ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
00:56 Trabzonspor U19 UEFA Gençlik Ligi’nde yarı finalde
00:31 Bahçeli’den sokak çağrılarına tepki: Şuursuzluk ve sorumsuzluk
00:28 ‘Temiz Yerel Yönetim’ Vaadine Ne Oldu?
00:21 Dışişleri Bakanı Fidan, bugün Fransa’ya gerçekleştireceği resmi ziyaret kapsamında, Fransa Avrupa ve Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot ile bir araya gelecek…
00:15 Fahrettin Altun: Siyasi rekabet, ilke ve vizyonla yapılır; tehdit ve sindirme ile değil
00:10 Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Aydın, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “boykot” çağrısına tepki gösterdi…
00:06 CHP Neden Boykot Çağrısı Yaptı?
00:03 Ömer Çelik: Özgür Özel’in geldiği nokta Türkiye’yi topyekun tehdit etmektir
00:02 Eski CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan flaş adaylık açıklaması!…
22:26 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Salı günü vefat eden AK Parti Kocaeli İl İstişare Kurulu Üyesi ve eski Ulaşlı Belediye Başkanı Burhan Abiş’in cenaze törenine katıldı…
21:10 Acıların gölgesinde bir Ramazan Bayramı daha
18:55 Fidan’ın Washington Ziyareti ve Türkiye’nin Stratejik Otonomisi
18:41 Sokak Siyasetinden Geriye Ne Kalır?
17:34 Adalet Bakanı Tunç, Silivri’de işkence ve kötü muamele yapıldığına dair iddialara yanıt verdi…
13:26 Gazeteci Serkan Borlak hayatını kaybetti 
12:58 Kocaelispor Sakarya’yı eli boş gönderdi!…
10:17 “Klinik Araştırmalar Eğitim Programı” gerçekleştirildi
09:51 Bipolar bozukluk, genellikle 15-35 yaş arası bireylerde ortaya çıkıyor
09:44 SAHA İstanbul bülteni!…
09:26 Irak ile Kuzey Irak Arasında Türkiye’ye Petrol İhracatı Gerilimi Çözülecek Mi?
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Türkiye’nin Ukrayna Sınavı

Türkiye’nin Ukrayna Sınavı
A+
A-

Türkiye’nin jeo-ekonomik derinliğini pekiştirecek ölçüde ekonomik ve siyasi ölçeğini büyütecek kapsamlı bir hazırlık yapmasının zaruridir.

Prof. Dr. Murat YEŞİLTAŞ, Dış Politika Araştırmaları Direktörü

Türkiye’nin Ukrayna krizine yönelik tutumunu anlamlandırmak için içeride ve dışarıda yoğun bir çaba olduğu gözlemleniyor. İçerideki tartışmalar Türkiye’nin kriz karşısındaki aktif tutumunu tarihsel analojilerle açıklamaya çalışırken, dışarıdakiler ise Türk-Rus ilişkilerini merkeze alan dar bir çerçeveyle meseleye yaklaşıyorlar. Genel olarak bakıldığında; Türkiye’nin tutumunu Rusya ile Ukrayna arasında “dengeleyeci” bir eylem biçimi olarak ele alanlarla “dengeli” bir politika şeklinde ele alanların ağırlıkta olduğu görülüyor. Meseleyi Türkiye’nin İkinci Dünya Savaş’ında “savaştan kaçınma” stratejisi bağlamında yürüttüğü denge oyunu ile açıklayarak “aktif tarafsızlık” ile beraber açıklayanlar da bulunuyor.

Aslında kavramsal olarak Türkiye’nin ne yaptığının bir önemi yok. Önemli olan Türkiye’nin Ukrayna krizi ölçeğinde bir krize yönelik, öncesinde sahip olduğu çerçeve ile kriz sonrasında kendisini yeniden konumlandıracak stratejik bir çerçeveye sahip olup olmadığıdır. Zira Ukrayna krizi Türkiye’nin dış ve güvenlik siyaseti açısından ölçek olarak Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Karabağ, Irak, Afganistan ve Katar çatışmaları veya krizlerinden çok farklıdır. Çatışmanın karakteri, çatışmaya dahil olan aktörlerin sayısı ve niteliği ve krizin derinleşme ve yayılma potansiyeli Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında karşılaştığı en kapsamlı ve çok katmanlı süreçlerden biridir.

