Zeynep Sönmez: ‘Kupayı kaldırırken yaptıklarımın mutluluğu kadar vazgeçtiklerimin duygusallığını da yaşıyorum’
Tarih, 3 Kasım Pazar. Meksika’nın Mérida kentinde, adını kentten alan Kadınlar Tenis Birliği (WTA) 250 tekler turnuvasının final maçında şampiyonluk puanı oynanıyor.
Finalistler, Türkiye’den Zeynep Sönmez ve ABD’den Ann Li.
İlk seti 6-2 alan Sönmez, ikinci sette de rakibinin 5-1 önünde.
Li, maçta kalmak için servis kullanıyor.
Kısa bir rallinin ardından Amerikalı tenisçi topu dışarı atıyor ve Sönmez kariyerinin ilk, Türkiye’nin ikinci WTA kupasını kazanıyor.
Milli tenisçi, BBC Türkçe’ye verdiği demeçte o anları şöyle anlatıyor:
“Maç puanını oynarken tabii çok büyük, güzel bir şampiyonluğun ucunda olduğumun farkındaydım. Biraz heyecanlandım ama heyecanımı güzel kontrol ettiğimi düşünüyorum.”
Sönmez, ilk WTA kupasını kaldırırken “15 yıldır bu an için mücadele ediyorum. Bu, benim en büyük rüyamdı” dedi.
Peki 22 yaşındaki tenisçi, bu rüyaya uzanan yolculuğuna nasıl başladı ve hangi yollardan geçti?
Yaz okulundan WTA şampiyonluğuna
Zeynep Sönmez’e tenise nasıl başladığını sorduğumuzda gülüyor ve anlatmaya başlıyor:
“Altı-yedi yaş arası gibi yaz okuluna yazdırıyor ailem beni. Basket ile yüzme. Ama ben basketi sevmemişim. Kaçıp, büyük raketlerle tenis oynamaya gidiyormuşum.”
Orada Sönmez’i ilk antrenörü fark ediyor. Ailesiyle konuşup “basketbolu sevmiyorsa, tenis oynasın” diyor.
Böylece Sönmez’in milli sporculuğa giden macerası yaz okulunda başlıyor.
Bugünlerdeyse Sönmez’in ortalama bir günü sabah 7’de başlıyor ve an az iki antrenman içeriyor.
Güne kahvaltı ve annesiyle kahve içerek başlıyor. Sonra fitness, antrenman, yemek ve tekrar antrenman.
Sönmez, “Sonra zaten artık vücut pert, yorulmuş oluyorum. Genelde eve giderim ya da güzel bir film varsa sinemaya” diyor.
Maçtan önce Sezen Aksu, Tarkan, Kenan Doğulu dinliyor
Tenis, fiziksel olduğu kadar mental dirayetin de kilit rol oynadığı bir spor.
Sönmez’e yoğun antrenman takviminde mental sağlığını nasıl koruduğunu, kendini bu konuda nasıl donattığını soruyoruz.
Milli tenisçi, “tenise ya da fiziksel antrenmanlarıma ne kadar zaman ayırıyorsam mental antrenmanlarıma da o kadar zaman ayırmaya çalışıyorum” diyor ve ekliyor:
“Maçta bir defterim var. Aralarda defterimi okumaya çalışıyorum. O defterde taktiksel bazı şeyler yazabiliyor. Bazen de sinirlendiğimde ya da işler istediğim gibi gitmediğinde mental olarak korta nasıl geri dönerim… onları okuyorum. Bana kortta çok faydası oluyor.”
Sönmez, maç öncesi ritülleri ya da belirli bir totemi olmadığını söylüyor. Zaten bunun “olmaması gerektiğini” düşünüyor.
Ama maça girmeden önce “fiziksel ve mental olarak maçı zihninde oynarak” hazırlık yapıyor.
Maç öncesi Sönmez’e iyi gelen bir şey ise müzik dinlemek:
“Genelde maçtan önce Türkçe doksanlar dinlemeyi severim. Yani İngilizce şarkı da dinliyorum ama daha çok Türkçe dinlerim. Sezen Aksu, Tarkan, Yalın, Kenan Doğulu gibi isimleri dinliyorum.”
‘Tenis maalesef çoğunlukla kaybedilen bir spor’
Peki milli raket, onca antrenman ve hazırlığa rağmen maç kaybettiğinde ne hissediyor?
Sönmez, teniste kazanmak kadar kaybetmeyi bilmenin de önemine dikkat çekiyor:
“Tenis maalesef çoğunlukla kaybedilen bir spor. Yani yılın 52 haftasından kaç hafta hiç kaybetmeden çıkabilirsiniz? Oldukça azdır bu hafta sayısı. Ama hep adaptasyonun maksimumda olması gereken bir spor. Hep yeniden başlayan bir spor.”
