Avrupa’nın güvenliği Türkiye olmadan mümkün mü?
* Rusya-Ukrayna Savaşı ile AB ülkelerinin gündemindeki en önemli konulardan biri de ‘Kendimizi ne kadar koruyabiliriz?’ sorusunun yanıtı.
* Kıtanın mevcut şartlarda kolektif bir koruma şemsiyesine ulaşabilmesinin çok zor olduğuna işaret eden uzmanlar, Ankara’nın hem jeopolitik hem politik hem de askeri açından Avrupa için zorunluluk olduğu görüşünde.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan düzende kendisini barış, huzur ve refah üzerine yeniden şekillendiren Avrupa ülkeleri aradan geçen yarım yüzyılın ardından tüm bu değerleri kaybetme riskiyle karşı karşıya oldukları yeni bir gerçekliğe doğru hızla yaklaşıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başından bu yana yaşanan kimi gelişmeler özellikle AB ülkeleri için ‘Olası bir risk durumunda kendimizi koruyabilecek güçte miyiz?’ sorusunu yeniden ilk sıraya taşıdı. Eldeki verilere bakılırsa Avrupa’da askeri açıdan kendini koruyabilecek ülke sayısı çok az. Kıtanın en büyük gücü olan ve Avrupa Birliği için de lokomotif görevi gören Almanya için de durum iç açıcı değil.
[1951’de atılan imzaların ardından kurulan birliğin hedefi Avrupa’da kalıcı barışın tesisiydi. ]
Geçtiğimiz günlerde Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın “Avrupa’da yeni güvenlik mimarisinin zamanı geldi. Türkiye kesinlikle bunun içinde olmalı. Türkiye olmadan uzun süreli barış Avrupa için mümkün değil” açıklamasını da bu kapsamda ele almak gerekiyor.
Peki, gerçekten de Avrupa için yeni bir güvenlik mimarisi mümkün mü yoksa herkes kendini kurtarmanın derdine mi düşecek? Refah ve huzurun kıtasında savaş çanları çalarken Ankara tüm bu sürecin neresinde olacak? Detayları, Emekli Büyükelçi Uluç Özülker ile konuştuk…
“Avrupa askeri açıdan çaresiz”
Özülker, belki de en son söyleyeceğini ilk baştan söylüyor ve Avrupa’nın mevcut tabloda özellikle askeri açıdan pek de birlikte hareket edebilecek durumda olmadığının altını çiziyor.
Bu görüşünü kimi olaylar üzerinden de somutlaştırıyor ve Avrupa’nın Ukrayna’nın başına gelenlerin ardından verdikleri sözleri dahi henüz tutamadığını söylüyor. Hatırlanacağı üzere o dönemde Batılı başkentler çok büyük yardım güvencesi vermiş ancak gelinen noktada ABD dışında taşın altına elini koyan pek kimse olmamıştı.
Sadece askeri yardım meselesi de değil… Avrupalı başkentler savunma harcamalarını artıracaklara söz vermiş, NATO üyesi olanlar da gayri safi milli hasılalarının en az yüzde 2’sini savunma için ayıracaklarını teyit etmişti. Ancak bunların da birkaç istisna hariç henüz hiçbiri gerçekleşmedi.
Uluç Özülker’e göre tüm bunları alt alta değerlendirdiğinizde Avrupa henüz ne yapacağına karar verebilmiş değil. Avrupa’yı konuşurken Almanya’yı biraz daha derinlemesine ele almak gerektiğine inanıyor Özülker ve konuyu Berlin’in attığı ya da atamadığı adımlara getiriyor.
[Almanya, savaşın ilk dönemlerinde Ukrayna’ya 5 bin asker kaskı bağışlayacağını açıklamış ve bu durum ciddi tepki çekmişti.]
“Almanya silahsızlanma karşılığı bu refaha kavuştu”
Almanya olmadan AB içerisinde neredeyse kimsenin bir yere gelemeyeceğini kaydediyor Özülker ve burada en temel noktanın ekonomik güç olduğuna dikkat çekiyor. Almanya’nın böylesine büyük bir ekonomik güç olmasında İkinci Dünya Savaşı sonrası dizayn edilen yeni düzenin etkin olduğundan bahsediyor.
Özülker’e göre Almanya ‘Ben sizin için askeri bir sorun olmayacağım ve silahsızlanıyorum’ dedikten sonra kendini özellikle savunma anlamında ABD’ye teslim eden bir tutum sergiledi. “Bunun karşılığında da sanayii çarkları döndü ve çok büyük bir refaha kavuştu. Ekonomideki bu başarısını silahlı kuvvetleri çok geri planlara atmasına borçludur. Ancak gelinen noktada Avrupa’daki herkes gibi Almanya’nın da aklında aynı soru var… ‘ABD’ye ne kadar güvenebilirim?’ sorusu. Bence kimse ABD’ye tam anlamıyla güvenemeyeceğini biliyor” diyor Özülker.
[Almanya Başbakanı Scholz’un milyarlarca euro’luk yeni askeri paketi muhaliflerden tepki alıyor.]
