Ateşten gömlek: Sınır hattında habercilik
Terör saldırıları, operasyonlar ve beklenen kara harekatı ile gözlerin çevrildiği sınır bölgesinde gazeteciler de gece gündüz nöbette. TRT Haber, Karkamış’taki muhabirlerle sınırda çalışmanın zorluklarını konuştu. Ortak görüşleri, sıfır noktasındaki risk barındıran bu görevi yapmanın mesleki mutluluğu…
Kimini sesinden tanıyoruz, kimini görür görmez anımsıyoruz, kimini de ismen bilip gelişmeleri özellikle ondan dinlemek istiyoruz… Bazen de öylesine açık bıraktığımız bir televizyonda, trafikte dinlediğimiz radyoda ya da sosyal medya hesaplarımıza düşen son dakika haberinde onlara denk geliyoruz. Suriye sınırının sıfır noktasından tüm gelişmeleri bize anbean aktarmaya çalışan basın mensuplarından bahsediyoruz…
Suriye’nin kuzeyindeki terör unsurlarına yönelik kara harekatı ihtimalinin arttığı bugünlerde haberciler bölgede hayli aktif. Suriye sınırının sıfır noktasında bulunan Karkamış’ta görevli muhabirlerle konuştuk.
Sınır hattı gazeteciliği çok farklı bir gerçek
İstanbul ya da Ankara gibi büyük bir şehirde gazetecilik yapmakla sınır hattında gazetecilik yapmanın ne gibi farkları olduğunu merak ediyoruz. Konuştuğumuz isimlerin hemfikir olduğu net bir yanıt var. O da ikisinin kesinlikle birbirinden çok farklı olduğu gerçeği… Bu gerçeğin paydasına ‘bilinmezlik’ ekliyor bölgedeki muhabirler.
TRT Haber muhabiri Büşra Çelik, sınır hattını anlatırken “İstanbul ya da Ankara’da programınız hemen hemen bellidir. Ancak burada her an her şey olabilir.” cümlesini kullanıyor.
A Haber Muhabiri Esra Keskin de benzer görüşte. Farkı daha iyi anlatabilmek adına konuyu biraz daha açıyor ve İstanbul’daki rutin bir gününü anlatıyor. Sabah yapılan haber toplantısı, haber önerilerinin toplanması, muhabirlerin sahayı çıkması ve haberlerin yapılması… “Ama burada durum daha farklı. Nerede ne zaman, ne olacağını kestiremiyorsunuz. Ve tüm bu bilinmezliğin içinde bir yandan da kendinizi korumak zorundasınız.” diyor.
Haber Global’den Murat Karataş da muhabir arkadaşlarının görüşlerine katılıyor. Buradaki yüksek tansiyonun bir süre sonra ‘alışkanlık yaptığından’ dem vuruyor. Sınırda görev yapan bir muhabirin İstanbul’a dönüşünü ise ‘sudan çıkmış balık’ örneğiyle özetliyor.
Bölge muhabirleri için işler biraz daha kolay
Gazetecilerin topluca olduğu yerlerde o bölgeyi iyi bilen ya da benzer görevlere daha önce sıkça çıkmış isimler grubun dikkat kesildiği kişiler olur. Çünkü nereye gitmeniz, kiminle konuşmanız, hangi kestirme yolları kullanmanız ya da nerelerden uzak durmanız gerektiğini onlar çok iyi bilir.
Anadolu Ajansı Gaziantep Muhabiri Mehmet Akif Parlak, Karkamış’taki haberciler arasında bu profile uyan isimlerden biri. Parlak da durumun farkında. “Normalde de bu bölgede yaşadığımız için haliyle buranın dinamiklerini çok yakından biliyoruz.” cümlesiyle kendi durumunu anlatıyor.
Peki, bölgeye dışarıdan gelen basın mensuplarıyla normalde o bölgede çalışan muhabirler arasında nasıl bir fark oluyor? AA Muhabiri Parlak bir gözlemini anlatıyor. Özellikle bölgeye ilk kez gelen haberciler, bilhassa top atışı seslerinde bir anda ayağa kalkıp haber için hazırlık yapmaya başlıyor.
“Alışık olmadıkları için bu çok normal bir durum.” diyor. Kendileri normalde de burada yaşadıkları ve çok sık denk geldikleri için artık top atışlarını kimin, nereye doğru yaptığını sesinden anladıklarını belirtiyor.
Haberciler korkusuz mu olmalı?
Karşımızda Karkamış Sınır Kapısı yazan Türk bayraklı duvarı görüyoruz. Bulunduğumuz yer teröristlerin saldırısında isabet alan tırın park ettiği alan. Hemen ilerimiz Ayşenur Öğretmen’in şehit düştüğü okul. İlçedeki neredeyse her duvarda şarapnel izi var.
Böyle bir ortamda haliyle ‘korku ve endişe’ üzerine de konuşuyoruz. Patlamanın hemen ardından canlı yayına bağlanmak, ortalık toz dumanken deklanşöre basmak, o an ki kaosta her şeyi geride bırakıp yaşananları kayda almak…
Aslında bu soruya cevap veren tüm muhabirler korku ve endişeleri olduğunu açık yüreklilikle söylüyor. Hemen ardından ‘ama’ deyip neden bunu bastırmak zorunda kaldıklarını anlatıyorlar.
