İhtilaflı Bölgelerde NAVTEX İlan Edilmesi
ANKARA – UHA HABER / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku Anabilim Dalı araştırma görevlisi Halil İbrahim AKCAN, SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’n sitesinde yayınlanan analizinin ‘İhtilaflı Bölgelerde NAVTEX İlan Edilmesi‘ bölümünde ise AB’nin, tarafsız bir ara buluculuk yaparak konuyu çözüme ulaştırmaya çalışmaktan ziyade Yunanistan ve GKRY tarafından öne sürülen tezleri destekleyerek bunları Türkiye’ye dikte eder
nitelikte bir tutum takındığının altını çiziyor.
İhtilaflı Bölgelerde NAVTEX İlan Edilmesi
Halil İbrahim AKCAN, raporda Türkiye Cumhuriyeti’ne getirilen bir diğer eleştirinin de GKRY’nin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) alanını ihlal eder nitelikte olduğu belirtilen NAVTEX ilanı olduğuna dikkat çekildiğini ifade ediyor.
AKCAN, Bu kavramın navigational telex kelimelerinin kısaltılarak birleştirilmesi ile ortaya çıkan ve denizcilere hava durumu tahminleri, seyir bilgileri, acil durumlar, emniyet bilgileri ve çalışma yapılan sahalar hakkında bilgiler sunan uydu destekli deniz haberleşme sistemi olduğunu hatırlatıyor.
Yürütülen çalışmaların hassasiyeti sebebiyle diğer gemilerin bölgeden uzaklaşması için bir ikaz işareti veya bir ülkenin egemen yetkilerinden kaynaklanan arama hakkını ifade eden bir işaret olarak kullanılmasının da mümkün olduğuna dikkat çeken Araştırma görevlisi Halil İbrahim AKCAN,
Nautical Geo gemisinin Türk kıta sahanlığını ihlal etme girişimlerinin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin 8 Ekim 2021’de ilan ettiği NAVTEX ile 10 Ekim-9 Kasım arasında sismik araştırma faaliyetleri gerçekleştirileceğini duyurduğunu belirtiyor.
“9 Ekim’de ise GKRY ilan edilen alanın bir bölümünün kendi Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) alanını içerdiği ve bu sebeple hukuka aykırı olduğu iddiası ile itirazda bulunmuştur” diyen AKCAN, “Türkiye ise karşı NAVTEX yayımlayarak bu iddiaları reddetmiştir. GKRY tarafının Münhasıran Ekonomik Bölge (MEB) alanının ihlal edildiği iddialarına muhatap olan Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ülke içerisinde ise ilan edilen NAVTEX ile Doğu Akdeniz’deki haklarından vazgeçmiş imajı çizdiği yönünde eleştirilere maruz kalmıştır” dedi.
Türkiye’nin bölgeye ilişkin olarak yürüttüğü politikalar uluslararası hukuka uygun,
çözüm odaklı ve kendi içerisinde tutarlıdır. Yunanistan ve GKRY’nin ortaya koyduğu yaklaşımlar ise uluslararası hukukla ve hatta kendi tezleri ile önemli çelişkiler
barındırır niteliktedir.
Halil İbrahim AKCAN, olay incelendiğinde bu krizin de bölgede sınırların belirsizliğinden ve Kıbrıs meselesinin halen çözüme kavuşamamış olmasından doğan feri nitelikte bir durum olduğunun görüldüğünü ifade ediyor ve şöyle devam ediyor:
“Dolayısıyla bu ve benzeri sorunların çözümü ve benzer yeni sorunların ortaya çıkmasının engellenmesi ancak asli sorunların çözümü ile mümkün olacaktır. Bunun yanında değinilmesi gereken bir diğer nokta –Türkiye Cumhuriyeti yönetimine ülke içerisinden yöneltilen eleştiriler de göz önüne alındığında– bölgedeki anlaşmazlık ve belirsizlikler uzadığı müddetçe devletlerin orta yolcu bir çözümü halklarına kabul ettirmelerinin gittikçe zorlaşacağı gerçeğidir”.
