Tutsak edilemeyen varoluş: ‘Koleksiyoncu’ -II-
Fred’in Nesnelerle Olan İlişkisi: Arzu Nesnesi Miranda
Fred’in sesindeki farklılık onun insanlara ve nesnelere bakışını özetler ve kişiliğine ilişkin bilgilerin anlaşılmasına yardımcı olur. Fred parçalanmış bir ailenin çocuğudur, babası 2 yaşındayken ölmüş, annesi de bu olayın sonrasında başka bir adamla kaçmıştır. Fred, halası ve eniştesinin yanında büyümüştür. Toplumsallaşma sürecinde bir baba figürünün eksikliğini yaşamıştır, toplumsal kurallar ve toplumsal olanla ilgili sorunu vardır ve bununla bağlantılı olarak hem kendisiyle hem de insanlarla ilgili yargılara varmakta zorlanmaktadır.
Fred, Miranda’yı arzusunun nesnesi olarak istediği her zaman seyredebilmek için kaçırır ve evinin mahzeninde tutsak eder, onu ait olmadığı bir mekâna kapatır. Daha ilk başta Miranda için “onu tanımak, beğenisini kazanmak, dostu olmak, peşindeki bir casus gibi izlemek yerine açıkça seyredebilmek için hiçbir şeyden kaçınmayacağımı hissediyordum” (Fowles, Koleksiyoncu 17) der. Fred’in burada “açıkça seyredebilmek” (to watch her openly) fiilini kullanması tesadüf değildir elbette. Miranda’ya bakışını çok net olarak ifade eder. Miranda’yı gördüğü andaki heyecanını ifade ederken de benzer bir gönderme yapar aslında: “Onu her görüşümde, büyük bir dikkatle ve yüreği ağzında yaklaşılması gereken, nadir bir cins yakaladığım duygusuna kapılıyordum […] onu düşündükçe aklıma hep aynı sözcükler geliyordu; yani ‘ender’, ‘nadide’, ‘zarif’ gibi sözcükler” (8). Miranda, onun için her zaman kendi deyimiyle “sadece bir uzmanın değer biçebileceği nadir bir tür kelebek”, seyredilebilecek bir nesnedir.
Bir kelebek koleksiyonuna sahip olmak, sonuçta ölü hayvanlara sahip olmaktır. Ölü kelebekler çifteleşemez, soylarının devamını sağlayamaz. Kelebek koleksiyonu her türlü renk zenginliğine karşın durağan bir görsellik sağlar. Fred’in kelebekler dışında fotoğrafçılığa ilgi duyması bu nedenle şaşırtıcı değildir. Fotoğraf da onun için bir ânı dondurmaya yaramaktadır, bir anlamda ânı öldürerek saklama ve daha sonra izleme imkânı tanır. Değişiklik ihtimali onu rahatsız eder ve durağan hayatında olasılıkları en aza indirmeye çalışır. Miranda’yı kapattığı mahzenin girişine birden fazla kilit takar ve her giriş çıkışında bu kilitleri sürekli olarak kontrol eder. Bu durağanlık içerisinde toplumsal ilişkilerin değişkenliği ve tahmin edilemez oluşu karşısında bocalar ve kendi bütünlüğünü sağlamakta zorlanır. Soğukkanlı anlatıcı sesinin duygusuz yapısı altında eylemlerinin sorumluluğunu alamayan, yaptıklarını değerlendiremeyen, muğlak bir karakter gizlenir. Buna karşılık romanın başından itibaren bir şekilde kibarlık ve soğukkanlılık altında, başına gelenlerin plansız olduğunu, kaderin bir oyunu olduğunu ima eden anlatıcı sesi zaman zaman olaylar geliştikçe bu soğukkanlılığı yitirmeye başlar. Miranda’nın güzelliği karşısında kendini kaybetme noktasına gelir: “Sonradan öldürmek zorunda kalacağım bir kelebeğin ortaya çıkmasını seyrettiğimdekine benzer bir duyguya kapılmıştım. Yani güzellik her zaman altüst eder; ne yapmak istediğini, ne yapması gerektiğini karıştırır insan” (77).
