Türkiye-Batı İlişkilerinde Yaşanan Dönüşüm Nasıl Yönetilmeli?
Ukrayna krizindeki dengeli politikasını daha önce başlattığı ABD, AB, Körfez, Yunanistan ve İsrail ile normalleşme politikası ile birleştiren Türkiye, Batı ile ilişkilerinde yaşanan stratejik dönüşüme katkı vermeye istekli.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN & SETA Genel Koordinatörü
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özgün Ukrayna politikası Türkiye’yi Batı başkentlerinde çok popüler hale getirdi.
Bunu perşembe günkü NATO zirvesi ile de Ankara’ya gelen liderlerin listesi ile de Batı medyasında çıkan haber-yorumlarla da tespit etmek mümkün.
Alman Şansölyesi Scholz ve Hollanda Başbakanı Rutte’nin Ankara’da verdiği olumlu mesajlar Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve İtalya Başbakanı Draghi’nin Brüksel’de Erdoğan’a sıcak yaklaşımlarıyla devam etti.
Türkiye-Batı ilişkilerinde stratejik bir dönüşüm döneminde olduğumuz açık.
Ancak kritik soru, bu sıcak havanın hangi beklentileri getireceği ve hangi somut çıktıları üreteceği.
Rusya’nın Ukrayna işgalinin sonuçlarına bağlı olarak bu stratejik dönüşüm sürecinin nasıl yönetileceği.
Şimdilik iyileşme görülen konulardan bazıları Türkiye’nin savunmaya sanayisine yönelik tahditlerin kaldırılma eğilimi, Fransa-İtalya-Türkiye üçlü görüşmelerine (Eurosam) dönülmesi ve Avrupa’nın doğalgaz tedarikinde Türkiye’nin (ve Doğu Akdeniz’in) fikir olarak öne çıkması.
Yine Nisan’da seçime giden Macron ile Erdoğan arasında havanın iyice yumuşaması Fransa ile de yeni bir sayfa açılmasının işaretlerini veriyor.
Biden yönetimi F-16ların Türkiye’ye satışına (ve modernizasyonuna) sıcak ve Kongre’yi ikna etmek için çabalama eğiliminde.
Ancak yine de Türkiye ve ABD arasındaki normalleşme sürecinin yavaş işlemesi daha çok Washington’un dağınıklığıyla alakalı.
Demokrat ve Cumhuriyetçi elitlerde Türkiye ile yeni bir ilişki tazeleme fikri ağırlık kazanıyor.
Bu fikir egzersizlerinin bazen Türkiye’nin gerçekliklerini ihmal eden, uçuk önerilere savrulduğu da oluyor.
Müttefiklerinin yaptırımlarına muhatap olan Ankara’nın “S-400leri Ukrayna’ya vermesi” örneğinde olduğu gibi.
Nitekim Erdoğan aralarında benim de olduğum gazetecilere Brüksel dönüşünde S-400lerin Türkiye’nin malı olduğunu söyledi ve bu tür fikirleri “ortalığı karıştırmak” olarak niteledi.
Erdoğan’ın NATO üyelerinin birbirine yaptırım uygulamayı aklından geçirmemesi yönündeki vurgusunu da buna ekleyelim.
Karadeniz ve Doğu Avrupa’nın güvenliği, Boğazlar, Rus enerjisine bağımlılıktan kurtulmada alternatifler, Sihalar, Ukrayna’ya yapılan yardımlar ve arabuluculuk çabası bağlamında Türkiye’nin stratejik önemini yeniden hatırlayan NATO üyelerinin beklentileri ne olmalı?
ABD ve AB üyelerinin Rusya’ya yaklaşımını (yaptırımlar vs) Türkiye’den beklemek gerçekçi değil.
Erdoğan net şekilde doğalgaz ve Akkuyu nükleer santrali örneklerini vererek Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri bir kenara koymasının mümkün olmadığını belirtti.
Enerjiden ticaret ve güvenliğe Türkiye’nin kendine has şartlarına saygı duyulmalı.
Rusya ile müzakereyi ve kimi alanlarda iş birliğini devam ettirecek bir NATO müttefiki olarak görülmeli.
Türkiye, Rusya’ya Ukrayna işgalinden “onurlu çıkışı” öneren ve bunun için katkı veren güvenilir bir aktör konumunda kalmalı.
Perşembe günkü NATO zirve bildirisinin Çin’e Rus işgaline ekonomik veya askeri destek sağlamama çağrısı önemliydi.
Rusya-Ukrayna krizinde gidişat ABD ve AB’nin Rusya’yı sınırlandırmakta ve Putin’i zayıflatmakta kararlı oldukları yönünde.
Batı ülkeleri Rusya’nın Ukrayna işgalini ilerletememesi için gerekli askeri yardımları yapıyor.
Bu yardım, NATO ile Rusya’nın doğrudan karşı karşıya gelmesini engelleyecek formda.
Sözgelimi uçuşa yasak bölge ilan etmiyorlar.
Ancak sahada Rus güçlerini zayıflatacak her türlü askeri malzemeyi sağlıyorlar.
Hedefin Putin’e Ukrayna’da büyük bir ders vermek olduğu ve bir daha bu tür saldırılarda bulunamayacak hale getirmek olduğu anlaşılıyor.
Bu da öncelikle Avrupa’nın Rus enerjisine bağımlılığını ortadan kaldıracak ve Çin gibi küresel güçlerin Rusya ile ilişkisini bir dengede tutacak ve yıllarca sürebilecek bir politikanın kararlılıkla uygulanması demek.
Bunun için de “Rusya ile doğrudan çatışma riski yaratacak çizgiyi aşmadan çıtayı” yükseltiyorlar.
Putin’in sıkışmışlıkla hangi silahları (kimyasal, biyolojik ve taktik nükleer) ne zaman kullanacağı bir muamma.
ABD ve AB’nin karşılık vermesi ise bir dünya savaşının tam ortası demek.
Eğer ABD ve AB, uzun vadeli bir Rusya politikası şekillendiriyorsa Türkiye’den beklenen Ankara’nın önceliklerine ve farklılıklarına uygun olmalı.
İş birliği ve iyileşme sembolik ve lafta kalmamalı.
Suriye iç savaşı ve DEAŞ ile mücadelede olduğu gibi Batı’nın dar çıkarlarına hapsolan bir yaklaşım sergilenmemeli.
Yeni dünya düzensizliğinin sorunlarında aktif roller üstlenen Türkiye’nin mevcut realitelerine uyum sağlamalı.
Ukrayna krizindeki dengeli politikasını daha önce başlattığı ABD, AB, Körfez, Yunanistan ve İsrail ile normalleşme politikası ile birleştiren Türkiye, Batı ile ilişkilerinde yaşanan stratejik dönüşüme katkı vermeye istekli.
Bunun için stratejik pusulaların doğru çalışması gerekli.
Macron’un Ukrayna savaşının “Libya, Yakın ve Ortadoğu’daki meselelerde” ve “NATO nezdinde Türkiye ile olan ilişkilerine stratejik bir açıklık getirdiği” ifadesinin bu yönde olumlu bir değerlendirme olduğunu belirtelim.
[UHA Haber Ajansı, 28 Mart 2022]