Üç Örnekle Türkiye’nin Artan Jeopolitik Önemi
AB başkentlerinde PKK’ya gösterilen tolerans ve ABD’nin DEAŞ ile mücadele adına YPG’ye verdikleri destek ne müttefiklik ne de terörle mücadele hukuku ile bağdaşıyor. Elbette devletlerin dünyası ideallerin değil realitenin dünyasıdır. Batılı müttefiklerinin Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde artan etkisini kabullenmesi vakit alacak. Ancak kanaatimce gidişat buna “uyum” yönünde olacak.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN & SETA Genel Koordinatörü
Dünya medyasının günlük bir taraması bile Türkiye’nin giderek artan jeopolitik önemini anlamak için yeterli.
Dün (4 Ekim 2023) yayımlanan haberlerden göçmenler, SIHA’lar, Altay tankı ve Türkiye-Mısır yakınlaşması gibi birçok konuyu dışarda bırakarak seçtiğim dört tanesini sıralamak bile ne söylemek istediğimi anlatmak için yeterli: Ukrayna barış zirvesi için üçüncü uluslararası toplantıya Türkiye ev sahipliği yapacak; Ankara, Irak ve Suriye’deki PKK/YPG’nin her türlü varlığını vuracağını açıkladı; Azerbaycan, Granada’daki AB arabuluculuğunda Ermenistan ile görüşmeye Türkiye’nin yokluğunu gerekçe göstererek katılmadı; Abu Dabi varlık fonu ADQ ile Türkiye, Avrupa’yı Ortadoğu ve Asya’ya bağlaması planlanan ticaret koridorunun bir parçası olarak İstanbul Boğazı üzerinde bir demiryolu inşa etmek için görüşmeler yürütüyor.
Elbette barış diplomasisi, terörle mücadele, Güney Kafkaslarda istikrar ve enerji-lojistik koridorları gibi farklı konuların merkezinde olmak sadece Türkiye’nin coğrafi konumu ile değerlendirilemez.
Son yirmi yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkemizin stratejik otonomisini güçlendirmek ve uluslararası konumunu yükseltmek için yürüttüğü politikaların bu gündemde olmak ile yakından ilgisi var. Erdoğan, küresel ve bölgesel değişimlere göre karar alan ve gerektiğinde bu değişimleri etkilemeye çalışan bir anlayışla hareket ediyor.
Gerilim, normalleşme, yeni işbirlikleri oluşturma, büyük ve bölgesel güçlerle ilişkilerde dengeleme ve mevcut ittifakları dönüştürme şeklinde somutlaşan bu anlayışın kimi zaman Batı dünyasında rahatsızlık oluşturduğu malum. Ancak asıl sorunun Türkiye’nin özellikle son on yılda sergilediği politikaya saygı duymayı reddeden ülkelerde olduğunu düşünüyorum. Buna dün medyada yer alan haberlerden üçü üzerinden örnekler vereyim.
Soğuk Savaş sonrası Avrupa’daki en büyük vekâlet ve yıpratma savaşına dönen Ukrayna krizinde ABD ve Avrupa’da, Türkiye haricinde, barışı konuşan yok.
Rusya tam bir yatırım ablukasına alınamadığı gibi beklenenin aksine Rus ekonomisi de zorda değil. Washington’da Ukrayna’ya verilen 45 milyar dolarlık silah yardımının yettiğini söyleyenlerin sesi yükseliyor.
Tahıl koridoruna ek olarak Ankara’nın Moskova ve Kiev ile işbirliğini sürdürebilen bir yerde olması barış görüşmeleri yapıldığı dönemde yine haberlerin merkezinde olacağını düşündürüyor.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in Granada’daki toplantıya Türkiye olmadığı için katılmaması yine ülkemizin yeni konumu ile ilgili. Üç yıl önce Libya’da çatışmayı durduran Türkiye, Güney Kafkaslar’da hem Rusya’yı dengeleyen hem de Karabağ sorununun çözümüne büyük katkı veren bir yerde duruyor.
Azerbaycan, Türkiye olmadan Karabağ sorununun bitmeyeceğini çok iyi biliyor. Bunu Fransa ve Almanya’nın anlamamakta ısrar etmesi Avrupa’nın stratejik körlüğünün ya da inatçılığının göstergesi.
Türkiye’yi Avrupa’ya entegre etmekte başarısız olan bu iki ülke Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Afrika’da da Ankara ile birlikte çalışmanın yollarını bulamıyor. Halbuki AB platformu ile rekabete rağmen etkin işbirliği üretilebilir.
AB başkentlerinde PKK’ya gösterilen tolerans ve ABD’nin DEAŞ ile mücadele adına YPG’ye verdikleri destek ne müttefiklik ne de terörle mücadele hukuku ile bağdaşıyor. Elbette devletlerin dünyası ideallerin değil realitenin dünyasıdır. Batılı müttefiklerinin Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde artan etkisini kabullenmesi vakit alacak. Ancak kanaatimce gidişat buna “uyum” yönünde olacak.