Milli tenisçi, daha önce zorlandığı anlarda defalarca tenisi bırakmayı aklından geçirdiğini, ancak günün sonunda hep kendini “güvende, rahat ve iyi hissettiği” kortu tercih ettiğini söylüyor.
Bunun üzerine Sönmez’e kariyerinde en zorlandığı anı soruyoruz:
“En yakın zamanda, mesela Avustralya Açık’ta karın sakatlığı yaşadığımda çok zorlanmıştım. Yani mental olarak yapmak istediklerim var. Hani bir emek var, ilk Avustralya Açık’ım oraya çok emek vererek geliyorsun ve Grand Slam oynamak her oyuncunun hayali. Orada doktor bana oynayamayacağımı söylediğinde çok üzülmüştüm.”
Zeynep Sönmez, Ocak 2024’te katıldığı Avustralya Açık’ta karın sakatlığına rağmen maça çıktı ve elemelerde final turuna kaldı.
Final turunda İsviçreli rakibi Lulu Sun’a 4-6, 6-3, 2-6’lık setlerle kaybederek turnuvaya veda etti.
Sönmez, en zorlandığı anları anlatırken bile gülümsüyor. Onun için zorlukların hepsi işinin bir parçası.
Kendisini ilham alan gençlere de aynı şekilde düşünmelerini öneriyor:
“Bir önceki hafta şampiyon da olsanız ilk turda da yenilseniz yeni haftada herkes aynı yerden başlıyor. O yüzden mutlaka hiç vazgeçmemeleri gerektiğini, hayallerinin peşinden gitmeleri gerektiğini söylerim.”
‘Sürekli bir doğum günü kaçırıyorsun’
Gençlerden söz açılmışken, 22 yaşındaki Sönmez’e hayatını yaşıtları ve arkadaşlarına kıyasla nasıl gördüğünü soruyoruz:
“Tenisin zor kısmı evde hiç olmamak, sürekli seyahat halinde olmak, sürekli sevdiklerinden ayrı, uzak olmak. Sürekli bir doğum günü kaçırıyorsun. Mesela ben bu yılki doğum günümde kendime ufak bir kek aldım ve ailemi görüntülü aradım. Bir turnuvadaydım çünkü. İşte böyle şeyler oluyor.”
Sönmez Bu yüzden İstanbul’da olduğunda evde vakit geçirmeyi seviyor.
Masada yemek bittikten sonra da oturulan, sohbet edilen kahvaltıları, akşam yemeklerini tercih ettiğini söylüyor.
Bir de arkadaşlarıyla sinemaya gitmeyi…
“O da oturarak bir aktivite olduğu için, genel olarak dinleniyorum ben” diyor gülerek.
Milli tenisçi, ailesinden ve sevdiklerinden uzak kalmaktan bahsederken şöyle diyor:
“Bunlar tabii büyük fedakarlıklar aslında. O yüzden bu yanları, İstanbul ya da yaşadığı yerde yaşayıp okula gidip gelen biri için biraz farklı olabiliyor.”
Nasıl yaptıklarım için çok mutluysam, yapmadıklarım, vazgeçtiklerimin duygusallığını da yaşıyorum aslında o kupayı kaldırırken.”
Bu böyle çok uzun yıllar çalışıp, meyvelerini ufak ufak, yavaş yavaş alabildiğin bir meslek. Ama ne mutlu bana ki böyle bir meyvesini yiyebildim bunun. O yüzden çok mutluyum.”
‘Tenis, en iyi başarı getirerek yaygınlaşıyor’
Profesyonel tenis maliyetli bir spor.
Dünya seyahatleri, turnuvalar, antrenmanlar, koçlar… bunların hepsi için sponsorluk gerekiyor.
Sönmez, Türkiye’nin tenis konusunda diğer ülkelere kıyasla daha “geriden geldiğini” söylüyor.
Voleybolu örnek göstererek, tenisin Türkiye’de yaygınlaşmasıyla birlikte Türk sporcuların sponsorluklarının da artacağını düşündüğünü belirtiyor:
“Bence en iyi tenisi daha fazla yaygınlaştırma şekli başarı getirerek oluyor. Ben kendi adıma elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım bu yolu daha da açabilmek için.”
Sponsorların çok önemli olduğunu söyleyen Sönmez, “Tenise olan ilgi arttıkça bunların da artacağını düşünüyorum” diyor.
‘Bize kahramanlar gerekiyor’
Sönmez, uluslararası alanda başarı elde eden ilk Türk kadın tenisçi değil.
