İstanbul’dan EuroNews’in Temsilcisi Gazeteci Ramazan DENGİZ’in haberine göre, İstanbul Ümraniye’de 22 Eylül Pazar günü akşamı karakoldan kaçtığı tespit edilen ve motosiklet hırsızlığı nedeniyle aranan Y.E.G. (19) çıkan arbede sırasında bir polisin yere düşürdüğü tabancaya davranıp olay yerinde bulunan bir başka polis memuru Ş.Y.’yi (27) öldürdü. Bu olayı takip eden günlerde İstanbul’un Tuzla ve Beyoğlu ilçeleriyle, Konya, Edirne ve Gaziantep’te polise saldırı vakaları kayıtlara geçti.
Beyoğlu’nda bir şahıs, İstiklal Caddesi üzerinde bir polis memurunu ensesinden bıçaklamış, Tuzla’da dolandırıcılık suçundan aranan bir şüpheli hayatını kaybettiği çatışma sırasında bir polis memurunu yaralamış, Edirnespor ile Zonguldakspor arasında oynanan TFF 3. Lig maçında alkollü olduğu öğrenilen bir kişi polis memuruna yumruk atmış, Gaziantep’te hırsızlık vakası nedeniyle adrese giden polis ekipleri teslim olmayı reddeden iki şüpheliden biri ile bir binanın iç kısmında çatışmıştı.
Son olay, Konya Selçuklu’da yardım çağrısı üzerine bir eve giden polis memuru M.T.’nin, 33 suç kaydı olduğu öğrenilen E.K.’nin bıçaklı saldırısına uğramasıyla gerçekleşti. Güvenlik kamerası incelemelerinde E.K.’nin evin bahçesinde M.T.’yi defalarca kez bıçakladığı görüldü.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, ağır yaralanan polis memurunun hastaneye kaldırıldığını, şüphelinin de suç aletiyle beraber hastanede gözetim altında tutulduğunu açıkladı.
Polis memurunun saldırı altındayken şüpheliyi etkisiz hale getirecek önlemlere başvurmaması, Türkiye’deki polislerin ‘vur‘ yetkisine sahip olup olmadığı sorularını beraberinde getiriyor.
Kanun ne diyor?
2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun yedinci maddesinin a bendinde polisin “meşru hakkın kullanılması” kapsamında, b bendinde “bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde”, c bendinde, “Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde”, d bendinde “Kendisine veya başkalarına, iş yerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde” silah kullanmaya yetkili olduğu belirtiliyor.
Aynı kanunun sekizinci maddesinde silah kullanma usulü şu şekilde anlatılıyor:
“Polis, …silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde “dur” çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.”
Dokuzuncu maddede ise şu ifadeler yazılı: “Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.”
Kanunlara göre Türkiye’de polis, meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında; bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde; hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde; yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde silah kullanmaya yetkili.
Silah kullanımında ‘ön şartlar’ var
Avukat Begüm Gürel, polisin silah kullanmasında bazı “ön şartların” olduğunu vurguluyor.
“Polis, bu durumda silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde ‘dur’ çağrısında bulunmak zorundadır. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilecektir.”
“Kişinin ‘dur’ çağrısına uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde uyarı amacıyla silahla ateş edilebileceği düzenlenmiştir. Ancak buradaki silahla ateşin uyarı mahiyetinde olmasına kolluk kuvvetlerince özellikle dikkat edilmelidir. ‘Dur’ çağrısına ve bunun akabinde uyarı amaçlı silahla ateş etmeye rağmen durmayan kişinin yakalanması için ateş edilip ağır bir şekilde yaralanması veya öldürülmesi, ulaşılmak istenen amaçla orantılı değildir.”
“Ayrıca meskun mahallerde gerçekleştirilecek silahla ateş neticesinde diğer insanların hayatı bakımından herhangi bir tehlikenin meydana gelmesini önlemek maksadıyla gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmektedir.”
Avukat Gürel, polisin “dur” çağrısı ile “silahına davranması” arasında kademeli bir ilişki olduğunu söylüyor.
“Sıra itibarıyla önce gelen müdahale yöntemine başvurulmadan diğer yönteme başvurulması halinde kolluk kuvveti tarafından silah kullanma koşullarının gerçekleştiğinden bahsedilemeyecektir.”
‘Kendini koruyamayan bir polis çevresini koruyamaz’
Euronews Türkçe, Konya Selçuklu’da yaşanan olayı eski bir polis memuru Tuncay Akbaba’ya (72) sordu.
