ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
10:43 CHP’li Kanko: Vatandaşa, diğer ülkelerin kabul etmediği ve gümrüklerden geri dönen gıdalar yediriliyor!
10:19 Küresel gıda fiyatlarında 18 ayın en hızlı artışı!
09:24 Enflasyon ATM’leri Nasıl Vuruyor? Kaynak: https://turk-internet.com/enflasyon-atmleri-nasil-vuruyor/
07:49  İzmirlinin öncelikli ihtiyaçlar listesi
07:31 Azerbaycan’ın JF-17 talebi: Türkiye kilit rol oynayabilir
07:15 Trump’ın Kongre Baskını Davasında Kritik Gelişme
07:01 Avusturya’da Özgürlük Partisi’nin Başarısı: Avrupa’da Aşırı Sağ Zaferlerine Bir Yenisi Daha Eklendi
06:37 Bakan Göktaş, “Kadına Yönelik Şiddet Araştırması’nın saha çalışmaları başlıyor”
06:21 Bakan Kurum’dan Kahramanmaraş’ta sanayi esnafına 1,5 milyon Tl’lik destek açıklaması
00:43 Yozlaşmanın İpuçları-3
00:39 TBMM’de ‘Geçen Hafta’
00:35 Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Türkiye’de ne diyorsak, BM kürsüsünde de aynı cümleleri kurmaktan asla çekinmiyoruz”
00:33 Antalya Altın Portakal Film Festivali başladı…
00:21 Adalet Bakanı Tunç, Azerbaycan’da çeşitli temaslarda bulundu
00:20 Denizden kıyıya sanat yolculuğu…
00:18 Kriter’in Eylül Sayısı’nda: İsrail Batı’yı Esir Aldı | Soykırım Devam Ediyor
00:09 Üniversite ve Yüksek Okul mezunu Türk gençlerini okul bittikten sonra onları bir araya getiren Inter Talenten Vakfı
00:07 TBMM Başkanı Kurtulmuş, CNN Türk’teki “Hafta Sonu” programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı
00:05 CHP neden birinci parti olma konumunu kaybetti?
00:04 Cumhurbaşkanı Erdoğan: İsrail’e ekonomik tedbir uygulayan yegane devlet biziz
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Tutsak edilemeyen varoluş: ‘Koleksiyoncu’ -V-

Tutsak edilemeyen varoluş: ‘Koleksiyoncu’ -V-
4 Şubat 2023
2.349
A+
A-

Fiziksel Mekân – Simgesel Mekân

Bir koleksiyon, tanımı itibariyle nesnelere ihtiyaç duyar. Toplanacak bir nesne ya da nesneler söz konusu ise onların teşhir edileceği, seyredileceği bir mekân gerekli olur. Pullar pul defterinde, el yazmaları camekanlar arkasında, kelebekler çerçeveler içerisinde… Aslında toplanan nesne kadar, nesnenin sergileneceği mekân da önemlidir. Mekân seçiminde öncelikle saklamaya uygunluk daha sonra da saklanan yerin toplanan nesneyi doğru bir şekilde sunma özelliği dikkate alınır. Fred, kendi koleksiyon nesnesini tespit ettikten sonra o nesneyi saklayacağı ve onu izlemekten zevk alacağı ortamı hazırlar.