Fred’in toplumsal ilişkilerdeki yetersizliği, sınırlar konusundaki kararsızlığı Miranda’ya bakışında etkilidir. Onunla sağlıklı bir ilişki kurmayı hayal kurarken bile beceremez:
Sonradan gerçeğe dönüşecek bir düş kurma hakkını kendime ilk kez o gün tanıdım. Bir adamın saldırısına uğramasıyla başlıyordu, ben de koşup onu kurtarıyordum. Daha sonraları saldıran adam ben oldum bir şekilde; ama onu incitmiyordum; onu kapıp, minibüsümle uzaktaki bir eve götürüp, kibarca tutsak ediyordum. Yavaş yavaş beni tanıyor ve benden hoşlanıyordu, o zaman da düş güzel bir modern evde, evli olarak, çocuklarımız ve gereken her şeyle birlikte yaşadığımız düşüne bağlanıyordu. (17)
Fred, düşlerinde de Miranda’yı zorla alıkoyduğunu hayal etmeye başlar. İki yaşında hem annesi hem de babasını kaybettiği göz önüne alınırsa Fred’in temel sorununun kendini güvende hissetme duygusunun eksikliği olduğu iddia edilebilir. Annenin yokluğu, Fred’in çevresiyle olan ilişkilerinde iyi-kötü ayrımlarını yapabilme ya da sağlıklı bir şekilde değer yargısında bulunabilme yeteneğini olumsuz etkilemiş olabilir. Bununla ilişkili olarak çocuğun ilk arzu nesnesi olan annesinden sürekli bir biçimde ayrı kalması ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kalıcı bir endişeye ve güvensizliğe neden olabilir. Bu sürekliliğin bir türlü yeniden bir araya gelmeye dönüşmemesi nedeniyle Fred’de kalıcı bir şekilde “arzu nesnesini yitirme” endişesi olduğu iddia edilebilir. Böylelikle de arzu nesnesini sabitleme ve dondurma isteği, yani koleksiyon ve fotoğrafa duyduğu ilgi bir açıklama bulabilir. İlk arzu nesnesi olan kayıp anneyle bütünleşme isteği, koleksiyon nesneleri ile ikame edilir. Miranda da, bir arzu nesnesi olarak Fred’in güvenlik ihtiyacını karşılar, fakat kelebekler gibi ölü olmadığı için Fred’in iç dünyasında bir karmaşaya da yol açar: “Asla anlamadığı, bana yanımda olmasının yettiğiydi. Gerisinin önemi yoktu. Bir şey yapmak gerekmiyordu. Onun yanımda olmasını istiyordum, o kadar, ve bir de kendimi güvende hissetmek” (91).
Fred’in nesnelerle olan ilişkisinde anneyle bütünleşme isteğinin yattığı iddiasını sürdürecek olursam kadınlara ve cinselliğe bakışı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Cinsellik, arzu nesnesi ve anneye ulaşma isteği birbiriyle çatışır. Hayatındaki ilk ve belki de tek cinsel deneyimini anlatırken “bir kadın arzuladığımı duyumsadım” der ve ekler “daha doğrusu bir kadınım olduğunu bilmeyi arzuladım” (13). Kadın yaşlıdır, “iğrenç, iğrenç […] yıpranmış ve adi bir kadındı. Koleksiyona yakışmayan cinste bir örnek gibiydi” (13) sözleriyle bu deneyimi aktarır. Cinsel ilişkide başarılı olamaz ama bunu anlatı boyunca farklı bahanelerle gizlemeye çalışır. Miranda onu öpmeye çalıştığında şöyle düşünür:“gerçek bir erkeğin uygun zamanı gelinceye kadar kendine hâkim olabilmesi gerektiğini bildiğimden, ne yapacağımı şaşırdım […] doğrulmaya çalıştım” (94). Fred’in soğukkanlılığını yitirdiği ender anların tümü Miranda’nın ona fiziksel olarak yakınlaşmayı denediği sahnelerdedir. “Zayıf davrandığımı biliyorum. Dosdoğru ona iğrençlik yapmamasını söylemem gerekirdi. Zayıflık yaptım. Her şeyin iradem dışında geçtiği izlenimine kapılmıştım” (93). Fred tahrik olmuştur ama bu durum zihninde tasarladığı sahneyle uyumsuzdur. Kendi kontrolü altında olmayan beklenmedik olaylar karşısında ne yapacağını bilemez.
Korkunçtu, midem bulanıyordu ve her yanım titriyordu, yerin yedi kat dibine girmek isterdim. Bir fahişeyle birlikte olmaktan beterdi; ona saygı duymuyordum, ama benim tanıdığım Miranda’nın böylesine utanç dolu bir şey yapmasını kesinlikle kaldıramazdım. (95)
Bu beklenmedik andan sıyrılmak için ise “Kloroformu ağzına dayayıp, onu aşağı sürükleme[yi] ve varlığından bu şekilde kurtul[mayı]” (96) düşünür. Miranda hiçbir zaman, Fred’in zihnine hapsettiği bir görüntüden başka bir şey olmamıştır. Fred, onun bir eşya gibi oturma odasında durmasını ister, çektiği fotoğraflarda, kendi istediği şekilde “yaşamasını” arzular, görmek istemediği zamanlarda da bir eşya gibi mahzene kaldırmayı düşünür. Bu durum, iki insanın birbirine fiziksel olarak en fazla yaklaştığı an aralarındaki ilişkisizliğin artık sürdürülemez olduğunun da işaretini verir. Fred’in sesi soğukkanlılığını yitirmiştir artık. “Onu aşağıda benim halime gülerken canlandırıyordum kafamda […] Gecenin bitmesini istemiyordum. Sonsuza dek karanlık kalmasını arzuluyordum […] Her şeyi yapabilecek durumdaydım. Onu öldürebilirdim. Sonradan yaptıklarımın hepsi o gece yüzündendi” (98). Artık ok yaydan çıkar, soğukkanlı anlatıcının yerini kararlı, kızgın bir ses alır. Kadınlar hakkındaki sınırlı tecrübesine karşın Miranda’yı diğer kadınlarla aynı sınıfa koyar.
