Profesör Mccoy: En büyük tehlike muhalefetin pes etmesi olur
ABD’li Siyaset Bilimci Mccoy’a göre demokrasiler için en tehlikeli kutuplaşma türü, toplumdaki farklı kutupların birbirini karşılıklı olarak varoluşsal bir tehdit olarak görmeleri.
UHA / İnternational News Agency
ABD’deki Georgia Eyalet Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Jennifer Mccoy, kutuplaşmanın aşılmasında en önemli rolün kendisinin değil toplumun iyiliğini ön plana alabilen siyasetçilere düştüğünü belirterek, seçimler sonrası Türkiye’deki muhalefeti bekleyen en büyük tehlikenin “pes etmek” olduğunu vurguladı.
Türkiye önemli bir seçimi geride bırakırken ülkedeki kutuplaşma ise sürüyor. Kutuplaşma sadece Türkiye’ye özgü olmayıp, dünyanın farklı bölgelerindeki farklı geçmişlere ve koşullarına sahip ülkelerde rastlanan, siyaset bilimcilerin de üstünde son yıllarda fazlasıyla çalıştığı bir olgu.
Mccoy, Avrupa ve Latin Amerika dahil farklı ülkelerdeki seçimleri ve siyasi süreçleri takip eden, kutuplaşma hakkında çok sayıda kitap ve yayın çıkarmış, aynı zamanda eski ABD Başkanı Jimmy Carter’a danışmanlık yapmış bir isim.
Bahar aylarını araştırma amaçlı Türkiye’de geçiren Mccoy, seçimleri de gözlemlemesinin ardından DW Türkçe’nin Türkiye’deki kutuplaşmalara dair sorularını yanıtladı.
DW: Bir süredir Türkiye’deydiniz ve yakında ayrılıyorsunuz. Son seçimler pek çok çevre tarafından Türkiye için “kader seçimi” olarak nitelendirilmişti. Sizce önemi neydi ve son seçimlerin Türkiye’deki demokrasinin durumu açısından önemi nedir?
Mccoy: Bunlar bence de son derece önemli seçimlerdi. Çünkü 20 yıldan fazla bir süredir iktidarda olan tek bir partiden ve tek bir kişiden başka bir yöne gitme şansı vardı. Güçlü bir lider, gücünü kendi şahsında yoğunlaştırabildiğinde ve nüfusun önemli bir kısmının ve kilit müttefiklerin desteğini koruyabildiğinde, ülke o kişinin heveslerine giderek daha fazla maruz kalır. Bu mesela o liderin ortodoks olmayan ekonomik görüşlerinin getirdiği hızlı ekonomik bozulmada ve yüksek enflasyon, uluslararası rezervlerin tükenmesi gibi alanlarda görülebilir.
Bu seçimler aynı zamanda muhalefet partilerinin demokrasiyi ve ekonomiyi yeniden inşa etmek için ortak bir platformda birleşmek için bugüne kadarki en önemli çabasını temsil etti. Muhalefet partilerinin başarısız olması, hükümetin zaman içinde inşa ettiği aşılması zor engeller ile muhalefetin kararları ve ihmallerinin kombinasyonundan kaynaklanıyordu.
DW: Seçim sonuçlarına göre Türkiye şu anda iki farklı kutba bölünmüş görünüyor. İki tarafın birbirine yakın oyları var. Ancak muhalefetin kendi içinde daha fazla bölünmüş durumda olduğunu da gözlemliyoruz. Sizce seçim bize iktidar ve muhalefet açısından ne gibi sonuçlar gösterdi?
Mccoy: İki tarafta da heterojenlik ve çıkar farklılığı mevcut. İktidar ittifakı, heterojen olan tabanının desteğini sürdürmek için kaynakları kullanma avantajına sahip. Ancak Erdoğan’ın seçmen tabanını korumak için her zamankinden daha radikal partilerle ittifak kurması gerektiğini de görebiliyoruz. Ayrıca AKP’ye verilen oylarda bir düşüş ve ittifak içinde MHP’ye kayma gördük. Bu da bazı bölgelerde AKP yönetiminden duyulan memnuniyetsizliği yansıtıyor.
Muhalefetteki birliği sürdürmek ise daha zor. Çünkü çok geniş bir ideolojik ve kültürel görüş yelpazesini temsil etmekteler. Otoriterleşen bir lidere meydan okumak için geniş bir koalisyonu bir araya getirme girişimlerinde bulunan diğer ülkelerde de farklı kesimlerin güçlü desteğini alabilecek ortak bir aday seçmede, seçim desteğini örgütlemede ve ortak bir platform içinde anlaşmada benzer zorluklar görüyoruz. Millet İttifakı ile ona destek olan Emek ve Özgürlük İttifakı bu ikilemlerin üstesinden gelebilmek için yenilikçi stratejiler geliştirmede Macaristan, Polonya, Venezüella gibi diğer birçok ülkeden aslında daha çok yol aldı ve Erdoğan’ı ilk kez ikinci tura zorlamayı başardı.
DW: Türkiye’de uzun yıllardır bir kutuplaşma var. Farklı ülkelerde de bunu görebiliyoruz. Peki kutuplaşmanın çeşitleri ve tehlikeleri neler? Bir ülke için olası sonuçları neler olabilir?
