Muhaliflerin kesin bir zafer ilan etmesini olumsuz değerlendirmeye kalkanları hayretle izliyoruz. Bu zamana kadar uydurdukları her türlü veri, bilgi ve yorum yalan ve yanlış çıkmış olmasına rağmen hâlâ çeşitli gerekçelerle korku yaymaya çalışan değerlendirmelerine devam ediyorlar. Suriye’de olup biteni Türkiye için korkunç bir senaryo olarak sunmaya çalışanlar durmayacak ama biz yine de kısaca mevcut durumun Türkiye için sonuçlarını da değerlendirelim.
Bir, Türkiye terörle mücadelesinde tarihi bir fırsat yakalamıştır. Baas rejimi hiçbir zaman Türkiye ile dostane ilişkiler geliştirme taraftarı olmamıştır. Aksine terör örgütü elebaşını Şam’da senelerce beslemiştir. Doksanlı yılların sonunda elebaşını sınır dışı etmek zorunda kalmış olsa bile örgüte desteğini hep sürdürmüştür. İç savaş durumunda bile Esed rejimi PKK’yı Türkiye’ye hep tercih etmiş, Türkiye’nin düşmanını dost gibi görmekte tereddüt etmemiştir. İç savaş esnasında birinin boşalttığı alanı diğeri doldurmaya çalışmıştır.
Ancak şimdi tarafların bir çöktü. Geriye sadece PKK/PYD kaldı. Dahası yeni Şam yönetimi PYD’yi tasfiye edeceğini açıkça dile getirdi. Süreç iyi yönetildiğinde PYD’nin Batılı müttefikleri de yeni şartlara uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Belki de Türkiye’nin askeri bir operasyon yapmasına bile gerek kalmadan PKK, Suriye topraklarından atılacaktır. Belki de son on yıl boyunca Türkiye’ye en öncelikli güvenlik tehditlerinden biri olan terör devletçiği meselesi yakın zamanda tarihe gömülecektir. İşte Suriye’de muhaliflerin zaferi bu nedenle terörle mücadelemizde tarihi bir fırsat olarak görülebilir.
İki, Türkiye’nin sığınmacı “yükü” Suriye’de şimdi büyük bir imkana dönüşebilir. Türkiye, uzun yıllar boyunca en yüksek sayıda Suriyeli sığınmacıyı ağırlayan ülke konumundaydı. 3 milyona yakın Suriyeliyi Türkiye misafir etti. İnsani ve vicdani tavrını hiç bozmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm siyasi risklerine rağmen “Suriyeli kardeşlerimizi ülkeleri özgürleşene kadar misafir edeceğiz.” demekten hiç geri durmadı. Suriyeli sığınmacılara karşı nefret dili inşa ederek bundan siyasi rant elde etme çabası içerisinde olan muhalefete karşı en kritik seçimlere iki gün kala bile istifini bozmadan “Suriyeli kardeşlerimi kovamam.” dedi. Onları bir yük değil bir kardeş ve muhacir olarak gördü.
Bugün Türkiye tarihin doğru tarafında olmanın ve insani bir yaklaşım geliştirebilmiş olmanın keyif ve huzurunu yaşıyor. Halbuki iç savaş devam ederken, Esed rejiminin katliam makinası çalışırken bu insanları Suriye’ye göndermek mümkün ve doğru değildi. Bu nedenle uzun yıllar boyunca onurlu ve güvenli geri dönüşten yana olduk. Onca zaman sonra şimdi tam da Türkiye’nin istediği gibi oldu. Artık Suriyeli sığınmacılar evlerine onurlu biçimde dönebilir.
Tabii ki Suriye’nin mevcut altyapısı dönüşlerin kısa sürede olmasına imkân verecek gibi görünmüyor. Birçok insanın dönebilecek evleri, başlarını sokabilecek bir çatıları kalmamış. Ama zaman içerisinde bütün bu sorunları halledilecek ve Suriyeliler evlerine onurlu ve aynı zamanda şükran duygularıyla dönebilecektir. Yani birilerinin yük olarak gördüğü sığınmacılar şimdi dönmekle kalmayacak Suriye’de Türkiye’nin dostları olarak yerini alacak. Milyonlarca insan Türkçe öğrendi. Çocuklar eğitim aldı, dostlar edindi. Hatta Türk üniversitelerinde eğitim alan Suriyeli gençler bugünlerde Suriye kabinesinde bakanlık görevlerine atanır oldu.
