Türk-Yunan İlişkileri: Bu Sefer Olacak mı?
Türkiye ve Yunanistan’ın sorunlarını halledebilmesi AB odaklı üç farklı değerlendirmeyi ön plana çıkartıyor. Bunlar Türkiye’nin beklentileri, Yunanistan’ın AB pozisyonu ve AB’nin bu normalleşmeden kazanımları şeklinde ifade edilebilir. Tabii, Ege Denizi’ndeki mevcut durumun evrileceği istikamet; AB, enerji, Doğu Akdeniz ve NATO gibi konu başlıklarını da doğrudan ilgilendiriyor.
Doç. Dr. Murat ASLAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi
Türkiye ve Yunanistan arasında yeni bir dönem başlatmak adına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Miçotakis, altı yılın ardından Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısını 7 Aralık’ta gerçekleştirdi. İki ülke arasında 2020’de yaşanan yoğun bir kriz dönemi sonrasında, yeniden elde edilen ivme incelemeye değer. Nitekim Ege Denizi’ndeki mevcut durumun evrileceği istikamet AB, enerji, Doğu Akdeniz ve NATO gibi konu başlıklarını doğrudan ilgilendiriyor. Bu minvalde iki tarafın da yaşamakta olduğu süreci, atabileceği ilave adımları ve kazanımları incelemek gerekiyor.
Avrupa Birliği
Türkiye ve Yunanistan’ın sorunlarını halledebilmesi, Avrupa Birliği odaklı üç farklı değerlendirmeyi ön plana çıkartıyor. Bunlar Türkiye’nin beklentileri, Yunanistan’ın AB pozisyonu ve AB’nin bu normalleşmeden kazanımları şeklinde ifade edilebilir.
Bunlardan ilki Türkiye’nin beklentileri olup beklenti, “Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde gelinen aşamayı daha kabul edilebilir bir düzeye taşımak” şeklinde ortaya çıkıyor. AB üyeliğini Türkiye’ye yakıştırmayan Avrupa, Türk-Yunan sorunları ile Kıbrıs meselesini bahane olarak gördü. Kıbrıs meselesine kalıcı çözüm getirebilecek Annan Planı, gündeme geldiğinde Avrupa iki tarafı teşvik etmek adına sözler verdi ve tehditler ima etti. Ancak plan, Rumlar tarafından 2004’te reddedildiğinde sözler unutuldu ve Kıbrıs Türk’ü izolasyonda tutulurken, Rumlar AB üyesi oldu. Bir süre sonra Türkiye’nin AB fasılları ise donduruldu. Ege Denizi’nin iki yakasında sorunlar yaşandıkça, AB üyeliği hem bir koz hem de tehdit olarak istismar edildi. O halde Türkiye’nin beklentisi, Türk-Yunan sorunlarını, AB gündeminin bir parçası veya mazereti olmaktan çıkarmakta.
Bu noktada ikinci husus devreye giriyor ve Yunanistan’ın AB siyasetine odaklanmak gerekiyor. Yunanistan için AB, şikayet ve koruma makamı oldu. Yunanistan, AB üyeliğini bir imtiyaz şeklinde algıladı. Zaten olumsuz olan Türkiye-AB ilişkilerini perde gerisinde ve ince bir diplomatik dille daha da geriletti. Türk-Yunan sorunlarını sanki Türkiye-AB sorunları gibi seslendirdi. Avrupa ise Yunan tezlerine artık inanmasa da Birliğin insicamı için Yunanistan lehine bir tavır sergiledi.
Öte yandan problemin üçüncü boyutu, Avrupa Birliği’nin çıkarları ki bu husus aslında Yunanistan’ın istediği çizgide değil. AB cenahındaki Türkiye karşıtlığı, “dayanışma” adı altında Yunan tezlerine destek verirken, stratejik kaygılar AB’yi böldü. Türkiye ile yoğun ticari ilişkiler ile güvenlik etkileşimi, AB’yi ihtiyatlı davranmaya itti. Yunan-Rum tezlerinin dayanaksız hali ise Avrupa zihniyetini bu ikilinin “Türkiye” şikayetlerini ihmal etmeye itti. Yani Avrupa artık aynı söylemleri duymaktan bıktı. Öte yandan Türk-Yunan gerginliğinin muhtemel sonuçları, AB ülkelerini daha çok ilgilendirir hale geldi. Sonuçta, “aranızdaki problemi kendiniz çözün” anlayışı, Avrupa cenahında ağırlık kazanıyor. Bu nedenle iki ülkenin 7 Aralık görüşmesi, Avrupa için de anlamlı.
