Kadın Hakları Savunucusu Türbanlı Politikacı
AK Partili türbanlı milletvekili Özlem Zengin’in partisi içinde kadın haklarıyla ilgili nasıl bir mücadele verdiğinden, nasıl yıpratıcı bir muhalefete göğüs gerdiğinden toplumun ne kadarının haberi vardır acaba?
Özlem Hanım, partisi içindeki ve dışındaki kadın hakları karşıtı kişi ve grupların; kadınların aile içinde ve dışında can güvenliğinin sağlanmasına; şiddetten, taciz ve tecavüzden korunmasına ilişkin kanunlara bile karşı çıkmasıyla mücadele ettiği için topa tutuluyor. Eğer bir de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kadının erkeklerle eşit şekilde iş hayatında, bürokraside politikada yer almasının mücadelesini verseydi kendisini herhalde sokağa çıkartmazlardı.
Özlem Zengin, Türkiye’nin 10 yıl kadar önce kabul edip yürürlüğe koyduğu, 2021’de kadın hakları karşıtı çevrelerin baskısı yüzünden cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ayrıldığı “evrensel kadın hakları sözleşmesi” niteliğindeki “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkılmasına ve 6284 no’lu kadın haklarını koruyan yasanın bağnaz çevreler istiyor diye değiştirilmesine, kuşa döndürülmesine tek başına itirazlarıyla öne çıkan bir politikacıdır. Bu yüzden epeyi bir zamandır partisi içindeki ve dışındaki gelenekçilerin, kadın hakları karşıtlarının linçine uğruyor. Bu mücadele sırasında yalnız bırakılmış olmaktan şikâyet ediyor ve yorulduğunu söylüyor. Özlem Zengin elbette bir feminist değil, kadın haklarını savunurken ideolojik bir takıntısı yok. Ama kadınların evin içinde de dışında da tam bir can güvenliğine sahip olmasını, insan olmaktan doğan haklarının güvence altına alınmasını savunmakta samimi.
Günümüz Müslüman ülkelerinde en önemli mücadele alanlarından biri; dine yakın partilerin, örgütlerin, tarikat ve cemaatlerin kadın hakları karşıtlıklarıdır. Kadının kimlik ve kişilik sahibi olmasına, kendi ayakları üzerinde durabilme çabasına, direnmeleridir. Müslüman ülkelerde bu direnç kırılmadan Müslüman toplumların çağdaşlaşması mümkün değildir.
Çünkü Geçmişin ve günümüzün bütün Müslüman toplumlarının en büyük sorunu kadının ikinci sınıf sayılması, toplumdan dışlanmasıdır. Kadının hayattaki rolünün kocasına hizmet, yuvasını çekip çevirmek, çocuklarını yetiştirmek olarak sınırlandırılmasıdır. Günümüz İslam dünyasındaki siyasal İslamcıların, radikal cihatçı örgütlerin en başta gelen hedefleri kadını toplumdan soyutlamak, eve kapatmaktır. Toplumda bir konuma sahip olmasını yasaklamaktır.
Hâlbuki çağımızın bütün gelişmiş ülkeleri kadın haklarının eksiksiz tanındığı, kadınların erkeklerle eşit şekilde ülkenin gelişmesinde ve kalkınmasında görev aldığı ülkelerdir. Günümüz Müslüman ülkelerinde kadının toplum kalkınmasında rol alması bir yana evinde oturan kadının herhangi bir şiddete, saldırıya uğramaması için çıkarılan yasalara bile tahammül edilmemektedir.
Günümüzün Müslüman ülkelerinde kadınların kamusal alanda görünür olabildiği, kamu bürokrasisinin her alanında rol üstlenebildiği tek ülke Türkiye’dir. Türk kadını tüm Müslüman ülkeler içindeki bu ayrıcalığını Atatürk devrimlerine ve laiklik düzenlemelerine borçludur. Atatürkçü/laik kesimin kadın hak ve özgürlüğü konusunda en önemli yanlışı, türban özgürlüğüne karşı direnmesiydi. Hâlbuki dileyen kadının türbanlı/başı örtülü olarak hem kamusal alanda hem de kamu bürokrasisinde yer alabilmesi genel olarak demokrasinin ve kadın özgürlüğünün bir gereğiydi. Türban serbest kaldıktan sonra Atatürkçü/laik kesimin hiçbir korkusu gerçekleşmemiştir.
Türkiye’de şu anda var olan kadın hak ve özgürlüğünün püf noktası ise şudur: Eğer Atatürk reformları olmasaydı türban serbest bile olsa türbanlı kadınların diledikleri alanda eğitim görmeleri, şimdi olduğu gibi her türlü kamu bürokrasisinde yer almaları asla mümkün olmazdı!
İsmail ÖZCAN & Eğitimci Yazar