Uluslararası Diplomatik İlişkiler, Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği (UDİAD) yazarı ve Güvenlik Bilimleri Analisti Onur DİKMECİ kaleme aldığı, “Türk Devletler Teşkilatı’nın Güvenlik ve İstihbarat Çalışmaları” başlıklı Analizinde, Yeni güvenlik stratejilerinde ön plana çıkan ortak paydalar şu şekilde sıraladı[1]:
- Caydırıcılık
- Güvenlik ortamının şekillendirilmesi
- Kriz yönetimi ve savaş dışı harekât
- Sınırlı güç kullanımı
- Kesin sonuçlu konvansiyonel/nükleer savaştır.
Nükleer ve konvansiyonel içerikli savaşın maliyetinin kabarık olması güncel devlet siyaset ve istihbarat politikalarının arasında yer almamaktadır. Ancak devletler silahlanma kabiliyetleri ve ek teknolojiler ile geleceğe dönük olarak konvansiyonel içerikli bir savaş süreci için senaryo çalışmalarını sürdürmektedirler. Caydırıcılık bir devletin silah kapasitesiyle orantılıdır. Nükleer silahlara sahip ülkeler muhtemelen bu başlıkları kullanmayacaklardır ancak ulusal stratejilerinde caydırıcılık olarak yer almasını sağlayacaklardır. Sınırlı güç kullanmayı tercih eden ülkeler ise zorlayıcı diplomasi ya da düşük yoğunluklu çatışma koşullarını tercih ederler. Destekledikleri terör grupları, ayaklanma vasıtaları ya da kısmi harekâtlar ile hedef üzerinde baskı oluşturmaya çalışırlar. Bu esnada ve sonrasında ise sivil sahayı daha derinden etkileyen savaş dışı konseptler dahilinde psikolojik harekât uygulamalarına yer verilmektedir.
Güvenlik ortamının şekillendirilmesi, hedef ülke veya bölgedeki iç ve dış koşulların açık, gizli veya örtülü yöntemlerle değiştirilerek dış politika amaçlarına uygun bir güvenlik ortamı sağlanmasını veya gelecekte muhtemel daha büyük çaplı müdahaleler için gerekli uygun koşulların oluşturulmasını öngörmektedir.[2] I. Dünya Savaşı sırasında Kayzer Wilhelm’in güvenlik ortamını şekillendirmek için uyguladığı teopolitikayla, II. Dünya Savaşı sırasında Adolf Hitler’in Türkiye’yi kendi cephelerinde savaşa sokabilmek için güvenlik ortamına yönelik uyguladığı teopolitika ve Türkçü mesaj birbirleriyle örtüşen uygulamalardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tahrip olan Avrupa’nın yeniden inşa süreciyle birlikte, ulus inşası ve gerekli askeri üs ve politik zeminin oluşturulması için Truman ve Marshall Doktrinleri ise tam anlamıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin uygulamış olduğu güvenlik ortamını şekillendirmeye dönük faaliyetlerdi.
Soğuk Savaş boyunca blok liderleri ulusal güvenliklerini temin edebilmek için güvenlik ortamını şekillendirici birer enstrüman olarak NATO ve Varşova Paktını devreye sokmuşlardır. Yakın siyasi tarihte Afganistan’a gerçekleştirilen müdahale öncesinde ABD komandolarının başta Kazakistan olmak üzere Orta Asya ülkelerine yerleştirilmesi ve Bush ailesinin şirketlerinde çalışan Hamid Karzai’ye devlet başkanlığı yolunun açılması bu ülkedeki güvenlik ortamını şekillendirmeye dönük çabaların sonucudur. Irak’a müdahale sırasında Türkiye’yi siyasi ve ekonomik kıskaca almaya yönelik stratejilerde güvenlik ortamının şekillendirilmesini içermekteydi. Rusya’nın, Kırım ve Ukrayna üzerindeki konvansiyonel ve konvansiyonel dışı örtülü faaliyetleriyle, Çin’in, Afrika ve Kuşak-Yol bölgesinde ekonomik yardımlar aracılığıyla ülkelerin yapılarına yumuşak nüfuz politikaları güvenlik ortamının şekillendirilmesiyle ilgili girişimlerdir. Yeni güvenlik trendlerinin stratejileri arasında yer alan dolaylı stratejiler ve güvenlik ortamını şekillendirme konsepti orta büyüklükteki ya da süper güç olarak sınıflandırılan her devletin uygulaması gereken hamlelerdendir.
Türkiye’nin kültürel ve siyasi bağlarının olduğu coğrafyalara yönelik olarak güvenlik ortamını şekillendirme hamleleri daha somut ve kolay sağlayabileceği sonuçlardan olacaktır. Bölgesel ve ötesine geçebilen bir güç olması amacıyla 2009 yılında Türk Dili Konuşan Ülkeler İş birliği Konseyi kurulmuştur.[3] 2021 İstanbul Zirvesi’nde ise Konsey’in adı Türk Devletler Teşkilatı olarak değiştirilmiştir ve böylece hem resmi hem de psikolojik etki dahilinde bütün bu ülkelerin Türk Devletleri olduğu dünya kamuoyuna ilan edilmiştir.
