Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi’nde, Engelsiz Türkiye Programı’nda konuştu.
Erdoğan, konuşmasında şunları kaydetti;
Engelsiz Türkiye programı vesilesiyle sizlerle bir araya gelmenin bahtiyarlığını yaşıyorum. 81 ilimizdeki milyonlarca engelliyi temsil eden programımızı teşrif eden tüm kardeşlerimize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum. Sözlerimin hemen başında ülkemizin ve dünyanın dört bir yanındaki tüm engelli kardeşlerimizin 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü şimdiden tebrik ediyor, kendileriyle birlikte aileleri ve tüm insanlık için hayırlar getirmesini Rabbimden niyaz ediyorum. Burada bulunan engelli kardeşlerimin şahsında varlıklarıyla ülkemize değer katan, azim ve kararlılıklarıyla hepimize örnek olan tüm engelli vatandaşlarımıza sevgilerimi, muhabbetlerimi iletiyorum.
Malumunuz, Birleşmiş Milletler öncülüğünde tüm dünyada kabul görmüş 3 Aralık Dünya Engelliler Günü, engellilerin sorunlarıyla ilgili farkındalığın artmasına, engelli insanların hayatlarını kolaylaştıracak yeni adımlar atılmasına vesile teşkil ediyor. Engelli kardeşlerimizin sorunlarının çözümü noktasında en önemli husus, bu konuyu her fırsatta gündeme taşımak suretiyle toplumsal hassasiyetin gerilemesine izin vermemektir. Şurası bir gerçek ki, engelli kardeşlerimizle ilgili ne kadar farkındalık oluşturabilir, mesuliyet duygusunu ne kadar yaygınlaştırabilirsek bu süreçte o kadar fazla yol alabiliriz, o derece başarılı olabiliriz. Bu bakımdan siyasi, sivil toplum ve hükümet olarak sosyal aktivitelerle, kültürel projelerle toplumsal bilinci artıran kampanyalarla hep beraber engelli kardeşlerimizin gündemine sahip çıkmamız, bu yönde atılan adımlara iştirak etmemiz, samimi destek vermemiz gerekiyor.
22 yıldır Türkiye’de değişimin ve dönüşümün öncülüğünü yapan AK Parti, toplumun her kesimini bu mücadeleye dahil etmek için öncü, örnek ve sürdürülebilir politikalar oluşturmaya devam ediyor. Partimizin düzenlediği bu programın da engelli kardeşlerimizin hayatlarını daha da kolaylaştırma ve toplumla bütünleşmelerini sağlama çabalarımıza katkı sunacağına inanıyorum. Bu anlamlı programı tertipleyen AK Parti Sosyal Politikalar Başkanlığı’mıza teşekkür ediyor, Rabbimden üstün başarılar temenni ediyorum.
“Türk beklenendir, Türk yolu gözlenendir”
Gölgesinde yaşamaktan bahtiyarlık duyduğumuz medeniyet çınarımızın kökleri yüzlerce yıl ötesine uzanıyor. Merkezine insanı ve insanlık değerlerini alan bu medeniyetle biz farklı coğrafyalara iyiliği, adaleti, şefkati ve merhameti taşıdık. “İnsan insanın kurdudur” yerine “İnsan insanın yurdudur” dedik ve insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla hareket ettik.
Bugün gönül coğrafyamızda hangi evi ziyaret etseniz orada mutlaka Türkiye’ye dua eden, bu millete selam gönderen, bizleri ve ecdadı hayırla yad eden insanlarla karşılaşırsınız. Türk beklenendir, Türk yolu gözlenendir tespitinin kuru bir hamaset değil güçlü bir hakikat olduğuna pek çok yerde şahitlik edersiniz. Biz de yurt dışı seyahatlerimizde defalarca şahitlik ettik. Bu elbette ki parayla, güçle, zorla elde edilebilecek bir paye değildir.
Kalplerin kilidini açmak, iyiliğe giden yolu bulmak ve tertemiz bir mazinin taşıyıcısı olmak, inanınız ki her millete nasip olacak bir onur değildir. Türkiye adına, Türkiye’nin istiklal ve istikbal mücadelesi adına Türkiye Yüzyılı’nın inşası adına çok büyük bir kazanımdır, önemli bir referanstır. Bakınız burada ecdadın engelli konusuna nasıl yaklaştığını sizlere kısaca hatırlatmak istiyorum.