Fred evi kiraladıktan sonra tadilata başlar. Oldukça analitik bir şekilde evi, yanındaki mahzeni titizlikle inceler ve neredeyse yeniden inşa eder. Evi apayrı bir dünya olarak tasarlar. Fred’in bu titizliği, nesneleri sabitleme arzusunun bir sonucudur. Yaklaşık bir ay boyunca evin düzeni (mahzene giriş çıkış, gürültü ve görüntü meseleleri) üzerinde çalışır. Her ayrıntıyı düşünür, evin bahçesindeki mahzenin içinde ayrı bir dünya kurar. Fred’in bir koleksiyoncu ve fotoğraf meraklısı olarak nesneleri sabitleme arzusu evle olan ilişkisinde de kendini gösterir. Tüm bunlara rağmen, anlatıcı sesi bir planı olduğunu reddeder: “Tüm bu hazırlıkların ciddi olduğunu asla düşünmedim. Tuhaf karşılanacağını biliyorum, ama doğrusu bu” (Fowles, Koleksiyoncu 23). Fred’in evle ilgili yaptığı bu açıklama önemsiz gibi görünebilir fakat evi kiralamadan önce gezerken evin yanında daha önceden içinde eski bir şapel olan mahzeni gördüğünde kendinden geçmiş gibidir: “Adam kapıyı kilitleyip, anahtarı yine saksının altına koyduğunda, aşağıda gördüklerimin gerçekte var olmadığı izlenimine kapıldım. İki ayrı dünyaydı. Hep de öyle kaldı. Bazı günler uyandığımda, aşağıya dönmediğim sürece, her şeyin bir düş olduğuna inandım” (19). Tıpkı Gaston Bachelard’ın belirttiği gibi, bu ev artık onun gündüz düşlerini gerçekleştirebileceği bir mekân (6) olarak belirmiştir gözünde. Evin dikey yapısı düşünüldüğünde mahzenin bulunduğu yeraltı, bilinçdışının hüküm sahasıdır ve Bachelard’a göre “yeri kazmak söz konusu olduğunda rüyaların sınırı yoktur” (18). Fred koleksiyon nesnesi olarak Miranda’yı tespit ettikten sonra o nesneyi saklayacağı ve onu izlemekten zevk alacağı ortamı hazırlar. Bunun için evde gerekli düzenlemeleri (saklamaya uygunluk) sağladıktan sonra Miranda’nın kalacağı yerin dekorasyonunu da kendisi yapar. Miranda’nın üzerinde görmekten hoşlanacağı kıyafetler satın alır; nesneyi saklayacağı ortamın sunuma uygunluğu sağlanmıştır. Artık iş doğru zamana kalır, “sonuçta, on gün beklemem gerekti, bazen kelebeklerle de böyle olur […] nadir bir cinsin bulunduğu bilinen bir yere gidersin, hiçbir şey bulamazsın […] hiç aramadığın bir anda, bir çiçeğin üstünde, burnunun dibinde görüverirsin, tepsinin içinde sunulmuş” (Fowles, Koleksiyoncu 24).

Fred, Miranda’yı bir kelebek gibi ölüm kavanozu içerisine koyduktan sonra Gestapo’nun Sırları adlı kitaptan öğrendiklerini onun üzerinde uygulamaya başlar. Bu durum Miranda’nın psikolojik durumuna hemen etki eder: “Beni yaşattığı inziva. Gazete yok. Radyo yok. Televizyon yok […] Şimdi dünyanın artık var olmadığı duygusuna kapılıyorum” (130). Miranda’nın tanıdığı dünyanın varlığını git gide yitirir, aynı zamanda, kapatıldığı mahzendeki yeni dünyasını keşfetmeye başlar. Bir süre sonra yeni mekânına alıştığı gibi, yaşantısını da buraya göre düzenler. Bu sıkışmış dünyasındaki tek canlı ise Fred’dir. Belki de Fred’in beklentisi gerçekten de bir hayalden ibaret değildir. Miranda günlüğüne “onun hakkında çok şey öğrenmeye başladım ve birini tanımak insanı ister istemez o kişiye yakınlaştırır […]yıllardır evli çiftler gibiyiz” (131) diye yazar.

Mahzenin içerisinde bir süre geçirdikten sonra mekânla bütünleşme başlar. O ses çıkarmadığı sürece ses yoktur, o hareket etmediği zaman her şey durağandır:

Bir zindanda yaşamayan hiç kimse, buradaki mutlak sessizliği anlayamaz. Ben yapmazsam çıt çıkmıyor. Kendimi ne kadar ölüme yakın hissediyorum. Gömülmüş. […] oldukça sık garip bir yanılsamaya kapılıyorum. Sağır olduğumu düşünmeye başlıyorum. Olmadığımı kanıtlamak için hafif bir gürültü yapmam gerekiyor. (154)

