İsrail’deki Yargı Revizyonu Tasarısını ve Protestoları Anlamak -II-
* Son dört yıldır siyasi istikrarsızlığın içinde bulunan İsrail halkı beşinci seçime 2022 yılının son aylarında gitti ve belki de bu defa toplumun tüm hücrelerine yayılacak, daha şiddetli bir istikrarsızlığa sürüklendi.
* 37. hükümet bir kez daha Likud lideri Benjamin Netanyahu liderliğinde kuruldu.
* Gelgelelim sükûnet bir yana, son koalisyon hükümeti ve almayı planladığı kararlar İsrail’i tarihinde görülmemiş bir protestolar sarmalı içine çekti.
UHA / İnternational News Agency
İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, kaleme aldığı “İsrail’deki Yargı Revizyonu Tasarısını ve Protestoları Anlamak ” başlıklı yazısının bugünkü bölümünde de, “Tasarı onaylandığı takdirde yasama yetkisi daha da güçlenirken, yargı (Yüksek Mahkeme) yetkisi kısıtlanacaktır” diyor.
Bu durumda yapılması tasarlanan değişikliklerin en başında Yargıç Atama Komisyonunun kompozisyonun değişmesi olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, şunları söyledi:
“Dokuz üyeli bu komisyonda (biri adalet bakanı olan) 2 kabine üyesi, (biri muhalefetten olan) 2Knesset (İsrail meclisi) üyesi, 2 Baro üyesi, 2 Yüksek Mahkeme üyesi ve Yüksek Mahkemenin başkanı bulunmaktadır. Tasarıda baro temsilcilerinin komisyondan çıkarılarak biri hükümetten biri Knessetten olmak üzere iki siyasi kadronun daha Komisyona ilave edilmesi teklif edilmekte. Bu durumda tasarıya göre Yüksek Mahkeme yargıçlarına veto yetkisi sağlanacaksa da, komisyonda siyasiler çoğunlukta olacak. Bu da, atamaların siyasileşmesi yönünde bir tehlike doğacağı kanaatini yaratıyor. Yargı denetiminin düzenlenmesine (aslında zorlaştırılmasına) yönelik teklif ise Knessetten çıkacak herhangi bir kanunun hükümsüz kılınması/feshedilmesi için özel çoğunluk aranmasıdır. Böyle olunca, Temel Yasalar duruşma konusu olamayacak, Mahkemenin bu yasaların üstünde olması, yani onları denetlemesi engellenebilecek. Böylece, Temel Yasalara karşı açılacak davalarda Mahkemenin kararlarının kabulü için mecliste salt çoğunluğun (120 sandalyeli Knessette 61) aranması düzenlemesi geçtiği takdirde herhangi bir hükümetin Mahkemenin fesih kararlarını yeniden yürürlüğe koymasının önü açılacaktır”.
Bu hususun, özellikle temel ve azınlık hakları açısından sıkıntı doğurabileceğini söyleyen Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “Ayrımcı-dışlayıcı yasal düzenlemelere karşı bireyler haklarını arama konusunda dezavantajlı konuma düşebilirler. Mahkeme hükmünü ortadan kaldıran bu teklif (override clause) meclisin yargı denetiminden muaf olduğu bir durumun ortaya çıkmasına yol açabilir. Anayasal modellerde Anayasa Mahkemelerinin bu işlevini İsrail’de Yüksek Mahkeme üstlenmiştir. Mahkemenin aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine benzer bir şekilde hak gaspına karşı bireysel davalara da bakıyor olması yasaların bu bağlamda incelenerek hükümsüz hale getirilmesini engelleyecektir. Özellikle STK’ların azınlıklar lehine dava açma kabiliyeti sınırlanabilecektir” dedi.
Bunun iki dünya görüşünün karşı karşıya geldiği bir durum olduğu çıkarımını yapmanın da mümkün olduğunun altını çizen Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “zira sağ-dindar kanat, hâkimlerin sol eğilimli olduğunu öne sürerek yetkilerinin azaltılmasını isterken; sol-seküler kanat ise bu girişimin gücü ele geçirme planı olduğunu, ultra-Ortodoksların daha fazla koza sahip olarak demokratik yapının altını oyacağını düşünüyor” değerlendirmesinde bulundu.
İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “Yüksek Mahkemenin demokrasinin ve liberal değerlerin savunucusu haline geldiği süreci anımsamak, Mahkemenin yetkilerindeki değişikliğin halk nezdinde nasıl hakların ve özgürlüklerin kaybı anlamına geldiğini ve sokaklara döküldüğü bağlamı anlamaya yardımcı olacaktır” dedi.
“İsrail’de temel insan hak ve özgürlüklerini koruyan iki Temel Yasa olan İnsan Onuru ve Özgürlük (1992) ile Çalışma Özgürlüğü (1994) kanunları ülkenin demokratik yapısını güçlendirmek amacıyla yürürlüğe girmişti” diyen Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, şöyle devam etti:
“Ülkede insan hakları bağlamında önemli bir değişimi işaret eden bu düzenlemeler aynı zamanda Yüksek Mahkemeye yargı denetimi gücünü vermiştir. 1995’teki “United Mizrahi Bankası v. Migdal Kooperatif Köyü” davasında verilen karar bu açıdan dönüm noktası olmuş, ülkenin tarihine anayasal devrim olarak geçmiştir. Adı geçen davada Yüksek Mahkeme Temel Yasaların anayasal statüye sahip ve mutat yasaların üstünde olduğuna hükmetti. Knesset Mahkemenin hükümlerine uydu; davaya konu olan yasayı yeniden gündeme alsa da yukarıda sözü edilen Temel Yasaları göz ardı etmeden yasama yapma yoluna gitti. O dönem Mahkemenin başkanı olan Aharon Barak yazılı anayasa olmamasından doğan sıkıntıyı Temel Yasalara anayasal statü atfedilmesi suretiyle aşmış oldu. Böylelikle Mahkeme Temel Yasalara (anayasaya) aykırı yasamayı geçersiz kılma yetkisi edindi. İşte bu yüzden Barak da 37. hükümetin yargı revizyonunu demokrasiyi tehlikeye atacak bir adım olarak niteliyor. Özellikle İnsan Onuru ve Özgürlük yasası özel hayatın, mülkiyetin, bireysel özgürlüklerin korunması bağlamında bir güvence olagelmiştir”.
“İsrailli Filistinliler, Etiyopyalı Yahudiler, kadınlar, LGBTQ bireyler bu sayede hak arayabilmişlerdir” diyen Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, 2022 yılında iyice şiddetlenen Şeyh Cerrah’taki Filistinliler ile Yahudiler arasındaki mülkiyet sahipliğinden doğan tartışmalar ve zorla tahliyeler yaşandığı sırada Filistinli dört aile alınan tahliye kararını Yüksek Mahkemeye taşıdığını hatırlattı.
Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “Mahkeme evlerin mülkiyet hakkına dair durum kesinleşmediğinden söz konusu ailelerin evlerinde kalmaya devam etmelerine hükmetti. Eğer Mahkemenin yasamayı denetleme ve hükümsüz kılma yetkisi kalkarsa, son söz her zaman siyasetin olacak; dezavantajlı kesimlerin hak arama mercii ellerinden alınmış olacak. Bu açıdan hükümetin bu girişimini anayasal bir karşı devrim olarak nitelemek mümkün olabilir; 28 yıl geriye atılmış bir adım” olduğunu açıkladı.
İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, son tahlilde İsrail’de kitlelerin kararlılıkla sürdürmekte olduğu protestoların dindar ve seküler kesim arasında süregelen yaşam tarzı mücadelesinin bir yansıması olarak da yorumlanabileceğine dikkat çekti.
