Perspektif: Tayvan Krizi Ekseninde Asya Pasifik Coğrafyası ve Küresel Sistemin Geleceği
ANKARA – UHA HABER / Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğr. Göv. Diren DOĞAN, (SETA) Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı için ‘Tayvan Krizi Ekseninde Asya Pasifik Coğrafyası ve Küresel Sistemin Geleceği’ni Perspektif açıdan ele aldı.
Diren DOĞAN, yazısında 1-Tayvan krizi nasıl doğdu ve bugün hangi aşamaya gelindi? 2-ABD’nin Çin’e karşı Tayvan’ı silahlandırması ve ittifaklar kurmasındaki amaçları nelerdir? 3-Pelosi’nin ziyareti ve Tayvan krizinin geleceği meselesinde neler söylenebilir? başlıklarıyla irdeledi.
Diren DOĞAN, ‘Tayvan krizi nasıl doğdu ve bugün hangi aşamaya gelindi?’ konusunu Uluslararası Haber Ajansı (UHA)‘dan Ataner YÜCE’ye değerlendirdi.
21. yüzyılın ilk çeyreği aşina olunan coğrafyaların ötesinde yükselişe geçen aktörlerin uluslararası sisteme yönelik stratejilerinin yanında bu bölgelerdeki aktörler arasında meydana gelen krizlerle de dikkatleri çektiğine dikkat çeken Diren DOĞAN, “Bu krizlerden biri olan ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyaretiyle uluslararası toplumun dikkatini çeken “Tayvan krizi” büyük güç mücadelesi denilen ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki mücadelenin yansımasını da göz önüne sermektedir” dedi.
DOĞAN, birbirinden farklı amaçlara sahip üç uluslararası aktörü bir adada buluşturan Tayvan krizinin, Çin açısından kırmızı çizgi olarak kabul edilen ve müdahale edilmesinin iç işlerine karışmak şeklinde tanımlandığı bir mesele olduğunu hatırlatarak, Tayvan Adası’nın ana karaya bağlanması ve “tek devlet iki sistem” prensibi üzerinden Tayvan Boğazı’nın iki yakasındaki Han soyuna ait toplumların birleşmesini amaçlayan Çin stratejisinin, Tayvan’daki bağımsızlık yanlısı görüşleri beyan eden politikacıları ve çeşitli halk kitlelerini ayrılıkçılar olarak tanımlayarak “ulusal gençleşme”nin sağlanabilmesi için Tayvan’ın ana karaya bağlanmasını şart koştuğuğu dile getirdi.
Diren DOĞAN, “Nitekim bu amaç aynı zamanda Çin Devlet Başkanı Şi Jinping için de kişisel bir davaya dönüşmüştür. 2023’te görev süresi sona erecek olan Şi için Tayvan’ın birleşmesi kendini kanıtlaması ve yeniden seçilmesinin anahtarı anlamına gelmektedir. Bu sebeple Pekin yönetiminin sahip olduğu motivasyonla keskin ve tehditkar ikazlarda bulunmaktan çekinmediği görülmektedir” dedi.