Milli tenisçi İpek Şenoğlu, Türkiye’yi ilk kez Wimbeldon’da temsil eden kadın tenisçiydi.
Çağla Büyükakçay, 2016’da TEB BNP Paribas İstanbul Cup’ı kazanarak WTA tekler seviyesinde kupa kaldıran ilk Türk raket oldu.
Şenoğlu, bu başarı hikayelerinin “ferdi ve tesadüfi” olduğu yorumunu yapıyor.
“Benim, Çağla’nın, Zeynep’in ve diğer arkadaşlarımın başarıları hep ferdi destekler ve ailelerin çabalarıyla gerçekleşti. Dünyada teniste marka olmuş ülkelerin bizden farkı, sistemsel olarak başarı potansiyelini ve yollarını yetenekli gençler için açık tutmaları.”
Spor gazetecesi Emre Yazıcıol da Türkiye’de teniste başarının genellikle bireysel olduğunu vurguluyor:
“Biz işin bilimsel, vizyoner, planlı yönünü ülke olarak yapabilen bir noktada hiç olmadık, bundan sonra da olacağımıza inanmıyorum. Bize kahramanlar gerekiyor.”
Türkiye’nin bir WTA turnuvasında tekler kategorisinde kupa kaldıran ikinci milli sporcusu Sönmez ise WTA şampiyonluğunun kıymetli olduğunu, ancak mücadelenin de devam ettiğini vurguluyor:
“Tabii ki benim için çok özel. Türkiye için de güzel bir başarı bu. Ama dediğim gibi böyle başarıları ne böyle çok büyütmek, ne çok küçültmek [gerek]. Hani her zaman yol devam ediyor çünkü. Yani şampiyon olsanız da maçı kaybetseniz de bir sonraki [gün] yine antrenman yapmak gerekiyor. O yüzden bu kupa benim için umuyorum güzel bir motivasyon ve güzel kapıların açılmasının bir başlangıcı olur.”
Zeynep sönmez Meksika’daki Mérida Açık’ı kazanmasının ardından WTA’de 91’inci sıraya yükseldi.
İlk 100’de olduğu için Ocak’ta düzenlenecek Avustralya Açık turnuvasına ana tablodan, yani elemelere katılmadan girmeye hak kazanacak.
Peki ikinci kez katılacağı tunuvaya nasıl hazırlanıyor?
“Antrenmanlara başlıyorum. Biraz dinlenme süreci geçirmek istedim. Fiziksel olarak zorlandığım bir dönemdi biraz Meksika turnuvası. O yüzden dinlendim… Antrenmanlara başlayacağım ve sıkı bir antrenman temposu olacak benim için Avustralya Açık öncesi.”
‘Avustralya’da çeyrek final tarihi bir şey olur’
Sönmez’e 12-26 Ocak 2025 tarihleri arasında düzenlenecek Grand Slam hakkındaki beklentilerini sorduğumuzda şu cevabı alıyoruz:
“Yani kiminle oynayacağımı hiç düşünmedim ya da öyle ‘özellikle şunu isterim çok’ dediğim biri yok, ama güzel bir statta, güzel bir maç oynamak çok isterim.”
İpek Şenoğlu, bir Grand Slam’e ana tablodan girmenin hem avantajları hem de dezavantajları olduğunu söylüyor:
“Üç eleme maçı yapmadan direkt ana tablo oynamak, dinlenmiş bir şekilde turnuvaya başlamak demek. Ancak başarı sorumluluğu arttıran, haliyle sporcunun üzerindeki baskıyı da arttıran bir süreç. [Zeynep Sönmez’in] mental ve fiziksel olarak buna hazırlanması gerek.”
Emre Yazıcıol da Grand Slam turnuvalarının tenisçilerin hayatını değiştirebileceğini vurguluyor:
“Bir anda hiç kimsenin tanımadığı oyuncular ana tabloda iki üç galibiyet aldıktan sonra havaya girebiliyorlar, puanları garantiledikten sonra çok rahatlayıp, çok daha iyi oynayabiliyorlar. İkinci haftaya kalabiliyorlar. Bir anda bir çeyrek final gelebilir. Bu çok tarihi bir şey olur. Bir anda Zeynep’in hayatını, hedeflerini değiştirebilir.”
Yazıcıol’a göre turnuvada anlamlı bir başarı, Türkiye’de tenisi de değiştirebilir:
“Biz daha ziyade bir sporcunun bir yol açmasıyla ilerleyen bir ülke olduk hep. Şimdi de Zeynep bu oyuncu olabilir… Bir Grand Slam’de çeyrek finale, yarı finale gidebilirse o bir patlama yapabilir.”