Savunma harcamaları zaruri mi gereksiz mi?
Almanya’nın yaklaşık 300 milyar Euro’luk bütçeyle ordusunu yeniden ayağa kaldırmayı hedeflediği bilgisini paylaşıyor Özülker ancak henüz 100 milyar avroluk kısmında bile ülke içinde çok ciddi tartışmaların yaşandığını anımsatıyor.
Kimi Alman muhalif siyasiler orduya bu nedenle büyük paralar harcanmasını gereksiz buluyor. Burada bir parantez açalım ve Eski Alman Genelkurmay Başkanı Harald Kujat’ın bu harcamalar için “Çok doğru ve mecburi. Güvenlik ortamı artık değişti. Biz ise yıllarca kendi ordumuzdaki pek çok birliği lağvettik. Deniz Hava Kuvvetlerimizi bitme noktasına getirdik ve diğer kritik savunma reflekslerimizi tamamen körelttik” dediğini belirtelim.
[Macaristan Başbakanı Orban, Avrupa’da güvenliğin Türkiye olmadan mümkün olamayacağı görüşünde.]
Türkiye olmadan Avrupa’nın güvenliği ne kadar mümkün?
Uluç Özülker, Almanya’nın genel halini anlattıktan sonra Fransa, İspanya, İtalya gibi ülkelerin de pek farklı olmadığını söylüyor. Fransa’nın daha çok sömürge ülkelerde konumlandığını, kendi evindeki durumunun çok iyi olmadığını kaydediyor.
Ancak atlanmaması gereken bir detaydan da bahsediyor Özülker ve bu ülkelerden bazılarının nükleer güç sahibi olduğunu, bu nedenle de çok ciddi caydırıcılıkları bulunduğunu söylüyor.
Macaristan Başbakanı Orban’ın “Türkiye olmadan uzun süreli barış Avrupa için mümkün değil” cümlesine sözü getiriyor Özülker. Bütün halinde Avrupa ele alındığında kıta genelinde herhangi bir düşmana karşı birlikte harekete edebilecek bir yapı olmadığını sözlerine ekliyor.
[AB daha önce ‘ortak bir askeri yapı’ kurmayı denese de süreç bir türlü tamamlanamadı.]
“Anadolu, Avrupa için bir zorunluluk”
Peki, Ankara bu fotoğrafın neresinde? Avrupa güvenliğinin jeopolitik açıdan Anadolu’dan geçtiğinin altını çiziyor Özülker. Türkiye’nin NATO’da ilk 5 büyük güç arasında olduğunu belirtip, “Askerin harbe hazırlık oranı, yürütülen aktif faaliyetler ve sayı üzerinden ele alırsak ABD’nin ardından ikinci sırada geliyoruz” diyor.
Batı’nın coğrafi açıdan sorun yaşayabileceği en güçlü alanın kıtanın doğusu olduğundan bahsediyor Özülker ve şunları söylüyor:
“Haliyle doğu sınırındaki ülke ne kadar güçlü olursa Avrupa’nın güvenliği de o kadar sağlam olur. Evvela bunu çok iyi anlaması lazım Batı’nın. Türkiye doğal olarak Avrupa için bir tampondur. Bunu sadece askeri açıdan düşünmeyin. Sosyolojik açıdan da bu böyledir.
Doğudaki ülkeleri yaşanmaz hale getiren Batı’dır. Oradaki insanları yerlerinden eden Batı’dır. Ama o insanlar evinden olup batıya doğru hareket edince onları her ne pahasına olursa olsun durdurmak isteyen de yine Batı’dır.
Macar Başbakan’ın sözleri çok anlamlıdır ancak AB içerisinde bunun doğruluğunu bilse dahi bu konuda adım atacak lider sayısı maalesef çok azdır. Çünkü onlar için Türkiye çok farklı anlamlar taşır. Yüzyıllardır bu böyle olmuştur. Bizim AB’ye kabul edilmeyişimizin sebeplerinden biri de bu durumdur.”
[Türkiye, gerektiğinde dünyanın farklı noktalarında da askerlerini konuşlandıran bir yol izliyor.]
“Yeni dünya düzeninde Türkiye denge unsuru”
Avrupa’nın gelinen noktada Türkiye’yi kaybedecek lüksü olmadığının altını çiziyor Özülker. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenin artık değiştiğine işaret edip, Rusya, Hindistan, İran, Çin gibi birlikte hareket eden blokun olduğunu anlatıyor. Haliyle ABD’nin tek başına olmadığı bir fotoğraf ortaya koyuyor.
“Tüm bunların içinde Türkiye her anlamda öyle bir noktada bulunuyor ki, terazinin hangi tarafına meyletse o taraf küresel anlamda öne çıkıyor” diyor Özülker ve “Ancak ben Ankara’nın herhangi bir seçim yapmayacağını ve çok doğru bir şekilde denge politikasını devam ettireceğini düşünüyorum” cümlesiyle sözlerini tamamlıyor.