Tayvan için ise bağımsızlığın hem demokratik bir mücadelenin dünyaya anlatılması hem de Tayvanlı kimliği üzerinden yeni bir ulusun inşa edilmesi açısından önemli bir mücadele olduğunu ifade eden DOĞAN, şunları söyledi:
“Tayvan toplumunun büyük bir kısmı için otokratik, baskıcı ve uluslararası sistemi kendisi için dönüştürmeyi amaçlayan bir Pekin yönetiminin aslında Çin medeniyetinin esas temsilcisi olmamakla birlikte bunun hem ana karadaki soydaşlara anlatılması hem de uluslararası toplumla paylaşılması önemli bir mücadeledir. Ayrıca bu mücadelenin iktidardaki Demokratik İlerleme Partisi ve Başkan Tsai Ing-wen’in liderliğinde yürütülmesi önemli bir nüanstır. Çünkü bağımsızlık dürtüsü Tayvan içinde eski ve yeni jenerasyonlar arasında da bir bölünme ortaya çıkarmaktadır. Bu bölünme daha önce iktidarda olan Kuomintang partisinin Çin ile nispeten uzlaşmacı politikalarıyla birleştiğinde, Tayvan meselesinde sürecin iktidardaki partinin tavrı ekseninde değişeceğini öngören ve yükselen tansiyonları mevcut iktidar partisinin savaş isteği olarak tanımlayan belirli bir kesim bulunmaktadır. Ancak bu kesimin karşısında daha büyük bir oranda bağımsızlık yanlısı olan, sayıları özellikle Hong Kong’daki gelişmelerle daha fazla artan ve dünya sahnesinde artık Tayvan ismiyle otonom bir ülke olarak yer almak isteyen geniş bir kesim mevcuttur.”
Diren DOĞAN, ABD’nin konumunun ise yükselen Çin karşısında bir taraftan Asya Pasifik’te kurmakta olduğu çevreleme stratejisine yüzen uçak gemisini andıran jeostratejik özelliğiyle Tayvan’ı dahil etmek diğer taraftan uluslararası düzenin temel taşlarından olan demokrasi kavramının Çin’e karşı bayrak taşıyıcılığını yapan Tayvan’ı destekleyerek hem bu düzenin devamlılığını sağlamak hem de iç politikasında destek kazanmak olduğunu belirtti.
DOĞAN, “Elbette sürecin bu noktaya gelmesinde son yıllarda AB’nin Tayvan’a yönelik attığı adımlar, Avrupa Parlamentosu’nun Tayvan ziyaretleri, Litvanya’nın Tayvan Temsilciliğini açması, yakın zamanda suikasta kurban giden Şinzo Abe’nin Japonya’nın Tayvan’ı desteklemesi yönündeki açıklamaları ve Tayvan Savunma Bakanlığının 2022’de yayımladığı Beyaz Kitap’ta Tayvan’ın demokratik değerlerine karşı Çin’in baskılarının not edilmesi gibi gelişmeler süreç içerisinde Tayvan krizini etkileyen farklı aktörlerin attıkları adımlar” olduğunu açıkladı.
TAYVAN KRİZİNİN DOĞUŞU
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğr. Göv. Diren DOĞAN, bu krizin aslında uzun süredir mevcut bulunduğunu, son yıllarda ise ülkelerin değişen stratejileri çerçevesinde yükselişe geçtiğini belirtmenin isabetli bir yorum olduğuna dikkat çekti.
1949’daki iç savaşı Mao liderliğindeki komünist tarafın kazanmasının ardından milliyetçi Çin tarafını temsil eden Çan Kay Şek ve diğer yönetici kesim ABD’nin 7. Filosu vasıtasıyla Formosa Adası’na gitmiş ve burada Çin Cumhuriyeti’ni ilan ettiğini ifade eden Diren DOĞAN, şunları belirtti:
“Çan Kay Şek sürecin ardından bu adada 1949’dan 1987’ye kadar süren bir sıkıyönetim ilan ettiğini, bu gelişmelerin kendisini Çin kültürü, tarihi ve tüm diğer miraslarının sahibi gören iki farklı yönetimi ortaya çıkarmıştır: ana karadaki Çin Halk Cumhuriyeti ve Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti. Dönem içerisinde Çin Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde temsil yetisine sahip olan koltukta oturmuştur. Tayvan’ın dönemin konjonktürel gelişmelerinin paralelinde uluslararası toplum tarafından kabulü oldukça rahat olmuştur.
