Türkiye’de Kamu-Özel Aktörler Arasında Göç Yönetişimi
Akdeniz Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans 2. Sınıf Öğrencisi Şilan Ateş, “Türkiye geçmişten bu yana çok sayıda göç alsa da son yıllarda özellikle Suriye’de yaşanan iç savaştan dolayı Suriyelilerin göç etmesi birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Artık büyük göç dalgalarını kontrol etmek güç hale gelmektedir” dedi.
Yüksek Lisans öğrencisi Şilan Ateş, ‘Türkiye’de Kamu-Özel Aktörler Arasında Göç Yönetişimi’ konusunu Uluslararası Haber Ajansı (UHA)‘dan Ataner YÜCE’ye değerlendirerek, bu büyük göç krizinin yönetiminde sadece merkezi yönetimin yeterli olmadığı için diğer kurum ve kuruluşların da yer aldığına dikkat çekti.
Şilan Ateş, etkin bir göç yönetimi için devletin yanında devlet dışı örgütlerin de yer aldığının hatırlatarak, Türkiye’ye gelen göçmenlerin çeşitli nedenlerle barınma merkezleri yerine kentlere düzensiz yerleşmesinin; siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda etkisini gösterdiğini ifade etti.
Ateş “Dolayısıyla dağınık bir şekilde yerleşen göçmenlerin sorunları için tek ve merkezi bir politika yönetimi istikrarlı bir biçimde ilerleyememektedir. Tüm bu sorunların üstesinden gelebilmek için merkezi yönetimle birlikte farklı aktörlerin de yönetimde söz sahibi olduğu “yönetişim” ön plana çıkmaktadır.
Özellikle zorunlu göç nedeniyle gelen göçmenlerin sorunları sadece merkezi yönetimi değil ekonomiyi, siyaseti, insan hakları savunucularını, hukukçuları ve yöneticileri de etkileyen bir sorun olabilmektedir. Böylesine geniş çaplı bir sorunu yönetişimle kontrol etmek büyük ölçüde etkililik sağlayabilmekte” olduğunu söyledi.
“Yerel yönetimler, STK’lar, üniversiteler ve farklı örgütlerin göç yönetişim plan ve koordinasyonunda ne kadar etkili olduğu sorusuna cevap verebilmek yapılacak plan ve koordinasyonlar için yol gösterici olabilmektedir” diye konuşan Şilan Ateş, “Göç kavramını bilmek, konunun tam olarak anlaşılması açısından önem arz etmektedir” dedi.
Ateş, göç kavramının çok karmaşık ve dinamik yapıda olması üzerinde tam olarak bir fikir birliğinin sağlanmasını zorlaştırdığını ve bu yüzden genel-geçer bir tanıma sahip olmadığını, Türk Dil Kurumuna göre “göç”ün ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret” olarak tanımlandığının altını çizdi.
İnsanların ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle bazen bireysel bazen de kitlesel olarak yaptıkları yer değiştirme hareketinin “göç” kavramına karşılık geldiğini belirten Şilan Ateş, “Oluşum süreçlerine göre bakıldığında göçler gönüllü ve zorunlu göç olarak ikiye ayrılır. Gönüllü göç insanların kendi iradeleriyle hayat kalitelerini artırmak için yaptıkları göç türüdür. 1961 yılında Türk işçilerinin çalışmak için Almanya’ya gitmeleri gönüllü göç türüne bir örnek” olduğunu açıkladı.
Ateş, zorunlu göçün ise insanların kendi iradeleri dışında zaruri nedenlerle yaptıkları göç türü olduğunu hatırlatarak, savaş, doğal afet, temel gereksinimlerin giderilememesi, işsizlik, güvenlik kaygısı, dini veya siyasi baskı nedeniyle insanları göç etmeye iten göç türünün zorunlu göç olarak nitelendirdiğini aktardı.
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans öğrencisi Şilan Ateş, şunları söyledi:
“Nitekim 2011 yılında Suriye’deki iç savaş nedeniyle Suriyelilerin can güvenliklerini sağlamak için diğer ülkeler yaptıkları göç zorunlu göç kategorisine girer. Türkiye başta komşu ülkeleri olmak üzere birçok ülkeden göç almaktadır. Özellikle 2011 yılında Suriye’deki iç karışıklık nedeniyle birçok Suriyelinin ülke sınırına sığınması Türkiye’ye yapılan en büyük göç dalgasıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesinde “Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır (İnsan Hakları Derneği, 07.01.2020)” ibaresine bakıldığında sığınmacıların ülkeye kabul edilmesinin insan haklarının korunması açısından da önem arz ettiği görülmektedir.
Yönetişim kavramının doğuşuna bakıldığında ise 1980’lerin sonlarında Kamu İşletmeciliği Okulu’nun içine girdiği krize bir çözüm yolu olarak ortaya çıkmıştır. İlk kez Dünya Bankası tarafından ortaya atılan “yönetişim” kavramı devletin görevlerinin kısa sürede yeniden yapılandırılmasına neden olmuştur. Yönetişimle ilgili kullanımlara Dünya Bankası’nın Afrika üzerine hazırlanmış bir raporunda ilk kez yer
verilmiştir ve daha sonra 1992 yılında OECD ve 1995 yılında Birleşmiş Milletler organlarınca da benimsenmiştir.
Yönetişim, devletin tek aktör olduğu bir yönetim yapısı yerine devletle birlikte özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının da yönetimde söz sahibi olduğu yönetim yapısını esas alır. Devletin işlevleri revize edilerek artık devlet dışındaki aktörlerin de karar alma sürecine katılmalarının önü açılmıştır.
Esasında yönetişimle birlikte eski ve geri dönüt almayan yönetim yapısı revize edilerek başka kurum ve örgütlerin de katıldığı çok aktörlü bir yapı haline gelmiştir. Artık siyasal ve ekonomik gücün tek bir merkezde toplanması yerine diğer aktörlerle de paylaşılması gerekliliğini içerir. Yönetişimi kısaca açıklamak gerekirse de devlet hala baskın konumda fakat işleri yapmak yerine yönlendirme görevini üstlenmektedir.
Yönetişimin içerdiği kavramlarla birlikte vatandaşlar ya da topluluklar fikir alışverişi yaparak yükümlülüklerini yerine getirirler.
Dini liderler, toprak sahipleri (kırsal alanlar için düşünüldüğünde), siyasi partiler, ordu, dernekler vs. yönetişimin diğer aktörleri olarak sıralanabilmektedir.”
Kaynak : Su Politikaları Derneği (SPD)
[UHA Haber Ajansı, 13 Eylül 2022]