Aynı zamanda Çağdaş Polis Emeklileri Dayanışma Derneği’nin genel başkan yardımcısı olan Akbaba, “Kanun oldukça açık. Çatışma halinde bir polis kendini korumak zorunda. Şu anki duruma, yaşananlara aklım ermiyor. Kendini koruyamayan bir polis çevresini koruyamaz,” diyor.
“Polis tabii ki silah kullanma yetkisine sahip. Kanunda bahsi geçen maddelerin yaşanması halinde polis silahına davranabilir. Eğer görevde olsaydım, Konya’daki olayda o şüpheliyi sağ olarak teslim almazdım. Saldırı anında etkisiz hale getirirdim.”
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün (EGM) resmi internet sitesi incelendiğinde, 2024 yılının ilk 10 ayında 16 polis memurunun görevi sırasında hayatını kaybettiği görülüyor.
Listede yer alan ölümlerin çoğu “trafik kazası” kaynaklıyken, üç polis memuru doğrudan şüpheli şahıslarla çatışma sırasında öldürüldü.
Ümraniye’deki olaydan bir ay önce, 1 Ağustos Perşembe günü, Kastamonu Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekibinden A.Ş., şüpheli şahısların ateş açması üzerine ağır şekilde yaralanmış, Kastamonu Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşamını yitirmişti.
Bir başka olay da Samsun’da yaşandı. 4 Mart Pazartesi günü, Samsun-Havza Trafik Denetleme İstasyon Amirliği kadrosunda görevli polis memuru O.M., “dur” ihtarına uymayan bir şüphelinin araçla çarpması sonucunda hayatını kaybetti.
Teşkilatın hedefleri
EGM’nin 2023 yılı için hazırladığı 110 sayfalı “Faaliyet Raporu” metninin son bölümünde yer alan “Öneri ve Tedbirler” alt başlığında, “suçla mücadeleyi profesyonelce sürdürmek”, “önleyici polislik alanlarını güçlendirmek”, “personelin uzmanlaşmasını sağlamak” teşkilatın hedefleri arasında yer alıyor.
Euronews Türkçe’ye açıklamalarda bulunan Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin başkanı Prof. Dr. Oğuz Polat, polise tanınacak yetkilerin genişletilmesinden ziyade, EGM’nin faaliyet raporundaki “personelin uzmanlaşmasını sağlamak” hedefine atıfta bulunuyor.
Polat, “Özellikle yeni dönemde polis alımlarındaki artıştan ötürü yeterli düzeyde bir eğitim verilmiyor olabilir. Ümraniye’deki vakada polisin tabancasını kaptırdığını gördük. Bu hiçbir eğitimli polisin yapmayacağı türden bir hataydı,” dedi.
“Polisin kendini savunmasından ziyade saldırganı etkisiz hale getirmek için yaptıklarından sorumlu tutulmaması gerekiyor ama bu öldürmeye kadar gidecek bir eylem değildir. Bunun kabul edilebilir bir boyutu yok. Polisin daha iyi eğitilerek saldırganı etkisiz getirebilir olması çok daha önemli. Polisin halihazırda aldığı eğitimler gözden geçirilmelidir,” diye ekledi.
Polat polise tanınacak aşırı yetkinin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) George Floyd olayı gibi mağduriyetlere yol açabileceğini, istismarın engellenemeyeceğini söylüyor.
George Floyd örneği
25 Mayıs 2020’de ABD’nin Minneapolis şehrinde, George Floyd, bir dükkânda sahte 20 dolarlık banknot kullanmakla suçlandı. Polis çağrıldı ve Floyd, olay yerine gelen memurlar tarafından gözaltına alınmak istendi. Floyd’un gözaltına alınması sırasında yere yatırıldı ve polis memuru Derek Chauvin, Floyd’un boynuna yaklaşık 9 dakika boyunca dizini bastırdı.
Floyd, defalarca nefes alamadığını söylemesine rağmen, memur Chauvin dizini kaldırmadı. Olay yerinde bilincini kaybetti ve kısa süre sonra hastanede öldü.
Olay, çevredeki bir kişi tarafından kaydedilip sosyal medyada paylaşıldı. Bu görüntüler, büyük bir öfke dalgasına yol açarken, polis şiddeti ile ırksal adaletsizlik karşıtı protestoların fitilini ateşledi.
Floyd’un ölümü, Minneapolis’ten başlayarak kısa sürede tüm ABD’ye ve dünya geneline yayılan büyük protestolara dönüştü. İnsanlar, ırkçılığa, polis şiddetine ve adaletsizliğe karşı seslerini yükseltti. “Black Lives Matter” (Siyah Hayatlar Önemlidir) hareketi bu süreçte küresel bir yankı buldu.