AB odaklı bir sonuç değerlendirmesi yapılacak olursa Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasıyla Yunanistan eksenli bahanelerin önüne geçiliyor. Yunanistan’ın Türkiye “tehdidi” argümanıyla AB zirvelerinde engelleyici tavrının bir anlamı kalmıyor. Kıbrıs meselesinin çözümünde de “hırçın” Rum tavrı ihmal edilebilir bir düzeye çekilebiliyor.
Enerji
Enerji kaynakları ve bu kaynakların aktığı istikamet, özellikle Rusya’nın Ukrayna saldırısı ve yaptırımlar sonrasında önemli bir konu başlığı haline geldi. Yeşil enerjiye dönüşüm halen devam ediyor olsa da hidrokarbon kaynakların vazgeçilmezliği ortada. Enerjiyi en çok tüketen Çin-Hindistan ve Avrupa-ABD eksenleri arasında büyük bir rekabet var. Bu büyük oyunun arasında kalan Türkiye ve Yunanistan aslında enerji akışının merkezinde yer alıyor. İki ülke arasında meydana gelebilecek bir kriz, Ortadoğu ve Kafkaslardan AB-Avrupa istikametine akacak petrol ve gazı durduracak nitelikte. Bu nedenle Ege’de bir kriz, özellikle Batı ekseninde istenen bir durum değil. Muhtemel bir çatışmada, Türkiye’nin karşıt bir ülke haline getirilmesi, enerji ve uluslararası siyasi meselelerin ABD-Avrupa aleyhinde gelişmesi anlamına geliyor. Bu nedenle Türkiye ve Yunanistan arasında sağlanabilecek uzlaşı, özellikle Avrupa kıtasında enerji sektörüne karşı hassas olan ekonomiyi dengede tutabilir. Aksi takdirde Rusya’ya enerji bağımlılığı, Avrupa’daki istismar edilebilir hassasiyeti daha belirgin hale getirebilir.
Doğu Akdeniz
Türkiye ile Yunanistan arasında ana konu başlıklarından birisi olan Doğu Akdeniz, genellikle bölgedeki enerji kaynaklarına referans verilerek değerlendirilmekte. Nitekim Rumların 2004 Annan Planını reddetmelerindeki önemli bir neden, Kıbrıs Adası civarındaki enerji kaynaklarını Kıbrıs Türk’ü ile paylaşma isteksizliği idi. Ancak Doğu Akdeniz meselesi, sadece enerji odaklı bir konu değil. Doğu Akdeniz, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların ENOSİS idealine daha fazla hitap ediyor. Yani mesele enerji kaynakları değil, egemenlik ile ilgili. Nitekim kamuoyunda yaygın olarak bilinen Meis Adası odaklı Yunan haritaları bahse konu argümanı güçlendiriyor.
Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanacak yeni bir açılım, doğal olarak Doğu Akdeniz’deki sorunların daha yönetilebilir bir düzeyde tutulmasına neden olabilir. Bölgede enerji kaynakları, her iki ülkenin ve Batı ittifakının çıkarları istikametinde araştırılabilir, çıkarılabilir ve pazarlanabilir. Hatırlanacağı üzere İsrail ile normalleşmenin tamamlanması ve New York’ta yapılan Erdoğan-Netanyahu görüşmeleri sonrasında Doğu Akdeniz’de ortak enerji projeleri yürütülmesinden bahsedilmişti. Kıbrıslı Rumların pek sıcak bakmayacağı bu süreç, aslında Yunanistan’ın ve Avrupalı enerji şirketlerinin lehine. Önemli olan egemenlik sorunlarını bir kenara bırakmak ve sınırları belirlenmiş alanlarda ortak projeler yürütebilmek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin beşinci toplantısı kapsamında resmi ziyarette bulunduğu Yunanistan’da, Başbakan Kiryakos Miçotakis’i kabul etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Miçotakis ile iki ülkenin heyetleri görüşmenin ardından yemeğe geçti. (Mustafa Kamacı/AA, 7 Aralık 2023)
NATO
NATO ittifakı, halen çetrefilli bir dönemden geçiyor. İttifak kendisini yeni tehditlere uyumlu bir yapıya kavuşturmaya çalışırken, bir anda Rusya-Ukrayna Savaşı, Kuzey Atlantik güvenliğini tehdit eder hale geldi. Pasifik’te beklenen gerginlikler ve Ortadoğu-Kuzey Afrika coğrafyasındaki istikrarsızlık dikkate alındığında, NATO ittifakının, ittifak üyesi ülkeler arasında yaşanan sorunları dondurması gerekmekte. Bu noktada Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanabilecek gerginlikler, NATO’nun kararlılığına meydan okuyabilir. O halde Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasıyla NATO’nun rahat bir nefes aldığı ifade edilebilir. Ukrayna’da muhtemel bir Rus zaferinin Avrupa’nın doğusunda oluşturduğu kaygı dikkate alındığında, NATO güvenliğinin sağlanmasında Türkiye’nin seçkin konumu, daha da belirgin hale geldi. Bu nedenle Erdoğan ve Miçotakis’in 7 Aralık görüşmesi ve imza edilen anlaşmalar, NATO güvenliği bağlamında çok anlamlı.
