’de terör örgütüne verdiği desteğin devam etmesi.]
“Karşılıklı güven sorunu devam ediyor”
Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kaan Kutlu Ataç, süreci yakından takip eden isimlerden biri. Türk-Amerikan ilişkilerinde bir şeyler tartışılacaksa bunun ‘karşılıklı güven sorunu’ üzerine inşa edilebileceğinden bahsediyor.
Ataç, takvimi biraz geriye sarıyor ve Suriye İç Savaşı’nın başladığı yıllara götürüyor. O dönem iki ülkenin ‘Esed rejiminin hızla devrileceği’ konusunda mutabık olduğunu anımsatıyor. “Sahada durumun farklı gelişmesi ciddi bir kırılmayı da beraberinde getirdi” diyor. ABD’nin bu noktada DEAŞ’a karşı mücadelede terör örgütünün Suriye uzantısı ile hareket ettiğini hatırlatıyor.
Haklı olarak Ankara’nın kendi milli güvenliği açısından durumu ele alıp buna tepki gösterdiğinden bahsedip, “Sürecin hemen ardından 15 Temmuz darbe girişimi süreci yaşandı. Ve ABD tarafı ısrarla ikircikli bir yaklaşım sergiledi. Bu durum ilişkilerin hızla gerginleşmesini ve çok ciddi güven kaybını da beraberinde getirdi” görüşünü paylaşıyor.
[ABD, NATO’da birlikte mücadele ettiği Türkiye ile kimi alanlarda istihbarat paylaşımını da durdurdu.]
ABD, Türkiye ile istihbarat paylaşımını kesti
Sonrası çorap söküğü gibi geliyor aslında… Suriye sahasında yaşananlar, Türkiye’nin hava savunma için Rus S-400 sistemini satın alması, ABD’nin CAATSA yaptırımları ve daha fazlası…
Tüm bunların güven bunalımını derinleştirmekle kalmayıp mevcut durumu ‘çok ciddi bir güven boşluğuna’ çevirdiğini söylüyor Kaan Kutlu Ataç. “Washington’un tarihte ilk kez NATO müttefiki bir ülkeyi CAATSA yaptırımlarına tabi tutması gerçek anlamda kırılma noktası oldu” dedikten sonra devam ediyor.
“Bu aşamada yaşanan gelişmeler kamuoyunda sıkça tartışıldı. Ancak bazılarının üzerinde yeterince durulmadı. Bu kapsamda iki gelişmeyi hatırlamak gerek… İlki Türkiye’nin ilgi sahası içinde yer alan Orta Doğu’dan sorumlu olan CENTCOM’un Ankara ile olan istihbarat paylaşımını durdurması. Takip edebildiğim kadarıyla bu karar halen geçerli.
İkinci konu Türkiye’nin terörizmle mücadele kapsamında icra ettiği Gara Operasyonu sonrasında yaşananlar. O olayın ardından ABD Dışişleri Bakanlığı’nın resmi açıklamasını kesinlikle atlamamak gerek.
Mealen, ‘Türk sivillerin, terör örgütü olarak kabul edilen PKK tarafından öldürüldüğüne dair haberler doğruysa, bu eylemi mümkün olan en güçlü şekilde kınıyoruz” demişlerdi. Ki bu açıklama 22 Şubat 2024 itibariyle web sitelerinde duruyor. NATO’da 72’nci yılını idrak eden Türkiye’ye karşı böylesine büyük bir güven sorunu mutlaka not edilmeli.”
[Türkiye-ABD ilişkilerindeki en büyük kırılmalardan biri Ankara’nın Rusya’dan S-400 almasından sonra yaşandı.]
“CAATSA yaptırımları büyük yara açtı”
Dr. Kaan Kutlu Ataç’ın işaret ettiği başka bir gerçeklik daha var… ABD, DEAŞ ile mücadele kapsamında Türkiye’nin kendi milli güvenliği için attığı adımları ‘DEAŞ ile mücadeleyi baltalıyor’ şeklinde kabul ediyor.
“13894 sayılı Başkanlık Yürütme Emri halen uygulanıyor” diyor Ataç. Ve bu duruma göre Ankara, Washington tarafından ‘ABD’nin ulusal güvenliği ile dış politikasına olağanüstü tehdit oluşturan bir ülke’ diye kayda giriyor.
İki ülke arasında yaşanan güven bunalımı bu derece keskin. Ancak son dönemlerde gelen açıklamaları ve atılan kimi adımları da görmezden gelmemek gerek. F-35 programına dönüş sinyali, yeni savaş uçakları ve kitlerin alımı, bir Türk firmasının ABD’de obüs üretim hattı kurması ya da Yunanistan, Doğu Akdeniz, Mısır gibi konularda izlenen yeni yol haritası…
[Türkiye’den bir firmanın ABD’de obüs üretim hattı kurması son dönemlerdeki olumlu adımlara bir örnek oldu.]
Bu noktada meselenin bam teline dokunuyor Ataç ve bahsi geçen sürecin ana hatlarının tamamen savunma ya da güvenlik alanlarına indirgenmiş olmasını ‘dikkate değer’ olarak yorumluyor.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’in geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir röportajında iki ülkenin müttefiklik ruhuna vurgu yapmasının da atlanmaması gerektiğini söyleyip, sözlerini şöyle tamamlıyor:
Her şeyden önce dünyada bir ‘jeopolitik tsunami’ yaşandığını ve kimi noktalarda çok ciddi sistematik belirsizliklerin hakim olduğunu unutmamak gerek. Böyle bir ortamda Türk-Amerikan ilişkilerinin amaç ve kapsamının salt savunma/güvenlik alanlarına indirgenmesi ilişkilerin derinliğinin diğer boyutlara taşınmasında sıkıntıların yaşanabileceğine de işaret olabilir.
İki başkentin dünya görüşlerindeki derin ayrım, ilişkinin farklı katmanlarla sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesinin önünü tıkayabilir. Süreci kırılan bir çömleğe benzetmek mümkün. Kırılan parçaları onarmak için güçlü bir irade şart.
Eğer bu durum aşılır ve bahsettiğimiz bunalım bir şekilde geride bırakılabilirse o zaman karşılıklı diyalog arayışının daha ileri bir noktaya taşınmasını bekleyebiliriz. Türk-Amerikan ilişkilerindeki kusurları ve farklılıkları kabul etmek uzlaşma yolunda atılacak ilk adım olabilir.