Ankara’nın da meseleye yaklaşırken bu temel perspektiften hareket ettiğini varsaymak mümkün. Bu temel stratejik çerçeveye ilavaten Ankara’nın çok makul gerekçelerle krize yaklaştığını ve bu anlamda rasyonel bir politika izlediğini söylemek de mümkündür.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı, Soğuk Savaş sonrası sistemik ölçekli revizyonizm girişimlerinden biri olarak tanımlanabilir. Ukrayna’nın hedef alınması, Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası oluşan ve Sovyetlerin etkisinin son bulmasıyla sonuçlanan jeopolitik parçalanmanın yeniden Rusya ekseninde bir araya getirilmesinden ve Batı-NATO’nun etkisinin minimize edilmesinden ibaret stratejik bir yaklaşımdır. Bu stratejik vizyonun Türkiye’yi ilgilendiren en önemli kısmı ise Türkiye’nin söz konusu jeopolitik parçalanmayla beraber Rusya’nın Karadeniz ölçekli jeopolitik bütünlüğünün bozulmuş olmasıdır. Nihayetinde bu bozulma Rusya’nın Türkiye üzerinde oluşturabileceği kıta ölçekli Rus jeopolitik baskısını da azaltmıştır. Bu zaviyeden meseleye bakıldığında, Türkiye jeo-stratejik olarak Ukrayna’nın yanında yer almıştır. Örneğin, Türkiye’nin Kırım’ın ilhakına yönelik tavrı salt etno-kültürel bir bağlantı ile anlaşılamaz. Kırım’ın Karadeniz jeopolitik bütünlüğünde Rusya’ya sağladığı avantaj, Rus deniz gücünü projekte edebilecek bir derinlik kazandırması ve Ukrayna’nın Azak denizinden de sökülmesiyle birlikte Karadeniz ölçekli bir oyuncu olmaktan çıkarılarak Karadeniz’in kuzeyinin Rusya’ya geniş bir alan sağlıyor olmasıdır.

Rusya’ya yönelik Batı’dan kendini farklılaştıran pozisyonu ise bölgesel ölçekli gelişmelerin neden olduğu yeni jeopolitik ortamda Rusya’nın Türkiye için asli oyunculardan biri haline gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yani Suriye başta olmak üzere; ki Türkiye için birincil güvenlik önceliklerinden biri haline gelmiştir; Libya, enerji, ekonomi ve daha geniş ölçekli stratejik işbirlikleri Ankara’nın dengeleyici değil ancak dengeli bir yol haritası oluşturmasını gerekli kılmaktadır.

Yukarıda bahsedilen stratejik rasyonelitenin arkasında yatan bir diğer husus da başta ABD olmak üzere Batı’nın, Rusya ile angajman siyasetini sona erdirecek ölçüde cezalandırıcı bir yaptırım pratiği ile savaşın sona ermesini sağlamak yerine devamını sağlayacak bir tutum içine girmiş olmasının Türkiye’de uyandırdığı şüphedir. Özellikle ABD başkanı Biden’ın Putin’i hedef alarak bir tür rejim değişikliği söylemini kontrolsüz bir şekilde devreye sokması bu şüpheyi daha da derinleştirmiştir.

Buradaki hassa nokta ise Türkiye için Rusya’nın bu süreçten hangi kayıp ve kazançla çıkacağı meselesidir. Jeopolitik ağırlığını kaybetmiş, askeri olarak Ukrayna ordusunu yense de Ukrayna’da istediğini alamayan, ekonomik savaşı ise tümüyle kaybeden zayıf bir Rusya’nın Türkiye’nin öncelikleri arasında olup olmadığı şüphelidir. Hatta böylesi bir sonucun arzu edilmediği de açıktır. Putin’e yönelik “onurlu çıkış” çağrısının da Ankara’da yüksek sesle dile getirilmesi bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Öte yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü parçalayarak Karadeniz’de mevcut statükoyu tersine çeviren stratejik bir zafer elde etmiş bir Rusya’nın da Türkiye için arzu edilen bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Böylesi bir durumda hem Ukrayna gibi stratejik bir ortağın kaybedilmesi hem de Rusya’nın kendine göre jeopolitik bütünlüğünü yeniden sağlayarak yeni bir revizyonizme girişme ihtimali olasıdır.