Öteki kadınlardan farkı yoktu, tek bildiği bayat yöntemlere başvurmaktı. Bir daha ona saygı duymadım. Günler boyu öfkem geçmedi. Çünkü iktidarsız değildim. Bazen fotoğraflara (bayılttığım gece çektiklerime) bakıyordum. O zamanlar amacıma ulaşmak için hiç acele etmem gerekmezdi. Üstelik resimler benimle konuşmazlardı. Bunu asla öğrenmedi. (98)
Bu noktada Miranda’ya bakışı tamamen değişir. Artık Miranda anneyle bütünleşmeyi sağlayan bir arzu nesnesi olmaktan çıkar, ona hiçbir şekilde saygısı kalmaz. Winnicott, annenin belirli bir sürenin üzerinde çocuğun yanından ayrı kalması durumunda anneyi temsil eden nesneye olan duygusal yatırımın yavaş yavaş çekilmesinden bahseder (34). Fred de, arzu nesnesi Miranda üzerindeki duygusal yatırımını çekmektedir. Bu noktadan sonra, Fred duyduğu güvensizlik duygusunun sorumluluğunu bu güvenliği ona veremeyen arzu nesnesi Miranda’ya yükler. Winnicott, annenin uzun süreli yokluğunda anneyi temsil eden geçiş nesnesinden duygusal yatırımların çekilmesi sırasında geçiş nesnesinin abartılı bir şekilde kullanılabileceğinden bahseder (34). Fred’in, Miranda’nın fotoğraflarını defalarca çekmesi “arzu nesnesinin kaybının inkâr edilmesi”ne benzer bir psikolojik durumda olduğunu gösterir. Bu anlardan en çarpıcı olanı, Miranda’nın fotoğraflarını zorla çektiği sahnedir. Bu sahne tam anlamıyla bir tecavüz sahnesidir. Fred’in iktidarsızlığı, fiziksel güç, fotoğraf makinesi ve flaşın fallik simgeselliği aracılığıyla giderilir:
‘Pekâlâ,’ dedim. ‘Kalk bakalım yataktan. Bundan böyle emirleri ben veriyorum [..] benim yerimde bir başkası olsa, şimdiye kadar çoktan ipin ucunu kaçırmıştı. ‘Öyle olsun. Şimdi sana güzel bir ders vereceğim,’ dedim. İpler yanımdaydı, biraz itişmeden sonra, ellerini bağladım, sonra da ağzını tıkadım, çok sıkı oldularsa da bu onun suçuydu, kısa bir iple yatağa bağladım ve gidip fotoğraf makinesini ve flaşı aldım […] elbiselerini çıkardım, başlangıçta dediklerime boyun eğmedi, ama sonunda çaresiz uzanıp, söylediğim pozları verdi […] sonunda istediğim resimleri elde ettim. Flaşımın pili bitinceye kadar çekmeye devam ettim” (106).
Yazar hakkında
Cem Uçan, 12 Ağustos 1976 yılında İstanbul’da doğdu. 2012 yılında Acayip Hikayeler dizisi ile oyunculuk kariyerine adım atan Uçan, 2014 yılında rol aldığı Filinta dizisi ile adını duyurdu. “Bir Zamanlar Osmanlı Kıyam”, “Küçük Kıyamet”, “Nizama Adanmış Ruhlar”, “Kurt Kanunu”, “Sungurlar”, gibi yapımlarda rol alan Cem Uçan, başrolünü Engin Altan Düzyatan’ın üstlendiği “Diriliş Ertuğrul” dizisinde Aliyar karakterine hayat verdi. 2018 yılında “Hürkuş: Göklerdeki Kahraman” ve “Kardeşim İçin Der’a” filmlerinde yer alan Cem Uçan son olarak yönetmen koltuğunda Osman Kaya’nın oturduğu Deliler Fatih’in Fermanı filminde Gökkurt karakterini canlandırdı.
[UHA Haber Ajansı, 01 Şubat 2023]