Beden ile mekânın bütünleşmesi sürecinde önce sesleri yitirilir sonra zaman yavaş yavaş Miranda’yı terk etmeye başlar. “Bu şimdide yaşamam olanaksız. Yoksa çıldırırım” (155). Bu nedenle sık sık geçmişi yeniden yaşatmaya çalışır, geçmiş ve bugün arasında gidip gelir. Geçmişi, kapatılmış olduğu mahzenden yorumlayarak yeni olasılıklara ulaşır fakat kapalı olduğu mekân ona bu olasılıkları yaşama fırsatı vermez. Kaçma isteği ve bunun için çabalamak günlüğün satırlarında sürekli olarak bu umut ve umutsuzluk arasında gidip gelen Miranda’ya “somut şeylerle uğraşıyormuş duygusu ver[ir]” (160). Daha çok umutludur, nedenini bilmese de umutludur.

Birbirlerine hiç güveni olmayan iki karakter, biri tutsak eden, biri tutsak edilen aslında aynı mekân içine sıkışmıştır. Fred yalnız bir adamdır. Miranda’yı kaçırmadan önce evi onarırken “Sürekli tek başımaydım. Gerçek dostumun olmaması şanstı” (21) diye düşünür. Dış dünyayla her türlü iletişimini koparmıştır, daha evi satın alır almaz telefonu kestirir. Miranda ile birlikte o da evin içinde tutsak hayatı yaşar. Kendi zihninin içindeki bir hayalin tutsağı haline gelmiştir. Her iki karakter de bu bakımdan kapatılmıştır; Fred zihinsel, Miranda fiziksel olarak. İki tutsak, durumlarının bilincinde, bir anlamda gerçeklerle yüzleşmemek için karşılıklı ve sürekli oyunlar oynar.

Aslında var olmayan tanrının tahmin edilemez dünyasında Miranda varoluşçu bir dönüşüm içerisine girer. İçinde bulunduğu durumla başa çıkmanın yolu kapatılmışlığı içselleştirmek ve metafizik anlamda mekândan uzaklaşmaktır. İlk başarısız kaçış denemesinin ardından Miranda içine kapanır. Düşünceleri, kendisine çevrilir:

Günün büyük bölümünü düşünerek geçirdim. Kendim hakkında. Ne olacak bana? Geleceğin gizemini asla burada olduğu kadar hissetmemiştim. Ne olacak? Ne olacak? Yalnızca şimdide, şimdiki durumumda değil. Buradan çıktıktan sonra […] Bu mahzende düşünüp duruyorum. Daha önce üzerinde hiç kafa yormadığım şeyleri şimdi anlıyorum (133).

Mahzendeki küçük dünyasına kapatılmış olmasının tadını çıkarıyor gibi görünür: “Kafamı tıka basa anılarla doldurdum. Şimdi içinde yaşadığım dünya ötekini öylesine gerçek, öylesine canlı, öylesine güzel kılıyor ki. Tiksindirici yanlarını bile” (136). Bu aslında bir değişim sürecinin habercisidir. Daha önce düşünme ya da yüzleşme fırsatını bulamadığı ya da görmezden geldiği konular zihnini meşgul etmeye başlar: “Her şey değişiyor […] Bu mahzende çok çabuk büyüyorum. Mantarın yerden bitmesi gibi. Yoksa dengemi mi yitirdim diye düşünüyorum. Belki de hepsi bir düşten ibaret. Ama kalemin ucunu etime batırdığımda canım yanıyor. Belki düş içinde düş görüyorum.” (145).

Miranda, Fred’in onun için kurduğu dünyada tehdit ve riskin yönlendirdiği bir evrim sürecindedir. İçinde bulunduğu duruma rağmen Fred’e karşı mücadelesinde şiddet kullanmayacağını ifade eder. Fiziksel kurtuluş yerine ruhsal bir özgürlük inancı ağır basar. “Ben ahlaklı biriyim. Ahlaklı olmaktan utanç duymuyorum [Fred ‘in] ahlakımı bozmasına izin vermeyeceğim; her ne kadar kinimi, öfkemi ve kafasına bir baltayı hak ediyorsa da” (210). Kendi kendine verdiği bir sözdür ve buna inanmak ister: “İnsan düşünecek ve okuyacak bol bol zamanım olur, o kadar da kötü sayılmaz diye düşünüyor. Ama çok kötü. Zamanın yavaşlığı. Buraya geldiğimden beri, dünyadaki tüm saatler yüzyıllarca geri kaldılar. Yakınmaya hakkım yok. Burası lüks bir hapishane” (214).