Olaydan sonra Derek Chauvin, ikinci ve üçüncü derece cinayet ve adam öldürme suçlamalarıyla yargılandı. 2021 yılında suçlu bulundu ve 22,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Diğer üç polis memuru da olayla bağlantılı olarak suçlandı.
ABD merkezli Mapping Police Violence adlı kuruluşun hazırladığı rapora göre, 2023 yılında, ABD’de en az 1.248 kişi polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti. En çok ölümlü vaka, New Mexico eyaletinde görüldü. 2 milyonu aşkın insanın yaşadığı bölgede 2023 yılında 23 kişinin polis tarafından öldürüldüğü belirtiliyor.
2024 yılının ilk 10 ayında ise, 935 kişinin polis şiddetine bağlı olarak hayatını kaybettiği bildirildi.
Türkiye’deki olaylarda ise, basına yansıdığı şekliyle polise saldıran şüphelilerin genelde ruhsal bozuklukları olduğu ve uyuşturucu madde kullandıkları bir detay olarak öne çıktı.
Euronews Türkçe, psikiyatri ve toplum psikolojisi alanlarında uzmanlığı bulunan, Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a ulaştı.
Tarhan, hastalık ile suç arasında ayrım yapılması gerektiğinin altını çizdi.
“Türkiye’de de ABD’de olduğu gibi şiddet olayları artıyor. Şiddet olaylarına baktığımız zaman büyük oranda madde kullanan kişilerin etkisi olduğu görülüyor. Türkiye’de de yasal olarak denetimli serbestlik gibi bir sistem oluşturuldu, madde kullananların kontrol edilebilmesi için.”
“Burada kısa, orta, uzun vadeli önlemler alınması lazım. Türkiye’de İPSOS raporuna göre şu anda antidepresan kullanımında ABD’den sonra en çok artışın Türkiye’de olduğu görülüyor. Daha doğrusu psikiyatrik hastalarda artışın en fazla olduğu ikinci ülke durumundayız. Bu demektir ki artık bir hastalıkla, suçluluğu karıştırmamak gerekiyor.”
‘Bağımlılıkla mücadele politikaları masaya yatırılmalı’
Tarhan, Türkiye’de bağımlılıkla mücadele konusunun tekrar incelenmesini vurguluyor.
“Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok. ABD’de bu şiddet olayları çok arttığı için, bununla ilgili kısa, orta, uzun vadeli plan yaptılar. Bir tanesi polisin gücünü ve yetkilerini artırdılar. Hatta bu yetkinin verilmesi, polis şiddeti denecek kadar artırıldı. Artırılmasının sebebi aslında bu bağımlılık vakalarının çok artması.”
“Hatta ABD’de bağımlılıkla ilgili vakalar o kadar çok ki, bir eyalet olarak Pensilvanya’da sokakta madde kullananlar rahatlıkla dolaşıyorlar. Olay çıkarmasın diye sessiz kalınıyor bu kişilere ve ölüp gidiyorlar. Türkiye de ona doğru gidiyor. Bağımlılıkla mücadele konusunda Türkiye’nin bağımlılık politikalarını yeniden masaya yatırması gerekiyor bu orta ve uzun vade için.”
‘Şehir hastaneleri yetersiz kalabilir’
Eldeki hastanelerin bu kişilerin tedavisinde yeterli olmayacağını savunan akademisyen, kısa vadede alınabilecek çözümleri şu şekilde belirtiyor:
“İlk etapta polisin yetki gücünün artırılması, orta vadede de bu konuda bağımlılıkla ilgili rehabilitasyon merkezlerinin açılması gerekiyor. Yine ABD’de var bunun örnekleri. 3 ay tedavi ediliyor, daha sonra bırakılıyor. Bunun örnekleri bu tarzdaki uzun süreli rehabilitasyon merkezlerinin açılması. Yani bir şehir hastanesi buna ayrılmalı. Sadece buna ayrılmalı. Şehir hastaneleri şu an bir açıdan hastalara uygun değil, yetersiz kalabilir bu durumda.”
“Hem madde kullanıyor hem de yasal sorun oluşturuyor bu kişiler. Bu kişiler çok fazla arttı toplumda. Bunların muhakkak rehabilite edilmesi gerekiyor. Bu orta vadeli önlem. Uzun vadeli önlem olarak da ABD’de yapıldığı gibi bu kişileri birincil koruma yapmak. Sağlıklı kişilerin hasta olmaması için. İkincil koruma, risk gruplarını belirleyip onlar üzerinde çalışmak. Üçüncül koruma ise hastaneden çıkmış kişilerin tekrar hastaneye yatmaması için çalışmaktır.”
