Institut Bosphore’dan Fransa Senatosu’na Yanıt
UHA HABER / Türk-Fransız düşünce kuruluşu Institut du Bosphore, Fransa Senatosu’nun yayınladığı bir bilgilendirme raporunda “Tek yanlı yayınlar yapmak, Türkiye konusundaki makalelerin yazarlarını tespit etme ve aynı zamanda gözdağı verme amaçlı izlemekle” suçlandı. Institut du Bosphore’un (IB) bu suçlamaya yanıtı sert oldu. IB Başkanı Bahadır Kaleağası, “Yüzeysel ve maddi hatalar içeren bir rapor. Bizi dinlemeden, bir internet aramasıyla, uzaktaki somut verileri dikkate almadan, kötü bir okul öğrencisi dönem ödevi seviyesinde yazılan bu rapor, hazırlayanlar için üzücü” dedi.
(UHA) Uluslararası Haber Ajansı Avrupa Temsilcisi Tuba Nur TÜRKELİ’nin (VOA)’ye dayandırdığı Arzu Çakır’ın haberine göre, Fransa Senatosu’nun “Avrupalı olmayan devletlerin Fransız Akademi Dünyasına Nüfuz ve Etkileri” adlı raporunda Çin, Rusya, Türkiye ve bazı Körfez ülkelerinin Fransa yüksek öğrenim kurumlarındaki etkileri incelendi.
Avrupa topraklarında olmalarına rağmen Türkiye ve Rusya’nın da “Avrupalı olmayan” diye tanımlandığı raporda, düşünce kuruluşları bölümünde ilk kez TÜSİAD tarafından kurulan Institut du Bosphore da hedef alındı. Kurucuları arasında iki eski Başbakan dahil birçok Fransız bakanın, siyasetçinin, akademisyenin ve iş dünyası liderinin bulunduğu kuruluşun, tarihçi Claire Mouradian’a atıfta bulunularak “derneğin Türkiye tarafından finanse edildiği, desteklendiği ve sadece kendisine uygun tezleri geliştirdiği” öne sürüldü.
Raportör Andre Gattolin’ın hazırladığı raporda, Institut du Bosphore’un “yalnızca bir bakış açısı sunduğu ve bazı konuların bir kısım yönlerini kasıtlı olarak atlayan bir politika izlediği” iddia edildi. Raporda ayrıca Mouradian’ın “Türkiye’yle ilgili makalelerin yazarlarını izleyerek tespit etme ve aynı zamanda bir gözdağı verme” politikası izlediği sözlerine yer verildi.
“Türkiye ve Rusya hakkında çok az şey bulduk”
Raporun tutanaklara yansıyan görüşmelerinde raportör Andre Gattolin, ülkelere ilişkin bilgi alabilmenin uzun sürdüğünü anlatırken “Kapsamlı bir envantere ihtiyacımız var. Yabancı etkiler konusu incelendi. Dürüst olalım, Rusya veya Türkiye hakkında çok az şey bulduk, daha çok Çin hakkında. Bakanlığın sunduğu vakalar, hacim olarak tanı koymak için yeterli değil. Akademik dünyayla kamu otoritelerini ilişkilendiren ve muhtemelen Parlamento’nun kontrolu altındaki bir uzman organ, bir envanter hazırlamaktan sorumlu olmalıdır” diye konuştu. Bahadır Kaleağası, raportör yeterince “bilgi alamamaktan yakınırken kendilerine tek bir soru bile sorulmamasını” eleştirdi ve “Bu sadece bir bilgilendirme raporu ama yine de Senato için yapılmışsa düzgün olmalıdır. Bizim çalışmalarımız, finansal durumumuz, bağımsızlığımız belli. Bunların hepsi açık, kamuoyuyla paylaşılan resmi olarak denetlenen, saydam bilgiler. Raportör bizi dinlese, bizi çağırsa, biz kendilerine anlatırdık” diye konuştu.