Türkiye-Libya Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Mutabakatı
Raporda Türkiye Cumhuriyeti’ne yöneltilen eleştirilerden bir diğerinin de Libya ile gerçekleştirdiği deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakata yönelik olduğuna dile getiren Araştırma görevlisi AKCAN, raporda bu mutabakat ile üçüncü ülkelerin egemenlik haklarının ihlal edildiği, mutabakatın 1982 BMDHS’ye uygun olmadığı ve neticede üçüncü devletler açısından hukuki sonuç doğurmadığına yönelik kanaatlerin ortaya konulduğunu açıklıyor.
Halil İbrahim AKCAN, “Öncelikle belirtmek gerekir ki (daha önce ifade edildiği üzere) Türkiye Cumhuriyeti 1982 BMDHS’ye taraf olmadığından sözleşme ile doğrudan bağlı değildir ancak ısrarlı itirazcı olmadığı teamül hukuku haline gelmiş kurallarla bağlı” olduğunu ifade ediyor.
Günümüzde her ne kadar 1982 BMDHS’de ifade edilen sınırlandırma prensipleri ile teamül kurallarının özdeş olduğu kabul edilmekteyse de 35 kıta sahanlığı sınırlandırılmasında ortay hattın sınırlandırmada teamül hukuku kuralı haline geldiği kabul görmediğini hatırlatan AKARCA, Bu yüzden mutabakatın doğrudan 1982 BMDHS’ye aykırı olduğu iddiası ile Türkiye Cumhuriyeti’nin eleştirilmesinin uluslararası hukuk bağlamında mesnetsiz olduğunun altını çiziyor.
Halil İbrahim AKCAN, “Kaldı ki raporda mutabakatın hangi hususlarının sözleşmeye aykırı olduğu açıklanmadan böyle bir genel ifadeye yer verilip Türkiye Cumhuriyeti’nin eleştirilmesi, hukuki bir soruna hukuki bir çözüm getirilmesi arzusundan ziyade Birlik üyesi ülkelerin tezlerinin Türkiye’ye dikte edildiği imajını oluşturmaktadır” diyor.
Ayrıca raporda mutabakatın üçüncü ülkelerin egemenlik haklarını ihlal ettiğinden bahsedildiğini de ifade eden AKARCAN, “Burada kastedilen üçüncü ülkenin Yunanistan olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Türkiye-Libya arasındaki mutabakatla belirlenen deniz yetki alanının önemli bir kısmı Yunanistan-Mısır arasındaki antlaşmada Yunanistan’ın yetki alanında kalmakta” olduğunu dile getiriyor.
Araştırma görevlisi AKCAN, raporda yer alan bu ifadelerin esasen Yunanistan’ın konu hakkındaki tezlerinin aynen tekrarlanması ve bu durumun AB’nin Doğu Akdeniz sınırlandırma sorunlarına yaklaşımında uluslararası hukukun ilgili kurallarına uyma kaygısı gütmediği ve açıkça taraflı bir tutum sergilediğinin kanıtı olduğun açıklıyor.
Halil İbrahim AKCAN, “Oysa tıpkı Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmediği müddetçe Yunanistan-Mısır arasındaki antlaşmanın Türkiye için bağlayıcı bir etki doğurmasının mümkün olmaması gibi Türkiye-Libya mutabakatının da uluslararası hukuka aykırı olduğu yönünde bir beyandan ziyade mutabakatın Yunanistan tarafından kabul edilmediğinin beyanı daha objektif bir yaklaşımı”olduğunu kaydediyor.
HABER : Ataner YÜCE
***
YAZAR HAKKINDA
HALİL İBRAHİM AKCAN
2020’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2021’de İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde Kamu Hukuku alanında tezli yüksek lisans eğitimine başlamıştır. Avukatlık stajını aynı yıl içerisinde tamamlamıştır. Kasım 2021’den bu yana Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.
[UHA Haber Ajansı, 10 Şubat 2022]