Üç, Türkiye’nin en uzun sınırı şimdi en güvenli sınırı olabilir. Baas rejiminin Türkiye karşıtı tavrını zaten söyledik. O nedenle 911 kilometrelik sınırımız hiçbir zaman tam güvenli değildi. İç savaşa sürüklendiğinde de içindeki terör örgütlerinin nasıl bir soruna dönüşebileceğini hep beraber gördük. Şimdi ilk defa Suriye sınırımızın güvenli ve dostane olma şansı doğdu. Sanırım bunu hepimiz görebiliyoruz.
Umudumuz odur ki bu sadece güvenlikle de sınırlı kalmaz. Karşılıklı kültürel, toplumsal ve ekonomik ilişkilere de yansıyabilir. Hep söyleriz. Türkiye maalesef sınır komşularıyla sınırlı ticaret imkanlarına sahip olmuştur. Bir ülke düşünün ki, sınır komşularıyla doğru düzgün ticaret bile yapamasın. Irak, Suriye ve İran gibi sınır komşularımızla ticaretimiz çeşitli nedenlerden dolayı hep sınırlı yürümüştür. Bugün Irak ile 8-10 milyar dolarlık bir ticaret hacmine sahibiz. Ama bu bile normalde yeterli değildir. Çok daha fazla olması beklenir. Suriye ile ticaretimiz tamamen durmuştu. Şimdi yeni dönemde ciddi anlamda artış göstermesini bekleyebiliriz. Yani artık sınırımızda normal bir ülke olacak ve bize dost olacak. Bu tabii ki Türkiye adına çok büyük bir fırsattır.
Dört, Türkiye şimdi Orta Doğu coğrafyasının en merkezi aktörü haline gelmiştir. Vakti zamanında Türkiye’yi “erdemli yalnızlığa” itmek isteyen aktörlerin bugün hepsinin gözü Türkiye’de. 13 yıllık bir testten geçtik ve gördük ki, Türkiye Orta Doğu’nun en güçlü ve en istikrarlı aktörüdür. Türkiye olmadan karar verilip uygulanamaz. Türkiye, sadece bir oyun bozucu değil bir oyun kurucudur. Küresel ve bölgesel aktörlerin tüm çabalarına rağmen Suriye’de oyun bozulmuş ve yeni bir oyun kurulmuştur. Suriye ve Türkiye bu sahnenin ana aktörleri olacaktır. Artık bu tartışma götürmez bir gerçektir. Diplomatik nezaketi aşmadan ancak bu kadarı söylenebilir.
Beş, Türkiye artık küresel bir aktör olarak görülebilecek bir konuma gelmiştir. Bu sadece siyasi ve hamasi bir söz değil. Ne sadece biz söylüyoruz ne de slogan atıyoruz. Aksine biz bir vizyonu, “Türkiye Yüzyılı” anlayışını, adım adım uygulamaya koyuyoruz. Türkiye’nin küresel bir güç olması için önce çevresindeki güvenlik risklerini düzene koyuyoruz sonrasında bölgesel istikrarı inşa etmeye çalışıyoruz. Bunu görenler de Türkiye’nin yeni küresel rolünü anladı. Amerika’nın seçilmiş Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Türkiye için söylemiş olduğu sözler bunun en açık göstergesidir. Trump başta olmak üzere birçok Batılı lider artık açıkça görüyor ki Türkiye Erdoğan’la beraber bir küresel güç statüsüne geçiş yapıyor. Suriye bunun sahasıydı. Zor oldu ama güzel oldu. İnşallah çok daha iyi olacak.
Yapılması Gerekenler
Ancak hiçbir iyi şey durduk yere ve kendiliğinden olmaz. Hayal etmek, çalışmak ve başarmak gerekir. Bu tarihi dönüşümü değerlendirmek artık Türkiye’nin elindedir. Ya dost ve komşu ülkelerle iyi ilişkilere sahip küresel bir aktör haline geleceğiz ya da eski hâlimizde kalacağız. Sanırım aklı ve vicdanı olan hiçbir Türk vatandaşı terör ve güvenlik endişeleri içinde, kırılgan, bırakın kendi bölgesini kontrol etmeyi kendi geleceğini bile şekillendiremeyen bir Türkiye istemez.