“Rapor kötü bir okul öğrencisi dönem ödevi gibi”
IB’nin tüm devletlerden bağımsız olduğuna vurgu yapan Kaleağası, “Yayınlarımızda, konferanslarımızda her türlü görüş var. Her devletin çeşitli politikaları hakkında olumsuz veya olumlu değerlendirmeler var. AB, Fransa, Türkiye, ABD ve tüm hükümetlerin politikaları hakkında pek çok görüş dile getirilmiştir. Çünkü zaten amaç görüş alışverişi, tek bir görüşü savunmak değil. Bütün yayınlarımız paylaşılıyor, konferanslar açık. Gizli saklı bir durum yok” dedi. Üyeleriyle ve çalışmalarıyla IB’nin “son derece profesyonel, ciddi ve prestijli toplantılar yaptığını” dile getiren Kaleağası, “Bütün bunlar bu kadar açıkken kötü bir okul öğrencisi dönem ödevi cümleleri ile hazırlanan bu rapor talihsiz. Bizim çalışmalarımız hiçbir tartışmaya açık olmayacak kadar saydam” dedi.
“Türkiye hakkında yazan kişileri izledikleri” iddiasına da Kaleağası, “Burada söyleneni anlamadım. Nasıl düşünce tartışması yapılır başka türlü, bilemedim. Elbette Türkiye hakkındaki haber ve yazılanları Google’dan herkes gibi izliyoruz. Başka türlü nasıl izlenir ki? İzlediğimiz yazılara zaten basın bülteninde yer veriyoruz. O yazıları yazanlar zaten herkesin okuması için yayınlamıyor mu? Bütün think-thank’ler de aynı şekilde çalışıyor” yanıtını verdi.
Kaleağası, Institut du Bosphore’un (IB) bir Fransız kurumu olduğunu ve yönetiminde Fransızlar’ın çoğunlukta olduğunu vurguladı. IB olarak, tüm çalışmalarının herkese açık ve saydam olduğunu da belirterek tek yanlı konular ele alındığı iddiasına da “Çalışma alanlarımız insanlığın geleceğini ilgilendiren ortak konulardır. Ekonomi, iklim değişikliği, dijital dönüşüm, enerji, AB entegrasyon süreci, transatlantik ilişkiler ve sosyal ilerleme konuları. Daha demokrat ve sürdürülebilir kalkınma odaklı bir insanlık uygarlığı için çalışıyoruz. Böylesine tutarsız ve yanlış olduğu çok basit bir Google aramasıyla ortaya çıkacak ithamlarda bulunulması üzücü. Bu tip raporlar hazırlanırken görüş alınır, komisyona çağırılır. Bizden böyle bir şey istemediler” değerlendirmesini yaptı.
Fransa’da ilk kez bu tür bir suçlamaya muhatap olan IB Başkanı, bunun nedenini “Aşırı uçlar her zaman, geleceğe yönelik olumlu enerji üreten kurumlara saldırır. Mantıklı, akılcı, vizyoner, toplumları ayıran değil birleştiren kurumlar, aşırı yaklaşımların daima hedefidir. Çünkü onlar kutuplaşmalardan, aşırılıklardan beslenirler. O kadar bariz konularda yanlışlar ki, Fransa, bir Fransız derneğinin gelirinin nereden geldiğini bilmiyor mu? Kaç tane bakan konuk olmuş, derneğimizde kaç işadamı faaliyet yürütüyor. Bütün bunlar sonuna kadar açık ve yasalara uygun faaliyetler” diye açıkladı.
Raporda neler var?
Fransız Senatosu’nun “Avrupalı olmayan devletlerin Fransız Akademi Dünyasına Nüfuz ve Etkileri” raporunda, devletlerin, başka devletlerin kültür ve eğitimlerine, “Kültürel diplomasi; üniversitelerle ilişkiler; karşılıklı araştırma programları ve zorlayıcı yöntemler ‘yumuşak güç/soft power’ olarak tanımlanan alanlarda ‘sert güç /hard power’ yöntemlerinin girişi” olmak üzere 4 yöntem izledikleri belirtiliyor.
Sektörel bir örnek: Türkiye
Raporun “Fransa’da uygulanan iki farklı strateji örneğine odaklanma: Türkiye ve Çin” başlıklı bölümünde, “Sektörel bir örnek Türkiye” başlığı altında, Türkiye’nin Çin’e göre sınırlı kaynaklarla “hedefli eylemler” gerçekleştirdiği iddia ediliyor. Türkiye’nin kaynaklarının Çin’den çok daha kısıtlı olduğu ve bu nedenle eylemleri daha az sistematik ve daha küçük ölçekte ancak “yine de dikkate değer” ölçüde olduğunun altı çiziliyor.
