İstanbul merkezli, tarafsız ve bir düşünce kuruluşu olan Türkiye Araştırmaları Vakfı (TAV) için “Yeni Suriye’nin Geleceği” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Prof. Dr. Hasan Basri Yalçın, şöyle devam ediyor:
Fakat üzülerek görüyorum ki böylesi önemli bir dönüşümü bile yalan yanlış yorumlayanlar yüzünden olsa gerek kamuoyunda birçok anlamsız fikir de tartışılır hâle geldi. On gün içinde muhalifler Şam’a doğru yürürken olup biteni tersinden okuyanların sesi, düzünden okuyanlardan daha çok çıktı. Bu yorumların ne kadarı cehaletten kaynaklanıyor ne kadarı kötü niyetli tespit etmek kolay değil ama Türkiye’nin en stratejik önceliklerini bile perdelemeye hizmet ettiğini söyleyebilirim.
Bir kısmı gerçekten Suriye’de yaşananların Türkiye için zararlı olduğunu düşünecek kadar konudan habersiz olabilir. Bir kısmının Erdoğan düşmanlığı ve Cumhur ittifakı nefreti gözlerini kararttığı için bu hâlde olması da mümkün. Ama bir kısmının Türkiye’nin de zararını istediğinden hiç şüphem yok.
Ancak derdim o değil. Derdim ne olup bittiğini anlamak isteyen samimi ve vicdan sahibi insanlarımız için konuyu anlaşılır hâle getirmek ve geleceğe dair bir çerçeve çizmek. Zira her şey olup bitmiş olsa da zalim ve Türkiye düşmanı Esed rejimi düşmüş olsa da bu tür tehlikeli yorumlar tükenmiş değil. Şimdi de Suriye’nin geleceğinin ne olacağını tartışmaya başladılar. Karamsarlık söylemleriyle yine milletin kafasını karıştırmanın peşinde olanlar var. Doğru ile yanlışın birbirinden ayrılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle konuyu hassasiyetle konuşmak ve tartışmak gerek.
Neler Oldu?
Önce kısaca ne olduğunu tespit edelim. Olan şudur: Türkiye’ye düşmanlığıyla bilenen ve kendi milletine de katliam uygulayan bir rejim çöktü. Bu zamana kadar Türkiye’ye karşı saldırganca herhangi bir tavrına hiç şahitlik etmediğimiz muhalifler, Suriye’nin çok büyük bir bölümünde zafer kazandı. Bu öyle yarım yamalak bir zafer de değil. Savaş tarihi kitaplarında “kesin zafer” olarak tarif edilebilecek türden bir zafer. Bu durum her nereden bakarsanız bakın önceki duruma göre Türkiye için muazzam bir sonuç. İkincisi Rusya ve İran gibi dış aktörler Suriye’den çıktı. Üçüncüsü PYD/PKK için de yolun sonu görünüyor. Hem Golani başta olmak üzere muhalifler PYD’nin tasfiye edileceğini dile getiriyor hem de Amerika’nın yeni Başkanı ABD’nin Suriye’deki varlığını sonlandırmak için elinden geleni yapacak gibi görünüyor. Kısacası tartışmaya yer bırakmayacak kadar açıkça Suriye kazandı. Suriye’ye destek olan Türkiye kazandı.
Buraya kadar olan kısmı artık çok net. Şimdi düşünmemiz gereken kısmı bundan sonrası. Kapkara senaryolar çizmeye çalışanlara aldanmadan ancak aynı zamanda zafer sarhoşluğuna da düşmeden hem Türkiye için ortaya çıkan muazzam şartların özgüveni içinde hem de soğukkanlı ve gerçekçi biçimde tüm süreci aklı başında yorumlarla değerlendirmenin zamanıdır. Eğer bu süreci Türkiye iyi bir planlama ve kararlı bir uygulamayla taçlandırabilirse en uzun sınırını en güvenli sınırı hâline getirebilir. Türkiye için tüm şartlar üç-beş sene öncesine veya 15 sene öncesine hatta 100 sene öncesine oranla kıyaslanamayacak kadar uygun hâle geldi. En zor olan kısmı arkada kaldı. Şimdi önümüze bakma zamanı.
Sırada Ne Var?