Günler geçtikçe Miranda mekân duygusunu kaybetmeye başlar. Fred dışında kimseyi görmediği gibi saatlerini kapalı ve havasız bir mahzende geçirmektedir. 20 Kasım’da “Son günlerde çok yaptığım bir şey aynada kendime bakmak. Bazen gerçek olmadığım duygusuna kapılıyorum” (207) diye yazar. Bedenini hissetme, fiziksel varlığını kendine hatırlatmaya ihtiyaç duyar. Mekânın bedenselleşmesinin ardından zaman kavramı da önemini yitirir. Kaçış umudu yoktur, Fred’in tanrı oyunundaki eylemsizliği, beklentisizlik ve aslında her günün bir öncekinin tekrarı olması zaman algısında da parçalanmaya yol açar: “Dünyanın büzüştüğünü hissedebiliyorum. Bazen haykırmak istiyorum. Sesim kısılıncaya kadar. Ölünceye kadar. Yazamıyorum. Sözcükleri bulamıyorum. Tam umutsuzluk. Bütün gün bu haldeyim. Yavaş çekim sonsuz bir panik” (216). Zaman kavramını yitirdiği anlardan birinde Miranda dünyayı böyle görür, yazdığı iki cümle arasında saatlerce düşünmektedir.

Hastalığının etkisiyle fiziksel olarak kötüye gittikçe büyük olasılıkla görüntüsü de değişir. “Bugün aynaya baktım ve gözlerimde bir değişiklik fark ettim. Hem çok daha yaşlı, hem de çok daha genç bakıyorlar. Sözcüklerle olanaksız gibi geliyor” (227). Fiziksel durumundaki kötüleşmeye karşın zihinsel evrimde ulaştığı noktayı oldukça olumlu bir şekilde değerlendirir, artık eskisi gibi olmayacaktır:

Bu serüvenin başıma gelmemesini istemezdim. Çünkü eğer kaçabilirsem bütünüyle farklı ve sanırım daha iyi bir insan olacağım. Çünkü kaçamazsam, başıma kötü bir şey gelirse, bu olay başıma gelmeseydi olduğum ve kalacağım insanın, şimdi olmayı arzu ettiğim insan olmadığını bilmeyi sürdüreceğim. (230)

Hastalığı ilerledikçe fiziksel zayıflığına ve iki ay gibi bir süredir bir mahzene kapalı kalmasına bağlı olarak ruhsal durumu da gitgide tutarsız hale gelir. Fred’in, verdiği sözün aksine, daha çabuk iyileşebilmesi için evin üst katında Miranda’ya bir yer hazırlamadığını öğrendiğinde, (aslında belki de buna hiçbir zaman inanmadığı halde) gerçekle yüzleşmek ruhsal parçalanmanın da hızlanmasına yol açar. Kendi varoluşçu evrimini tamamlamıştır belki ama içinde bulunduğu fiziksel durum son çare olarak tanrıyı suçlamasına yol açar. Günlüğün satırlarında tamamen umutsuzluğa teslim olduğunu görürüz: “Siyah ve siyah ve yine siyah” (233), “Acıma yok. Tanrı yok […] Teslim olmayacağım. Teslim olmayacağım” (234). Günlükteki dilin bozulması, bedenselleşen mekânın yok olması, zaman kavramının anlamını yitirmesi sonucu Miranda tarih atmaktan da vazgeçer. Artık sadece bir sestir, sayıklamalara karışan bir ses. Cümlelerin sentaksı bozulur, parçalı, bölük düşünceler ve kesik cümlelerle ifade bulur. Son kelimeleri “Aman tanrım aman tanrım ölüme terk etme beni. Tanrım ölüme terk etme beni. Ölüme terk etme beni” (236). Miranda’nın inanmadığı tanrı da artık onun yakarışlarını duymaz.