Bu dönemde komünizmin karşısında bulunan her şeyin ortak bir amacın neferi kabul edilmesi ve Birleşmiş Milletler’de (BM) ABD’nin ciddi bir ağırlığının bulunması da sürecin kolay işlemesine imkan tanımıştır. Bu kapsamda 1949 sonrasındaki süreçte Hindistan ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Pekin yönetiminin BM’de Çin toplumunu temsil eden esas devlet olduğuna yönelik iddiaları BM gündemine taşımak istemiş ancak bu talepler BM’deki genel çoğunluk tarafından yapılan oylamalarla reddedilmiştir”.
1960’ların sonundan itibaren ve özellikle SSCB-Çin sınır çatışmasının ardından ibrenin Çin lehine döndüğünün görüldüğünü açıklayan Diren DOĞAN, şunları aktardı:
“Bu dönemde SSCB’nin Brejnev Doktrini, Çin’in SSCB’ye bakış açısını sorgulatırken ABD Başkanı Richard Nixon’ın Çin açılımı ve paralelinde ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Çin ziyareti gibi ping pong diplomasisi ise ABD-Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki mesafeyi daraltmıştır. Nitekim 1971 yılı Çin için dönüm noktası olmuş ve BM Genel Kurulunda Tayvan BM üyeliğinden ihraç edilirken yerine Çin Halk Cumhuriyeti gelmiştir. Bu karar alınırken Çin Halk Cumhuriyeti’nin savunduğu husus ana kara olarak Çin halkının büyük kısmının Çin Halk Cumhuriyeti tarafından temsil edildiği argümanı olmuştur.
ABD cephesinde ilerleyen süreçte çift yönlü stratejinin işlediği görülmektedir. Örneğin 1954’te Tayvan ile imzalanan güvenlik anlaşması Çin ile geliştirilen iyi ilişkilere rağmen iptal edilmemiş ve düzenli aralıklarla tatbikatlar devam ettirilmiştir. Diğer taraftan 1979’da ABD-Çin diplomatik ilişkileri resmen başlatılırken Çin’in en hassas noktalarından biri kırmızı çizgi olarak dile getirdiği Tayvan olmuştur. Çin bir taraftan tek devlet iki sistem politikasını uygulayarak uluslararası düzlemde Çin Halk Cumhuriyeti’nin Çin toplumunun yegane yöneticisi olarak kabul görmesini sağlamış diğer taraftan da ABD’yi bu hususta sürekli sıkıştırmıştır”.
DOĞAN, İki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri başlatan 15 Aralık 1978’deki bildiriyle ABD, Çin’in “tek Çin” politikasını tanıdığını alenen beyan etmiş ancak bu bildirinin üstünden bir yıl geçmeden “Tayvan ile İlişkiler Yasası”nı imzalanmış ve böylece Tayvan’a silah satışına devam ederken bölgedeki nabzı tutan taraf olmayı da sürdürdüğünün altını çizdi.
1982’ye gelindiğinde ana kara ile sürdürülen ilişkilere rağmen ABD’nin “altı güvence” olarak belirttiği Tayvan politikasının ana hatlarını vurgulayan altı maddeyi açıkladığını hatırlatan Diren DOĞAN, “Bu maddelerin arasında ABD’nin Çin ve Tayvan arasında ara buluculuk çabasına girmeyeceği ve Tayvan’ı Çin’e bağlanma konusunda baskılamayacağı maddeleri önemli nüanslardır. 1982’de imzalanan anlaşmanın ardından Macau ve Hong Kong’un tek devlet iki sistem politikası çerçevesinde Pekin yönetimini resmen kabul etme süreci yaşanmıştır. Özellikle Tiananmen Meydanı olayları esnasında ciddi bir kırılma yaşayan ABD-Çin ilişkileri, Çin Halk Cumhuriyeti’nin uluslararası sistemde dikkat çeken bir aktör olarak sivrilmeye başlamasıyla birlikte gerilirken Washington yönetiminin Tayvan politikası ise NATO ve AB gibi diğer aktörleri de etkileyecek bir tarzda daha görünür bir hal almaya başlamıştır” dedi. (devam edecek)
[UHA Haber Ajansı, 01 Eylül 2022]