Selçuklu döneminde sultanlar Darüşşifa kurumlarıyla, Ahi teşkilatı orta sandıklarıyla, vakıflarımız hankah ve şifahanelerle engellilerin ve hastaların daima yanında olmuştur. Engelliler askeri ve idari görevlere getirilmiş, titizlikle himaye edilmiş, sosyal hayata katılımları teşvik edilmiştir. Bir vakıf medeniyeti olan Osmanlı’da engellilere dönük hizmet ve faaliyetler devletin siyasi yapısında önemli bir yer tutmuştur. Müsahiplik yani padişah müşavirliği dahil engellilerin Osmanlı Devleti’nin farklı kademelerinde önemli vazifeler üstlendiği çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçektir.
Hırka-i Saadet Dairesi’nde görev alan Darülhuffaz gibi kurumlarla yetişip hafızlık yapan farklı din hizmetlerinde bulunan nice engellinin hayatın her alanında güçlü bir şekilde var olduğunu biliyoruz.
Ecdat, vakıflar, eğitim ve sağlık kurumları, imarehanelerle engellilerin toplumsal hayattaki varlığına şahit oluyoruz. Vakıflar, eğitim ve sağlık kurumları, imarehanelerle engellilerin topluma kazandırılmasına müthiş bir hassasiyet göstermiştir. Ülkemizde kimi marjinal çevrelerin bitmeyen bir kinle, özellikle hedef aldığı Sultan II. Abdülhamid Han, 1889’da açtırdığı bir mekteple işitme ve konuşma engelli kişilerin çağın üzerinde bir eğitim almalarını sağlamıştır.
Bu okulun öğrencileri at arabalarının ve diğer araçların kendilerini fark etmeleri için kırmızı renkli bir kıyafet giyerlerdi. Sultan Abdülhamid Han bu öğrencilere özel bir ihtimam gösterirdi. Bir gün dönemin maarif vekaletini bu talebeler için bir talimatname hazırlamış ve mahalli idarelere göndermiştir. Bu talimatnamede kırmızı renkli elbise giyen öğrencilere dikkat etmeyen tüm arabacılar amirleri tarafından uyarılmaları, gerekirse cezai işleme tabi tutulmaları emredilmiştir. Yine o günlerde işitme ve görme engelli okul talebeleri Abdülhamid Han’a bir mektup yazarak kendilerine yönelik hizmetlerden ötürü sultana şükranlarını ifade etmişlerdir.
“Vatandaş ayrımını asla tasvip etmiyoruz”
İşte biz böyle bir geçmişten, böyle bir devlet geleneğinden, hamdolsun böyle erdemli ve kapsamlı bir sosyal politika tecrübesinden geliyoruz. Açık söylüyorum, bundan da iftihar etmemiz, gururlanmamız gerekiyor. Başkaları gibi devletimizin ve milletimizin tarihini bir asır öncesinden başlatıp geçmişi reddetmek yerine tarihi bir bütün olarak kucaklıyor, maziden bugüne ve geleceğe güçlü köprüler kurmaya gayret ediyoruz. Ecdattan miras kalan ne kadar değer, ne kadar uygulama varsa hepsini muhafaza etmenin, daha ileri seviyelere taşımanın çabasındayız.
Sosyal adaleti güçlendirmeyi, eşitsizliği gidermeyi hedefleyen, kuşatıcı, insan odaklı yaklaşımlarımızın gerisinde işte bu tasavvur bulunuyor. Biz her zaman şunu savunduk; bugün de aynı hassasiyeti taşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi millettir. 85 milyonun tamamıdır. Köken, inanç, mezhep, meşrep ayırmaksızın milletimizin tüm fertleri devletimizin nazarında aynı derecede hizmete ve hürmete layıktır. Tek parti faşizmi ve darbe dönemlerindeki gibi makbul olan ve olmayan vatandaş ayrımını asla tasvip etmiyoruz.”