Türkiye’nin Yunus Emre Kültür Merkezi, Çin’in de Konfüçyüs Kültür Merkezi’yle kültürel nüfuz etkisi yaratmak istediği öne sürülen raporda “Türkiye’nin yüksek öğretim stratejisinin bir parçası müdahale değil, etkilemedir. Birçok ülke gibi Türkiye de dilini ve kültürünü tanıtmaya çalışıyor. Bu, 2007 yılında Paris’teki Türk kültür merkezine bir Yunus Emre Enstitüsü’nün kurulmasıyla gösterilmektedir. İlk projelerin aksine bu, Fransa’da açılan tek Yunus Emre Enstitüsü’dür” ifadesi yer aldı.
Türk kültürel etki stratejisinin daha spesifik olarak “Fransa’daki İslamla ilgili” olduğu dile getirilen raporda, bu etkinin en çok Fransa’daki Türk diyasporasının büyük bir bölümünü barındıran Alsace’de geliştiği, 2011-2014 yılları arasında Strasbourg’un Hautepierre semtinde, Strasbourg Üniversitesi’nden bağımsız açılan Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (Ditib) tarafından yönetilen özel Teoloji Fakültesi’nin kurulmasının, “Alsace-Moselle Konkordatosu” bağlamında kolaylaştırıldığı belirtiliyor. Raporda, “Fakülte 2014 yılında nüfuzunu kullanma ya da müdahale suçlamaları nedeniyle değil, çeşitli lojistik sorunlar nedeniyle kapandı. Ancak, Türkiye’nin Strazburg’da bir Müslüman ilahiyat fakültesi açma arzusunun devam ettiği heyete bildirildi. Aslında bugün Strazburg’da diplomaları tanınan iki Katolik ilahiyat ve Protestan ilahiyat fakültesi var ve siyasi liderler İslam için benzer bir fakültenin kurulması lehinde konuştular” denildi.
Türkiye’nin, Fransız yüksek öğretimine “gerçek bir müdahale gösterdiği” de belirtilen raporda, bu müdahalelerin etkileme stratejilerinden farklı konularla ilgili olduğu, “Türkiye’nin müdahale biçimlerini milliyetçilikle olan bağlarının karakterize ettiği” dile getirildi. Etkileme girişimlerinin, “Ermeni soykırımı veya Kürt sorunu gibi ülke tarafından temel sembolik ve stratejik meseleler olarak kabul edilen belirli temaları hedef aldığı” kaydedildi.
Raporda ayrıca “Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı olarak yürüttüğü müdahale eylemleri iki türlüdür: araştırmacılara yönelik baskı ve saldırı şeklinde olabilir veya düşünce kuruluşlarının yaratılması ve finanse edilmesi yoluyla yanlış bilimsel söylemlerin oluşturulmasını içerebilir” denildi.
Barış Akademisyenleri
Senato raporunda, Türkiye’nin Fransız araştırmacıların Türkiye’ye ve arşivlere girişini sınırlı tuttuğunu belirten tarihçi Claire Mouradian’ın ifadelerine atıfta bulunuldu ve “Ülkeye ve arşivlere erişim bir egemenlik meselesi olduğu için burada ‘müdahalenin’ sınırındayız. Öte yandan akademik özgürlüğe yönelik bir saldırıdan da söz etmek mümkündür, çünkü bunlar araştırma alanında uluslararası işbirliği olmadan düşünülemez” denildi. Türkiye’ye gitmenin tehlike içerdiği belirtilerek, Lyon Üniversitesi’nde matematikçi, Barış Akademisyenleri üyesi Tuna Altınel’in, 2019 yılında terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklanması ve pasaportunun verilmemesi olayı örnek gösterildi.
Rapora göre, Fransa’nın önemli düşünce kuruluşu IFRI’nin, “Türkiye ve milliyetçi çevrelerin yıldırma politikalarına maruz kaldığını, 2015 yılında, bir öğrencinin ‘Amerika’nın Ermeni soykırımını tanıması üzerine tez yazması’ üzerine, sitelerinin aşırı milliyetçi Türkler tarafından ‘hack’lendiğini, bir IFRI uzmanının televizyon ekranlarından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirmesinin ardından sosyal medyada “tehdit ve karalama kampanyası ile karşılaştığının” altı çizildi. Bu tür saldırıların doğrudan Türk hükümeti tarafından yürütülen eylemler değil, daha çok ülke yetkilileri tarafından desteklenen ve teşvik edilen milliyetçi grupların inisiyatifi” olduğu ifadelerine yer verildi.
[UHA Haber Ajansı, 13 Ekim 2021]