Türkiye 13 yıl boyunca direndi, mücadele etti ve şimdi çok büyük bir avantaj yakaladı. Ancak “durmak yok yola devam.” Suriye’nin güvenliği ve istikrarı, kalkınması ve Türkiye ile dostane ilişkilerini sürdürmesi için yapılması gerekenler var.
Suriye’de PYD’nin bütünüyle tasfiyesinden toprak bütünlüğünün korunmasına kadar, kamu düzeninin sağlanmasından tutun da ekonomik kalkınmasına kadar, kültürel ve toplumsal iş birliğinden tutun da şehirlerin yeniden inşasına kadar birçok konuda yeni Şam yönetimine elimizden gelen desteği vermek durumundayız. İyi bir planlama ve düzenli bir uygulama bu yeni şartların oluşması için olmazsa olmaz şartlar gibi görünüyor. Türkiye’nin şimdiye kadar sahadaki performansına bakarsanız hem planlama becerisi hem de uygulama kapasitesi açısından çok iyimser olabilirsiniz. En zor kısmı arkada kaldı bundan sonrası Suriye’nin ve Türkiye’nin çabalarıyla tamamlanabilecek niteliktedir.
Ancak son olarak bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor. Türkiye’nin küresel siyasetteki başarısı ancak kendi içindeki birlik ve beraberlik havası içinde sağlanabilir. Toplumsal olarak bu gerçeğin farkında olmalıyız. Zaten ülkenin çok büyük bir çoğunluğu Cumhurbaşkanımız öncülüğündeki bu vizyona büyük destek veriyor. Her yeni olay bu desteğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösteriyor. İnanıyorum ki Suriye’de yaşananların ardından bu destek yeniden güçlü bir artış gösterecektir. Türk milleti büyük irfanı ile neyin ne olduğunu gayet iyi bilir. Türkiye’nin önüne açılan bu yolun kıymetini anlar. Ancak yine de maalesef içimizde bunun kıymetini anlamayan daha doğrusu anlamak istemeyen ideolojik saplantılı veya dış bağlantılı kişi ve yapılar da olacaktır. Bunların kara propagandalarına fırsat vermeden toplumsal birlik ve beraberliğimizi koruyarak tarihi bir liderliğin ardında saf tutarak hep beraber büyük Türkiye’yi inşa edebiliriz.
***
Yazar hakkında
***
Prof. Dr. Hasan Basri Yalçın, 20 Nisan 1980 tarihinde Mehmet Yalçın ve Şerife Yalçın’ın üçüncü çocuğu olarak Eskişehir’de dünyaya gelmiştir.
İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de tamamlamıştır. Eskişehir Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni 1999’da bitirmiştir. 2004 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur.
Yüksek Lisansını Koç Üniversitesi’nde “Tek Kutuplu Sistemde İttifakların Kökenleri” başlıklı teziyle 2006 yılında tamamlamıştır. Doktorasını University of Cincinnati’de Siyaset Bilimi alanında “International Politics as a Struggle for Autonomy” (Bir Otonomi Mücadelesi Olarak Uluslararası Siyaset) başlıklı teziyle 2011 yılında yapmıştır.
2011-2012 yıllarında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü kurucu başkanlığını yapmıştır. 2012-2021 yılları arasında İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 2021 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Profesör olarak görev yapmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Teorisi, Güvenlik, Strateji, NATO, terörle mücadele stratejileri, askeri teknoloji, Türk Dış Politikası ve sosyal bilimler felsefesi gibi konularda araştırma ve yayınlar yapmaktadır.
Çeşitli düşünce kuruluşlarında araştırmacı ve direktör görevlerinde bulunmuştur. T.C. İletişim Başkanlığı’nda beş yıl boyunca danışmanlık görevi yürütmüştür. 2022 yılından bu yana da Türkiye Araştırmaları Vakfı Başkanlığı’nı yürütmektedir.
2018 yılından bu yana Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmakta, güncel ve siyasal konulara dair haftada dört gün köşe yazıları yayınlamaktadır.
AK Parti 4. Olağanüstü Kongresi’nde İnsan Hakları Başkanlığı’na getirilmiştir.
Prof. Dr. Hasan Basri Yalçın ileri seviyede İngilizce bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.