Söz konusu nedenler Türkiye’nin Ukrayna krizine yönelik tutumunu derinden etkilediği gibi ihtiyatlı bir tutum takınmasını da beraberinde getirmektedir. Bu ihtiyatlı tutumun hedefi savaşın sona erdirilmesi ve kalıcı bir barışın-uzlaşının sağlanmasıdır. Peki kalıcı bir uzlaşı ya da barış mümkün müdür? Hiçbir barışın mükemmel olmadığı tarihten bilinmektedir. Ancak sürdürülebilir bir istikrar için göreceli de olsa bir uzlaşı ortaya koymak mümkündür.

Bu noktada belki de Türkiye için en kritik olan husus böylesi bir uzlaşıya zemin oluşturarak kolaylaştırıcı ve mümkünse de arabulucu olabilmek ve garantör ülkeler arasında yer almaktır. Şimdilik Türkiye’nin kolaylaştırıcılık vasfının işe yaradığı ve bir uzlaşının olması için kullanılabilecek bir zemin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ancak arabuluculuğun ötesinde ölçek olarak diğerlerinden son derece farklı olan böylesi bir savaşta garantör ülke olarak Türkiye’nin isminin geçmesi stratejik öznelliğinin altını kalın bir şekilde çizen bir durum ortaya çıkarmaktadır.

Stratejik öznelliğin Ukrayna savaşı sonrasında Türkiye için yeni bir oryantasyon anlamına geldiğini şimdiden belirtmek ve tartışmak gerekiyor. Zira bu savaş küresel ölçekli yeni bir parçalı oryantasyon dönemini başlatabilir. Türkiye-Avrupa ilişkileri başta olmak üzere yeni soruların sorulmasını da beraberinde getirmektedir. Örneğin, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde yeni Avrupa güvenlik mimarisinin nasıl şekilleneceği sorusu oldukça önemlidir. Eğer Ukrayna savaşı Avrupa güvenlik mimarisinde yeni bir oryantasyonun ortaya çıkmasına neden olacaksa, ki olacak, o halde sorulması gereken soru; Türkiye’nin bu yeni oryantasyondaki konumunun ne olacağıdır?

İki yaklaşımın ağırlıkta olduğunu söyleyebilirim: Birincisi, Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisine entegre edilmiş bir formülle yeniden bir stratejik okumaya tabi tutulması. Şu an olan budur. İkincisi ise Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinin tamamlayıcı bir unsuru olmasıdır. Her iki yaklaşım da hem eksiktir hem de sorunludur. Entegrasyon, jeopolitik önceliklerini uyumlulaştıramayan Avrupa açısından Türkiye’nin seçmece bir stratejik okumaya tabi tutularak pasif bir özneye dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Tamamlayıcılık noktasındaki yaklaşım ise Türkiye’nin Avrupa’ya dışsal bir jeopolitik kriz alanında tampon ülke muamelesi yapılması anlamına gelmektedir. Terör, göç, krizli alanlara müdahale ederek Avrupa’nın güvenliğine katkı sağlayan edilgen bir pozisyon. Bu noktada iki belgenin iyi bir şekilde anlaşılması gerekir. Biri NATO’nun stratejik dönüşümü, diğeri de Avrupa’nın Stratejik Pusulası. Türk bürokratlarının ve stratejik topluluğunun her iki stratejik belgeye olan tutumlarının da toplumda tartışılması gerekir.

Bu ikilemi aşmak için Türkiye’nin savaş sonrası stratejik oryantasyonu açısından yapması gereken kendisini nasıl konumlandıracağına karar vermesidir. Bu nedenledir ki Türkiye’nin krizi boyunca yürüttüğü diplomatik çaba çok önemlidir. Ancak bu çaba Türkiye’nin krizinin sonuna hazırlık yapmasını engelleyecek bir tutuma dönüşmemelidir. Diğer bir ifade ile krizin seyri kadar sonuçları da Türkiye için hayati derecede kritiktir. Bu krizin gösterdiği ilk işaret ise kendisini sadece Avrupa güvenlik ve savunma mimarisinin bir parçası olarak konumlandırmak yerine, Türkiye’nin jeo-ekonomik derinliğini pekiştirecek ölçüde ekonomik ve siyasi ölçeğini büyütecek kapsamlı bir hazırlık yapmasının zaruri olmasıdır.

[UHA Haber Ajansı, 03 Nisan 2022]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.