İsrail kurulurken David Ben-Gurion’un 1947’de ultra-Ortodoks Agudat Israel ile yaptığı Statüko Anlaşmasına göre Haredi erkekler askerlikten muaf tutulduğunu hatırlatan Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “Yüksek Mahkeme ise 10 yıl önce bunun anayasal bir hak olan eşitliğin altını oyan bir düzenleme olduğuna hükmetmişti. Askerlik konusu Haredi kesim ile seküler kesim arasındaki anlaşmazlıklardan sadece biri. Dindarların Şabata tüm ülkenin ve tüm halkın uyması beklentisi ve mümkün olursa bunu dayatma ihtimali de yaşam tarzı mücadelesini körükleyen hususlardan. Kadınların toplumsal yaşamdaki konumları da yakıcı bir konu” olduğunu vurguladı.
Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, Aşırı milliyetçi-dindar koalisyonun seküler kesiminin yaşam tarzına müdahale ederek, demokratik ve liberal değerlerden yoksun bir İsrail vücuda getirme ihtimalinin en büyük kaygıyı oluşturduğunu ve bunun protestolar sırasındaki pankartlardan ve sloganlardan gözlemlemenin de mümkün olduğunu açıkladı.
“Öte yandan, yargıyı kısıtlamaya yönelik bu girişimi sağın egemenlik hakkındaki pürist yaklaşımında da bulmak mümkün” olduğunu dile getiren Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “Egemen olan halktır, liderler halkın temsilcisidir; o zaman onların gücüne dair bir sınırlama – medya, mahkeme, muhalefet – meşru olamaz. Aynı popülist tutum başka ülkelerde deneyimlendi. Macaristan ve Polonya’da aşırı sağ iktidara gelir gelmez yargıda revizyona girişti; yasama sürecinin yargı denetiminden kaldırılması, atamaların yakın hâkimlerden yapılması gibi girişimlere bu ülkelerde de şahit olundu” ifadesini kullandı.
İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, “İsrail’deki Yargı Revizyonu Tasarısını ve Protestoları Anlamak ” başlıklı yazısını şöyle noktaladı:
“Haftalardır süren protestolar Netanyahu’nun bir nevi geri adım atmasını sağladı. Gelgelelim Netanyahu aşırı sağcı ortaklarının
taleplerini yerine getirmezse koalisyonun dağılması riski var ve Netanyahu bu riski göze alamayabilir. Öte yandan, Amerikan hükümetinin
olanları onaylamadığına dair gönderdiği sinyallerin etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Yine de protestolara katılan İsrailli Yahudilerin ve İsrailli Filistinlilerin kazanımlarını koruma mücadelesinin kayda değer önem teşkil ettiğini değerlendirmek elzemdir. Eğer Netanyahu kaldığı yerden devam ederse, İsrail’in anayasal bir krizle karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır. Filistinliler nezdinde Yahudi üstünlüğünü savunan aşırı sağcı bir hükümet hâlihazırdaki çatışma ve anlaşmazlıkların daha da şiddetlenmesi anlamına gelecektir. İsrail’in bölgedeki rakibi İran için ise ülkede yaşananlar bir iç zayıflık olarak nitelendiriliyor olabilir”.
Doç. Dr. Tuğçe Ersoy-Ceylan, İzmir Demokrasi Üniversitesi
***
Yazar hakkında
Tuğçe Ersoy-Ceylan İzmir Demokrasi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir. Galatasaray Üniversitesi’nden mezun oldu. Fransa’da Université Lyon II, Institut d’Etudes Politiques (IEP)’de Yakındoğu ve Akdeniz Araştırmaları Merkezi’nde eğitimine devam etti. Yüksek Lisans derecesini ODTÜ Ortadoğu Araştırmaları programından; doktora derecesini Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nden aldı. 2015’te İsrail Hayfa Üniversitesi’nde bulundu. 2022 yılında Brandeis Üniversitesi Schusterman İsrail Çalışmaları Merkezi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. İsrail siyaseti ve toplumu, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Orta Doğu siyaseti üzerine çalışmaktadır. Son olarak İsrail: Kimlik, Siyaset, Dış Politika, Güvenlik kitabının editörlüğünü yapmıştır.