Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Önemi
Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa, İslam dininde büyük bir öneme sahiptir. Nitekim Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs şehri ve civarında, tüm insanlığa peygamber olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v), İsrailoğullarına peygamberler olarak gönderilen Hz. Musa ve Hz. İsa başta olmak üzere Hz. İbrahim, Lût, İshak, Yakub, Yunus, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya gibi birçok peygamber yaşamış yahut bir süreliğine olsa da burada bulunmuş ve bu bölgedeki birçok mekânı mabed olarak kullanmışlardır.
UHA / İnternational News Agency
Bu makalemizde Kudüs şehrinin, Mescid-i Aksa’nın ve etrafındaki yapıların dinimiz İslam’daki önem ve yerini sizler için derledik.
İslam Dininde Mescid-i Aksa
Kur’an-ı Kerim’de “çevresini bereketli/mübarek kıldığımız yer” olarak nitelendirilen Kudüs şehri, Müslümanların ilk kıblesi, Kıble Mescidi’ni (Mescid-i Aksa) içinde barındırması ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in “İsra ve Mirac” hadisesinin yaşandığı yer olması bakımından oldukça öneme sahip, kutsal bir şehirdir. Tüm bunlara ek olarak Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ile birlikte kıyamete kadar yaşayacak, namahrem eli değmemesi gereken İslam’ın üç hareminden birisidir.
Kur’an-ı Kerim’de “Mescid-i Aksa”, Peygamber Efendimiz’in İsra ve Mirac hadisesinin anlatıldığı İsra Suresi’nin 1. ayetinde şöyle geçmektedir: “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra, 1)
Mirac hadisesi, Müslümanlar açısından oldukça önemlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in “gözümün nuru” dediği namaz, Mirac ile 5 vakit olarak farz kılınmıştır. Bununla birlikte Peygamber Efendimiz’e Bakara suresinin son iki ayeti (Amenerrasûlü) Mirac’ta vahyedilmiş, istikametini imana çeviren herkesin Cennet’e gireceği de Mirac’ta müjdelenmiştir.
İslam alimleri ve tarihçiler, Kur’an-ı Kerim’deki kıssalarda da Filistin’in çevresinden “kutsal toprak, mukaddes ülke, bereket verdiğimiz/bereketlendirdiğimiz yer” olarak bahsedildiğine ittifak etmişlerdir. Örneğin Maide Suresi’nin 20. ve 21. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır: “Bir zamanlar Mûsâ kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: O, içinizden peygamberler gönderdi; sizi hükümdarlar yapıp daha önce köle iken hür insanlar hâline getirdi. Dünyada hiç kimseye vermediği şeyleri size verdi. Ey kavmim! Haydi, Allah’ın sizin için takdir ve girmenizi emir buyurduğu şu mukaddes ülkeye girin ve sakın düşmandan korkarak gerisin geriye dönüp kaçmayın. Yoksa kaybedenlerden olursunuz.” (Maide 20-21)
İslam alimleri ve tarihçiler, Maide Suresi’nin 21. ayetindeki “mukaddes ülke”den kastın, Filistin toprakları olduğuna ittifak etmişlerdir. Nitekim Hz. Musa (a.s) ve kavminin Kızıl Deniz’i geçtikten sonra girmesi için emredilen topraklar Filistin topraklarıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Filistin için “içini bereketle doldurduğumuz ülke” olarak bahsedilen bir diğer ayet de A’raf Suresi’nin 137. ayetidir: “Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de (İsrailoğulları) içini bereketlerle doldurduğumuz ülkenin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık rabbinin İsrailoğulları’na verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapıp yükselttikleri binaları yerle bir ettik.” (A’raf, 137)
İsrailoğulları Mısır’da gördüğü zulüm üzerine Filistin topraklarına göç etmiş ve bir süre bu topraklarda hakimiyet kurmuşlardır. Dolayısıyla A’raf Suresi’nin 137. ayetinde bahsedilen “bereketlerle doldurulan ülke” İsrailoğulları’nın göç ettiği Filistin’dir.
Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. Lut’un (a.s) da bir süre Filistin topraklarında yaşadığı İslam Tarihi kaynaklarında ifade edilmektedir. Hz. İbrahim (a.s), Nemrut’un ateşinden kurtarılmasının ardından Filistin’in bugün El-Halil olarak adlandırılan bölgesine gitmiştir ve Lut (a.s) da El-Halil şehrinde yaşamıştır. Bu bakımdan Enbiya Suresi’nin 69-71. ayetlerindeki “alemler için bereketler verdiğimiz yer” olarak bahsedilen bölge de Filistin’dir: “Biz de dedik ki: ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol.’ Ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz asıl kendilerini hüsrana uğrattık. Onu da Lut’u da içinde alemler için bereketler verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık.” (Enbiya, 69-71) Mescid-i Aksa hakkında birçok “Hadis-i Şerif” de bulunmaktadır.
Tüm bu hakikatlere ek olarak Müslümanların Mescid-i Aksa’ya karşı gösterdiği ehemmiyet; bölgedeki masum Müslüman halkın ve kutsal, mahrem, değerli yapıların İsrail teröründen zarar görmesini engellemek içindir.
Müslümanlar Niçin Mescid-i Aksa’yı Sahiplenmelidir?
Mescid-i Aksa’nın, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen önemi dikkate alındığında ve bölgedeki mübarek yapıların varlığı göz önünde bulundurulduğunda Müslümanların “neden burayı sahiplenmesi gerektiği” açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Fakat bununla birlikte Mescid-i Aksa, Kur’an-ı Kerim’de “bozguncu” ve “fesat” gibi sıfatlarla nitelendirilen, kendilerine doğru yolu göstermek için gönderilen peygamberlerini öldüren Yahudilerin 75 yıldır zulmü altındadır. (Yahudilerin peygamberlerini öldürdüğü ayetler için bakınız: Bakara 2/61, 87, 91; Âl-i İmrân 3/21, 112, 181; Nisâ 4/155; Mâide 5/70).
Tahrif edilmiş Yahudi inancına göre Fırat ve Nil Nehri arasındaki topraklar Tanrı tarafından Yahudilere vaad edilmiş topraklardır. “Arzı Mev’ud” olarak adlandırılan bu topraklara sahip olmak için her türlü suçu işlemek Yahudi inancında mubahtır. Çünkü onların tahrif edilen inançlarına göre bu topraklar kendilerine ait, üzerlerinde yaşayanlar ise işgalcidir. Bu nedenle Fırat ve Nil arasındaki topraklara sahip olmak ve Büyük İsrail’i kurmak için bölgede yaşayan bebekler dahil herkesin öldürülmesi caizdir. En büyük hedeflerinden birisi de Mescid-i Aksa’yı yıkıp Süleyman Mabedi yapmaktır.
Bu detaylar dikkate alındığında Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar tarafından korunması gerektiği daha net anlaşılmaktadır.