Örneğin TRT Haber’den Büşra Çelik’e göre zaten gergin olan bir ortamda bölgedeki muhabirin de gergin olması ve bunu ekrana yansıtması pek iyi sonuçlar vermeyebilir. “Kimseyi paniğe sevk etmeden, kendimiz de panik olmadan işimizi yapmak zorundayız.” diyor.
A Haber’den Esra Keskin, “Zaman zaman boğazımızın düğümlediği, konuşamadığımız anlar oluyor. Çünkü biz de insanız. Ancak bu işin sırrı soğukkanlı olmak. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.” cümleleriyle anlatıyor bakış açısını.
[Sınır hattındaki gazeteciler yayın olmadığı sırada da zamanlarını birlikte geçiriyor.]
“Habercilik sevgisi her şeyin önüne geçiyor”
AA Muhabiri Mehmet Akif Parlak ve Haber Global’den Murat Karataş da ‘korku her zaman var’ görüşünde. Ancak onlar da işin doğası gereği bunun bastırıldığını anlatıyor. Parlak ilginç bir bilgi paylaşıp bazen haber sırasında risk aldığını söylüyor. “Haber bitince ‘keşke yapmasaydım’ diyorsunuz. Aileniz gözünüzün önüne geliyor. Ama bir sonraki haberde yine yapıyorsunuz. Çoğu zaman habercilik sevgisi geride bıraktıklarımızın sevgisinin önüne geçiyor.” ifadesini kullanıyor.
Karataş ise “İçinizde merak duygusu var. Bir şeyi gidip bulmak, onu haberleştirmek ve çekmek. Güzel bir kareyi, iyi bir görüntüyü yakalamak. O dürtü bastırsa da korku her zaman var.” görüşünü paylaşıyor.
[Karkamış’taki saldırının ardından bölgeye giden muhabirler olay yerlerinden tüm gelişmeleri aktarmıştı.]
Yayın olmadığı zamanlar neler yapıyorlar?
Gazetecilik temelinde birbirine ‘haber atlatma’ üzerine kurulu. Sektörde en yakın dostların bile birbirlerinden haber gizlediği, kaynak saklandığı ve uygun bir anda herkesin haber atlatabileceği bir sır değil.
Büyük şehirlerde döngü böyle. Peki sınırda da bu dürtü var mı? Burada basın mensuplarının genelde birlikte hareket ettiğini bilmek gerekiyor bu sorunun yanıtı için. Kameralar kapandıktan, yayınlar sonlandıktan sonra genelde aynı mekanda oturuyorlar. Kimi dinleniyor, kimi haberini hazırlıyor, kimi ertesi gün için merkezle konuşuyor. Haliyle burada ‘haber atlatmak’ pek mümkün olmuyor.
Örneğin bu satırları yazdığım sırada Karkamış’taki tüm basın mensupları, Suriye tarafını gören hakim bir tepede toplanmış gündelik yaşamlarına dair sohbet ediyor.
Aileler için de çok zorlu bir süreç
Buraya gelen basın mensuplarının da aileleri var… Kimisi eşini, kimisi çocuğunu, kimisi anne babasını bırakıp gelmiş. Ve genelde dönüş tarihleri de belli değil. Geldikleri bölgedeki riskleri kendileri kadar geride bıraktıkları da biliyor.
Bu durumu genelde gün içinde sıkça telefonla konuşarak çözüyorlar. Aileler de TV ekranlarında onları gördükçe en azından iyi olduklarını bilip daha rahat hissediyor.
Çoğunun ailesi ‘Orada ne işin var. Gitme’ dese de basın mensupları bu işi de bir şekilde idare ediyor. Buradan haberleri aktarmak kadar onları bekleyenleri ‘rahatlatmayı’ da görevleri arasında görüyorlar.
Masa başı iş mi sınır hattında gazetecilik mi?
Sıcak bir ofis, kurulu bir düzen, sürekli çeken bir telefon ve kesilmeyen internet… Plazalarda masa başında bir iş yapmak en azından kağıt üzerinde ‘daha iyi’ görünüyor. Sınır hattında bu zorlu şartlarda görev yapmayı mı tercih edersiniz yoksa masa başını mı diye soruyoruz…
Konuştuğumuz tüm isimler hiç düşünmeden ‘sınır hattında olmayı tercih ederim’ diyor. Haber Global’den Murat Karataş’ın “50 yaşındayım. İstanbul’da masa başı bir iş için bugüne kadar yöneticilerimle konuşmadım. Sağlığım yerinde olduğu sürece sınır hattına gelmeye devam etmek istiyorum.” sözleri belki de her şeyin özeti.
Her ne kadar bu haberde sadece Karkamış’taki muhabirlerle konuşmuş olsak da Çobanbey’den Akçakale’ye, Öncüpınar’dan sınırın öte tarafına kadar bölgedeki tüm basın mensuplarının mesleklerini en iyi şekilde yapabilmek için var güçleriyle çalıştıklarını biliyor ve hepsine kolaylıklar diliyoruz…
***
Yazar Hakkında
Sertaç AKSAN, Adana’da 1986 yılında doğdu. Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve TV Bölümü mezunu. 2009 yılında Anadolu Ajansında başladığı iş hayatında Star Haber, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Yeni Şafak gibi kurumlarda görev aldı.
Kasım 2019’dan bu yana TRT Haber’de çalışıyor.
[UHA Haber Ajansı, 14 Aralık 2022]