Bundan sonra sırada ne var? Türkiye için öncelikler aslında çok belli. Türkiye öncelikle Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve dostça ilişkiler geliştirebileceği bir yönetimi arzu eder. O nedenle bir numaralı öncelik şu an itibarıyla PKK/PYD’nin tasfiyesidir. Bir diğer öncelikli konu Suriye’de kamu düzeninin hızlı bir şekilde teşkil edilmesidir. Sonrasında yeni anayasa, siyasi ve idari teşkilatlanma gibi meseleler gündeme gelebilir. Bütün bunlar için adım adım ilerlerken bir yandan da Suriye’nin harap olmuş altyapısı yeniden inşa edilmelidir. Herkesin öngörebileceği gibi tüm bunlar zaman ve çaba gerektirir. Fakat okyanus geçilmiştir. Derede boğulmadan Suriye’nin yeniden inşası başarıyla gerçekleşebilir. İyimser olmak için elimizde hiç olmadığı kadar sebep var. Ama yine de hem zorlukları hem de fırsatları biraz daha ayrıntısıyla değerlendirebiliriz.
Her Şeyi Yerli Yerine Koymak
Orta Doğu siyasetinin en zor işlerinden biridir her şeyi yerli yerine koymak. O kadar çok aktör ve öylesine bir düzensizlik vardır ki normallik bu coğrafyada kendine yüzyılı aşkın bir süredir zemin bulamamıştır. Yüzyıl boyunca sömürgecilikten Soğuk Savaş rekabetine, oradan Soğuk Savaş sonrası Amerika’nın perişan edici müdahalelerine kadar her türlü sorun ne Suriye’nin ne de Orta Doğu’nun yakasını bırakmadı.
Küresel güçler, İsrail gibi bölgesel sorunlar, diktatoryal rejimler, kendini korumak içgüdüsünden hareket eden aşiretler, zayıf ve güçsüz toplumlar, adaletsiz bölüşüm ve daha nice sorun… Hepsi bir araya geldiğinde Orta Doğu’da normal siyaset hiç işlemedi desek yeridir. Tüm dünyanın ve bölgenin istihbarat örgütleri yıllarca Suriye ve benzeri coğrafyaların üzerinde tepindiler.
Bu şartlar altında da halkın ne düşündüğünün ne istediğinin maalesef hiçbir önemi olmadı. Zulmü de onlar gördü. Sürgünü de onlar yaşadı. Katliama da onlar uğradı. Belki de bunca kavganın içinde hiçbir suçu olmayan mazlumlar hep bu kavgaların ceremesini çekti.
Suriye bütün bunların en acımasız örneklerinden biridir. Fransa sömürüsünden Baas rejimine, Sovyet nüfuzundan İran etkisine, azınlık diktasından düzenli katliam ve işkencelere kadar her şey yaşandı. Ne zaman Suriyeli insanlar başını kaldırıp tek bir söz etmek istediyse başı ezildi. Son 13 yılda da farklı bir gerçeklik yaşanmadı. Dış güçlerin desteğini alan rejim, bir katliam makinasına dönüştü ve Suriyelileri ya işkence merkezlerinde çürüttü ya katletti ya sürdü.
Suriyeliler, Allah’ın yardımı, Türkiye’nin desteği ve ellerinde kalan tek imkân diyebileceğimiz inançları sayesinde bugün o rejimi devirdiler. Emin olun Suriyeliler şu an HTŞ veya diğer örgütler arasında hiçbir ayrım yapmıyor. İlk defa kendilerine ait bir devlete sahip olma şansının mutluluğunu yaşıyor. Dış güçler gitmiş, rejim çökmüş, Suriye’nin Suriyelilere ait olma şansı ilk defa ortaya çıkmış.
Şimdi elli çeşit tartışma duyacaksınız. ABD ne yapar? Rusya ne eder? İran geri gelir mi? İsrail durur mu? HTŞ’ye güven olur mu? HTŞ ve diğer gruplar arasında sorun çıkar mı? Aşiret yapıları üniter bir devlet yapısına ayak uydurabilir mi? Milli iradeyi yansıtan bir yönetim doğabilir mi? Toprak bütünlüğü sağlanabilir mi? PKK temizlenebilir mi?