‘Kadınların güvenliğinden sorumlu değiliz’ ilanı
Türkiye’de bu yönde bir stratejinin bulunmadığına değinen Tarhan, mevcut durumun “güvenlik sorunu” teşkil ettiğini düşünüyor.
“Bu birincil, ikincil ve üçüncül koruma çalışmaları şu anda Türkiye’de politika veya medikal strateji olarak bulunmuyor. Bağımlılık tedavisi medikal tedaviye indirgenmiş durumda. Medikal tedaviden, psikiyatristlerin baş edebileceği bir şey değil bu. Onun için bu artık ciddi bir güvenlik sorunu haline geldi. Bu olayların artacağı gözüküyor. Ve bu gibi yaşanan olaylara bakıyoruz “Nasılsa cezaevinden çıkıyorlar” diyerek çekingen davranılabiliyor.”
“Polis daha fazla yetki istiyor, yetki azlığı, kısıtlılığı ve adli kontrol sisteminin iyi işlememesi nedeniyle caydırıcı davranamıyorlar. Vatandaşlar da çocuğunu sokağa çıkaramıyor. ABD de Houston’da, özellikle hükümet ‘Saat 22:00’denn sonra çıkan kadınları koruyamayız’ diye ilan verdiler. Düşünün 7-8 sene önce oldu. Houston, Teksas’ta şu anda ‘Gece saat 22:00’dan sonra çıkan kadınların güvenliğinden sorumlu değiliz’ diye ilan verildi. Türkiye’de de bu da bir önlem olarak gündeme gelebilir.”
‘Belimizde bir tabanca taşıdığımızı dahi hatırlamayabiliyoruz’
Euronews Türkçe, İstanbul’da özel harekat polisi olarak çalışan bir kişiyle görüştü.
İsminin saklı tutulması kaydıyla açıklamalarda bulunan polis memuru, kanunun genelde polis aleyhine uygulandığını düşünüyor.
“Silahına davranan birçok meslektaşımızın açığa alındığını, ihraç edildiğini, daha da kötü ihtimalle parmaklıklar ardına gönderildiğini biliyoruz. Bu nedenle çoğu zaman belimizde bir tabanca taşıdığımızı dahi hatırlamayabiliyoruz. Ekmeğimizden olmak, daha da kötüsü hapse girmek, hiçbir meslektaşımın isteyeceği bir şey değil,” diyor.
Kayseri’de 19 Kasım 2020 tarihinde, saat 22:30 sularında İ.T. isimli bir kişi sinir krizi geçirip 112 Acil Çağrı Merkezi’ni aradı. İhbar üzerine olay yerine sevk edilen sağlık ekipleri, sinir krizi geçiren kişinin saldırgan tavrı nedeniyle polis ekiplerinden yardım istedi. Bölgeye varan polis ve bekçiler, İ.T.’nin bıçaklı saldırısına uğradı. Olay sırasında üç polis memuru ile bir bekçi yaralanmıştı.
Polis, İ.T.’yi silahla vurarak etkisiz hale getirdi. Kayseri Şehir Hastanesi’ndeki tüm müdahalelere rağmen şüpheli şahıs kurtarılamadı. İki yıl süren soruşturma ve savcının hazırladığı iddianame Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Son duruşmada, tutuksuz olarak yargılanan polis memurlarının “kasten öldürme” suçundan müebbet hapsi istendiği öğrenildi.
Çözüm: Memurun yeniden değerlendirilmesi
Euronews Türkçe’nin konuştuğu özel harekat polisi, Kayseri’de yaşanan olay sonrası polis memurlarının daha da temkinli davrandığını, meslektaşlarının iş kaybı ile beraber hapse girme endişesinden ötürü silahlarını hiçbir zaman “çözüm seçeneği” olarak görmediklerini söylüyor.
10 yılı aşkın süredir teşkilatta görev yaptığını söyleyen polis memuru, ayrıca, her yıl binlerce yeni polis memuru atamasının yapıldığını, bu nedenle verilen eğitimin eskisi kadar nitelikli olamayacağını düşünüyor.
Sunduğu çözüm ise şu: Polis memurlarının da belirli aralıklarla, sürekli eğitime tabi tutulmaları ve yeniden değerlendirilmeleri.
Gazeteci* Ramazan DENGİZ