***

Koleksiyoncu, okura ilk bakışta göründüğünden çok daha karmaşık bir yapı sunar. Bir çok Fowles eleştirisinin ortaya koyduğu gibi bu roman bir sınıfsal çatışma, faşizan baskı, büyüme, aşk, sanatsal yaratıcılık, metinlerarası bir hikâye ve en nihayetinde sadece bir gerilim romanı olarak okunabilir elbette. Fowles, aslında basit bir gerilim hikâyesinin arka planında çok farklı okumalara imkân tanıyan bir metin kurgulamıştır. Kurguda bıraktığı bazı boşluklar, anlatı straretjisiyle birleştiğinde, okura bu alanları değerlendirme ve boşlukları kendi zihninde doldurma imkânı sağlar. Bu gözden geçirme sonrasında okur Fred ve Miranda hakkındaki yargılarını roman boyunca yenilemek durumunda kalır. Fowles, karakterlerine içinde bulundukları fiziksel ve zihinsel mekânlar ve bu mekânlarla kurdukları zıtlıklar içeren ilişkiler aracılığıyla derinlik katar. Fred fiziksel olarak özgürdür ama evin dışında kendini hiçbir zaman rahat hissedemez. Miranda fiziksel olarak kapatıldığı mahzende bir anlamda çaresizdir. Dolayısıyla aslında iki karakter de fiziksel olarak evin içine hapsedilmiştir. Fred varoluşunu zihninde kurgulamaya çalışır ama zihinsel sınırlarını bir türlü aşamadığı için aslında aynı zamanda saplantılı fikirlerinin tutsağıdır. Miranda ise, fiziksel tutsaklığından kurtuluşu zihinsel bir özgürleşmede bulur. Sonucu neredeyse belli olan bir hikâyede gerilimin son sayfaya kadar başarıyla devam etmesinde, yukarıda özetlemeye çalıştığım katmanlı anlatı stratejisi ve karakterlerin hem fiziksel hem de zihinsel mekânları içindeki varoluş çabaları önemli rol oynar.


Kaynaklar

Bachelard, Gaston. The Poetics of Space. Boston: Beacon Press, 1964.

Bal, Mieke. Narratology: Introduction to the Theory of Narrative. Toronto: Uni. of Toronto         Press, 1997.

Fowles, John. Aristos. London: Picador, 1993.

——. Koleksiyoncu. Çev. Münir H. Göle. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001.

Genette, Gerard. Narrative Discourse: An Essay in Method. Çev. Jane E. Lewin. Ithaca:    Cornell Uni. Press, 1990.

Winnicott, W. Donald. Oyun ve Gerçeklik. Çev. Tuncay Birkan. 2. baskı. İstanbul: Metis             Yayınları, 2007.

***

Afis Cem Uçan

Yazar hakkında

Cem Uçan, 12 Ağustos 1976 yılında İstanbul’da doğdu. 2012 yılında Acayip Hikayeler dizisi ile oyunculuk kariyerine adım atan Uçan, 2014 yılında rol aldığı Filinta dizisi ile adını duyurdu. “Bir Zamanlar Osmanlı Kıyam”, “Küçük Kıyamet”, “Nizama Adanmış Ruhlar”, “Kurt Kanunu”, “Sungurlar”, gibi yapımlarda rol alan Cem Uçan, başrolünü Engin Altan Düzyatan’ın üstlendiği “Diriliş Ertuğrul” dizisinde Aliyar karakterine hayat verdi. 2018 yılında “Hürkuş: Göklerdeki Kahraman” ve “Kardeşim İçin Der’a” filmlerinde yer alan Cem Uçan son olarak yönetmen koltuğunda Osman Kaya’nın oturduğu Deliler Fatih’in Fermanı filminde Gökkurt karakterini canlandırdı.

[UHA Haber Ajansı, 04 Şubat 2023]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.