Teşkilat; siyasi işler, gümrük, enerji, diaspora gibi farklı ve aslında birbirini tamamlayan otuz civarı alanla ilgili faaliyetlerini sürdürmektedir. Ancak bu ülkeler müstakil istihbarat ve güvenlik birimlerinin yanı sıra iç ve dış tehditleri açıklayabilen yapılarıyla güvenlik alanında da birbirlerine yakınlaşmışlardır ve bu yakınlaşmanın en büyük öncül emarelerini; Avrasya Askeri Statülü Kolluk Teşkilatı ve istihbarat servisleri konferansı oluşturmuştur.
Böylece diğer Türk devletleri de birbirlerine yönelik değil ancak coğrafyadaki rakip diğer süper güçlere yönelik güvenlik ortamını şekillendirme hamlelerinde ivme kazanabilmeleri için Türk dilinde konuşan ülkelerin iç güvenlik teşkilatları ortaklığı ve istihbarat servisleri konferansı girişimi etkin bir başlangıç olarak kabul edilebilir. Çünkü güvenlik ortamının şekillendirilmesi sert askeri uygulamalar yerine daha çok kolluk, istihbari ve askeri istihbari operasyonları içermektedir.
2011 yılında dönemin Türk Jandarma Genel Komutanı’nın muhatap ülkelere mektup göndermesi ve niyet beyanının imzalanmasıyla askeri statülü kuvvetlerin birliği yolunda resmi süreç başlatılmıştır.[4] Türkiye Jandarma Genel Komutanlığı, Azerbaycan Jandarması, Kırgızistan İç Kuvvetler Komutanlığı, Moğolistan İç Kuvvetler Komutanlığı; harekât, suçla mücadele, eğitim ve lojistik gibi faaliyetleri karşılamak üzere tam olarak birleşmemişler fakat ortaklık anlaşması imzalamışlardır.
Türk Dilli Devletler İstihbarat Servisleri Konferansı’nın kurulmasına ilişkin protokol ise, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Türkmenistan tarafından 20 Mayıs 1998’de imzalanmıştır. İstihbarat Konferansları periyodik olarak her sene farklı bir Türk ülkesinin ev sahipliğinde düzenlenmektedir. Türk Devletleri İstihbarat Birimleri Konferansında bölgesel sorunların yanı sıra, üye ülkelerin terörle mücadele ve güvenlik konularına yönelik ortak uygulamalar ve tedbirler gibi konular gündeme getirilmektedir.[5] Bakü’de gerçekleştirilen 12. toplantıda ise konferansın daimi sekreteryasının Ankara’da kurulmasına karar verilmiştir.[6]
Türk kökenli ülkelerin istihbarat servislerinin konferans için bir araya gelmeleri, Türk Konseyi’nin; Türk Devletleri Teşkilatı’na dönüştürülmesi hamlesiyle daha ileriye taşınması ve istihbarat örgütleri arasında bazı konularda etkin biçimde ortak çalışmayı oluşturması beklenmektedir. Ön Asya ve Orta Asya coğrafyası yeni güç merkezlerinin oluştuğu dönemde önem kazanmıştır ancak bu bölgeler aynı zamanda da kırılgan veya hassas konumda bulunmaktadır. (devam edecek-Terörizmle Mücadele – Güvenlik ve Türk Devletleri Teşkilatı)
Tablo: Türk Devletleri Kompleks Güvenlik Yapılanmaları İttifakının Küresel ve Bölgesel Güçler Nezdinde Algılanış Olasılıkları
***
Yazar hakkında
*Felsefe *Demokrasi ve İnsan Hakları *Sosyoloji olarak sıralanabilir.Tekstil ve İnşaat sektörlerinde idari işler pozisyonu sonrasında yayım danışmanlığı ve faaliyetlerini sürdürdü. Uzun yıllar boyunca eğitimcilik yaptı ve bir hukuk müşavirliğinin bünyesinde memurluk görevi ifa etti. Düşünce Kuruluşlarında yöneticilik görevlerinin yanı sıra bireysel ve kurumsal danışmanlık görevini sürdürmektedir. Çeşitli kuruluşlarda onlarca seminer vermiştir. Uzmanlık alanları:
-Milli Savunma
-Asker sivil ilişkileri
-Güvenlik ve istihbaratın dönüşümü
-Politik fütürizm
-Felsefe, Güvenlik Felsefesi
-Demokratik siyasal sistemler
-Savunma ve Harp Sistemleri olarak sıralanabilir.
Görev yaptığı Think Tanklar:
– Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi
-Türkiye Algı Merkezi
-Asimetrik Harple Mücadele Ofisi