Mccoy: Demokrasiler için en tehlikeli kutuplaşma türü, toplumdaki bu iki farklı kutbun birbirini karşılıklı olarak varoluşsal bir tehdit olarak görmeleridir. Ötekine güvenmezler, aradaki irtibat kaybolur ve aslında ötekilerle birçok çıkarı paylaştıklarını gözden kaçırırlar. Ayrıca demokratik ilkeler pahasına bile olsa kendi yaşam tarzlarının koruyucusu olarak lanse eden liderleri desteklemeye daha isteklidirler. Ne yazık ki kutuplaştırıcı politikacılar, seçmenleri bölmenin, güvensizlik yaratmanın, öteki tarafa yaşam tarzını veya ulusun güvenliğini tehdit eden düşmanlar olarak muamele etmenin kazandıran bir seçim stratejisi olduğunu bilir.
DW: Peki toplumlar veya muhalefet partileri bu kutuplaşmanın üstesinden nasıl gelebilir? Dünyada bunun üstesinden gelebilen ülke var mı? Nasıl başarılı oldular?
Mccoy: Bu tür sürekli, şiddetli siyasi kutuplaşmanın üstesinden gelmek son derece zor. Çünkü bu, biz siyaset bilimcilerin “yıkıcı kutuplaşma” dediğimiz şey. Geçmişte, Nazi dönemi diktatörlüğünü yaşadıktan sonra Almanya ya da iç savaş yaşadıktan sonra ABD gibi bunun üstesinden gelebilen ülkeler var.
Kutuplaşmanın ortadan kaldırılabilmesi için sürekli uyanık olmak, demokratik yenilik ve değişen demografiler ile bağlamlara uyum sağlamak, geçmişteki çatışma ve suistimallerde farklı aktörlerin rol ve sorumluluklarının kabul edilmesi, toplumun genelinin çıkarını partilerinin veya şahıslarının çıkarlarının üzerine koymaya istekli cesur liderler, uzun soluklu bir yurttaşlık eğitimi ve seçmenlerin ihtiyaç ile taleplerine cevap vermek gerekir.
DW: Kutuplaşmanın aşılmasında en büyük sorumluluk kime düşüyor? Siyasetçilere mi, topluma mı, aydınlara mı?
Mccoy: Toplumun tüm kesimlerinin bir rolü var aslında; vatandaşlar, iş dünyası liderleri, kültürel liderler, dini liderler. Bu gruplar politikacıların davranışlarını değiştirmelerini talep edebilir ve “diğer tarafla” köprüler kurabilirler. Ancak en büyük role sahip olan siyasi liderlerdir. Kutuplaşmanın yaratılmasında ve dolayısıyla kutuplaşmanın üstesinden gelinmesinde de en büyük role onlar sahip. Ancak bu siyasetçiler için de kendi kişisel çıkarlarını değil, toplumun iyiliğini gözetmek cesaret ve istek gerektirir.
DW: Bazı akademisyenler Türkiye’deki mevcut rejimi “rekabetçi otoriter rejim” olarak tanımlıyor. Siz bu tanıma katılıyor musunuz? Türkiye’deki mevcut durumu nasıl tanımlayabiliriz?
Mccoy: “Rekabetçi otoriter rejim” teriminde ben de hemfikirim. Bu, toplumda birçok otoriter unsur olduğu anlamına gelir; ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, toplanma özgürlüğü, keyfi cezalar ve gözaltılar gibi. Ancak adil olmamasına ve iktidara eğilimli olmasına karşılık seçimler de hala yapılır.
DW Türkçe: Seçimler öncesinde şartların adil ve eşit olup olmadığı çok tartışıldı. Sonuçlarla birlikte de bazı muhalif seçmenler “bu koşullarda ne kadar uğraşırsak uğraşalım yenemeyiz” diye düşünmeye başladı. Bu düşünce muhalefet için risk mi? Kutuplaşan ve iktidarların güçlü olduğu ülkelerde muhalefeti bekleyen tehlikeler nelerdir?
Mccoy: En büyük tehlike, muhalefet partilerinin ve seçmenlerinin kendilerinin pes etmesidir. Muhalefet partilerinin geçmiş performanslarını düşünmeleri ve bir sonraki yarış için neleri düzeltebileceklerini tartışmaları gerekiyor.
Bu düzeltmeler, liderlikte bir değişikliğin yanı sıra, yalnızca onları destekleyen seçmenlere değil, aynı zamanda hiç oy kullanmamış veya hatta hükümete isteksizce oy vermiş olanlara ulaşmak için daha büyük bir çaba anlamına gelebilir. Ama aynı zamanda kazanımlarını ve neyin doğru gittiğini de kutlamalılar. Şimdi tüm seçmenlerle konuşmak, onları dinlemek ve bir sonraki seçime hazırlanmak için evden eve, köyden köye giderek çalışma zamanı. Bir yıldan az bir sürede önemli yerel seçimler geliyor. Bu da muhalefete bir şans daha veriyor. Demokrasi mücadelesi süreklidir.
Gazeteci* Gülsen SOLAKER