Evet, bunların hepsi başarılması zor işlerdir. Benzer iç savaş süreçlerinden geçmiş örneklere baktığınızda kolay kolay iyimser bir kanaat oluşturamıyor olabilirsiniz. Bu tür iddialar maalesef çokça seslendirildiği için onları ayrıntısıyla ele almaya ve tek tek cevap vermeye gerek yok. Zaten Suriyelilere düşman olanlar veya bu savaşı kaybedenler tüm bu kötü senaryoları hem dile getirecek hem de ellerinden geldiğince bu senaryoları hayata geçirmeye çalışacak. Bunun farkındayız. Biz de kendi işimize bakalım. Hem avantajları tartışalım hem de bu avantajları geliştirerek hem Türkiye hem Suriye hem de tüm bölge için fırsata nasıl dönüştürebiliriz onu düşünelim. Madde madde sıralayarak gidebiliriz.
Birincisi, bu kesin bir zaferdir. O nedenle Suriye’de başarılı bir dönüşümün yaşanma ihtimali çok yüksektir. Dünya savaş tarihinde en önemli zaferler bile çoğunlukla kesin olmayan zaferlerdir. Kesin olmayan zaferlerde ya iki taraf birden tükenir ve ateş kesmekten başka bir çare kalmaz ya da bir taraf kazanır ama o da öylesine tükenir ki geleceği inşa edemez. Fakat Suriye’de rejim bütünüyle çöktüğü gibi muhalifler zayıf konumdan güçlü konuma doğru bir ivmeyle hareket etti. 13 yıllık süre zarfında gidişler gelişler yaşandı ama İdlib’teki 2020 Bahar Kalkanı’ndan bu yana muhalifler hep güçlenmiş rejim ise hep içine doğru çökmüş ve çürümüş. Çok kanlı bir savaşa bile gerek kalmadan teslim oldular. Bu hâliyle muhaliflerin kapasitesi olduğu gibi duruyor. Karşısında da rejim kalmadı. Bu nedenle muhalifler şimdi tam kapasite ve tam bir meşruiyetle işe koyulup kendi ülkelerini yeniden inşa etme şansına sahip olabilecektir. Başarı ihtimalinin önemli bileşenlerinden biri bu zaferin şeklidir.
İki, dış aktörlerin neredeyse hiçbiri kalmadı. Bu da Suriye için çok büyük bir avantaj. Rejimin bütünüyle çökmesi gibi Suriye iç savaşının ve belki de tüm Orta Doğu coğrafyasının makus talihinin en belirleyici parçası olan dış aktörlerin devre dışı kalması nedeniyle bugün Suriyeliler gerçekten kendi kaderini kendi tayin edebilecek konuma geldiler. ABD’nin tavrının ne olacağı konusunda endişe duyuyor olabilirsiniz ancak şu ana kadar ABD’nin muhaliflere yaklaşımına ve Trump’ın da şimdiye kadar olan söylemlerine baktığınızda Suriye’nin doğusunun da yakında tamamen özgürleşeceğini düşünebilirsiniz. ABD’nin Suriye politikası ve terör kantonu politikası da bu zaferle birlikte çökmüştür. Amerikalı yetkililer şu an Şam ile ilişki kurmanın peşinde. Bu hâliyle Suriye ilk defa dış güçlerin bir tepişme alanı olmaktan çıkmış olacak. Başarı için belki de en önemli ön şart sağlanmış bulunuyor. Bundan sonrası Suriyelilerin elinde.
Üç, muhalifler düzen ve barış istiyor. İntikamcı bir görüntü şimdiye kadar hiç sergilenmedi. Süreç siyasi, toplumsal ve diplomatik olarak şimdiye kadar oldukça başarılı yürütüldü. Suriyeliler 13 yıl boyunca öylesine büyük acılar yaşadı ki o noktaya tekrar dönmemek için ellerinden geleni yapacaktır. Muhalifler Şam’a yürürken yolda tüm aşiretler hatta Nusayri aşiretler bile muhaliflerle iş birliği yaptı. Öylesine acı çektiler ki, yaşadıklarından öyle bir ders aldılar ki, devlet ve vatan sahibi olma fikri Suriyelerin şu an en öncelikli değerlerinden biri hâline geldi diyebiliriz. Bu da Suriye’nin geleceği adına iyimser olmak için önemli bir gerekçe olarak görülebilir.
Dört, Türkiye’nin desteği hep Suriye’nin arkasında olacaktır. 13 yıl boyunca Suriyeli muhalifleri hiç terk etmeyen Türkiye önümüzdeki dönemde de Suriye halkını desteklemeye devam edecektir. Hem kamu düzeninin sağlanmasında hem ekonomik kalkınmada hem gruplar arasındaki uyumu sağlamada hem şehirlerin ve altyapının inşasında Türkiye’nin vazgeçilmez bir katkısı olacaktır. Savaş zamanında kurulan ilişkiler, barış zamanının da garantisi olacaktır.
Aslında Suriye’de ilk defa her şey yerli yerine oturuyor. Suriyeliler ilk defa kendi kaderlerini kendi ellerine alabilecek konuma geldiler. Bunun bir ilk olması ürkütücü görünebilir. İlkler tecrübesizliklerle dolu olabilir. Ancak Türkiye’nin tecrübesini göz ardı etmemekte fayda var. Türkiye’de son yirmi yılda yaşadıklarımız aslında çok büyük bir tecrübe birikimine işaret eder.
Son yirmi yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan öncülüğünde AK Parti iktidarları vesayeti de tasfiye etti, yerli ve milli savunma sanayiini de inşa etti, bağımsız bir dış politika ve güvenlik siyasetini de meydana getirdi.
Vesayetin Türkiye’de son bulması devlet millet kucaklaşması olarak tarif edilir. Aynı sürecin Suriye’de de işletilebileceğine inanıyorum. Suriyeli vatandaşlar kendi ülkelerini artık kendileri yönetebilir. Bu kolay bir sürece işaret etmez. Kısa zamanda da gerçekleşmesini beklemek zordur.
Türkiye’nin çok partili siyasi hayatı 1950 yılında başlamış olmasına rağmen milli iradeyi gerçek anlamda yansıtan muktedir bir iktidar üretmesi, vesayetçi zihniyetin çökmesi ve devlet toplum kucaklaşması 21. yüzyılı buldu. Suriye için de zamana ihtiyaç olacak tabii ki. Ancak dediğimiz gibi Türkiye’nin tecrübesi gerçekten Suriye’ye büyük bir katkı sunacak ve süreci hem kolaylaştıracak hem de süresini kısaltabilecektir. (devam edecek-Türkiye İçin Sonuçlar)
***
Yazar hakkında
Prof. Dr. Hasan Basri Yalçın, 20 Nisan 1980 tarihinde Mehmet Yalçın ve Şerife Yalçın’ın üçüncü çocuğu olarak Eskişehir’de dünyaya gelmiştir.
İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de tamamlamıştır. Eskişehir Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni 1999’da bitirmiştir. 2004 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur.
Yüksek Lisansını Koç Üniversitesi’nde “Tek Kutuplu Sistemde İttifakların Kökenleri” başlıklı teziyle 2006 yılında tamamlamıştır. Doktorasını University of Cincinnati’de Siyaset Bilimi alanında “International Politics as a Struggle for Autonomy” (Bir Otonomi Mücadelesi Olarak Uluslararası Siyaset) başlıklı teziyle 2011 yılında yapmıştır.
2011-2012 yıllarında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü kurucu başkanlığını yapmıştır. 2012-2021 yılları arasında İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. 2021 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Profesör olarak görev yapmaktadır.
Uluslararası İlişkiler Teorisi, Güvenlik, Strateji, NATO, terörle mücadele stratejileri, askeri teknoloji, Türk Dış Politikası ve sosyal bilimler felsefesi gibi konularda araştırma ve yayınlar yapmaktadır.
Çeşitli düşünce kuruluşlarında araştırmacı ve direktör görevlerinde bulunmuştur. T.C. İletişim Başkanlığı’nda beş yıl boyunca danışmanlık görevi yürütmüştür. 2022 yılından bu yana da Türkiye Araştırmaları Vakfı Başkanlığı’nı yürütmektedir.
2018 yılından bu yana Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapmakta, güncel ve siyasal konulara dair haftada dört gün köşe yazıları yayınlamaktadır.
AK Parti 4. Olağanüstü Kongresi’nde İnsan Hakları Başkanlığı’na getirilmiştir.
Prof. Dr. Hasan Basri Yalçın ileri seviyede İngilizce bilmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.