Türkiye ve Yunanistan’ın İlişkilerinde Yeni Yöntem
İki ülke arasında imza edilen anlaşmalar sonrasında yeni bir yöntemin, ilişkilerin daha ileriye taşınması için ön plana çıkarıldığı görülmekte. Egemenlik ile ilgili çözüme ulaşılamayacak problemler rafa kaldırılıyor ve Ege Denizi’nin iki yakasında, iki taraf için de yüksek getirisi olabilecek konu başlıkları üzerinde duruluyor. Bu minvalde ticaret, turizm, güven artırıcı önlemler ve kültürel etkileşim gibi devletlerin doğrudan müdahil olmadığı, ancak kolaylaştırıcı bir role büründükleri alanlar düzenleniyor. Diğer bir ifadeyle tabandan tavana bir iş birliği atmosferinin meydana getirilmesi amaçlanırken, egemenlik sorunlarının ise halklar arasında mevcut olan ön yargıların kırılması sonrasına tehir edilmesi dikkat çekiyor.
Bu yöntemin kısa vadeli bir çabadan ziyade orta vadeli halklar arası teması gerektirdiği görülüyor. Diğer bir ifadeyle halkların iyileşen ilişkiler ile elde ettikleri kazanımların siyasi alana yansıması hedefleniyor. Öte yandan sürecin zamana yayılması söz konusu olduğundan, bir anda ortaya çıkabilecek gerginliklerin, iki ülkeyi tekrar karşı karşıya getirebileceği de görülüyor. Bu nedenle bu sürecin yönetilmesinde siyasilere büyük bir görev düşüyor. O da kamuoyuna açık siyasi tartışmaları ve yanlış anlaşılabilecek adımları, önce tartmaları ve kendilerini kontrol edebilmeleri. Örneğin Miçotakis’in Avrupa ve ABD siyasilerine ve kamuoyuna “Türkiye” şikayetiyle gitmesi ve aleyhte propaganda yapması, süreci sıfırlayabilir. Bu nedenle ikili ilişkilerde “sabır” en önemli meziyet olarak ortaya çıkıyor.
Yaşanabilecek Süreç
Türk-Yunan ilişkilerinde müteakip dönemin tasarlanması ve elde edilen ivmenin korunması bağlamında önemli konu başlıkları var. Öncelikle Ege ve Doğu Akdeniz’de maksimalist adımlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Eğer bölgede huzur isteniyorsa siyasi ve askeri alanda atılabilecek her türlü adım, dış provokasyonlar da önlenerek, özenle atılmalı. İki ülke arasındaki gerginliklerden fayda sağlayan ABD, İsrail ve Fransa’nın, Yunanistan’daki “Türk tehdidi” algısını istismar ettiği aleni bir gerçek. Bu ülkeler, biraz nazlanıp biraz esnaf gibi el ovuşturup Yunanistan’a savunma sanayii ihracatı gerçekleştirdi veya askeri konuşlanma imtiyazı elde etti. O halde Türk-Yunan ilişkilerini iki ülkenin çıkarları, güvenliği ve refahı dikkate alınarak doğrudan tekemmül ettirmek gerekmekte.
İki ülke arasında yaşanacak süreçte çarpan etkisi doğurabilecek bir diğer husus ise müşterek faaliyetler. Ege Denizinde huzurun sağlanması adına iki ülkenin birbirlerine karşı değil, birlikte hareket etmesi gerekiyor. Örnek vermek gerekirse yasa dışı ve düzensiz göçün önlenmesi bağlamında iki ülkenin sahil güvenliği, belirlenen mihverlerde birlikte devriye gezebilir. Aynı şekilde iki ülkenin savaş uçakları, Ege Denizi semalarında birlikte görev icra edebilir. Maliyeti yüksek olan bu faaliyetlerin “didişme” şeklinde artırılması yerine müşterek icrası hem yumuşamayı hem de maliyet etkin çözümleri gündeme taşıyabilir.
Sonuç
Türkiye ve Yunanistan tarif etmekte bile zorlandıkları sorun yumrularıyla bir asırdan bu yana enerji kaybediyorlar. Ekonomik bağlamda hassas olan her iki ülke, kaynaklarını silahlanmaya ve güvenlik sektörüne ayırıyor. Ortak kültürü paylaşan, aynı coğrafyaya çıpa atan Türk ve Yunan halkının huzur, refah ve güvenlik beklentileri siyasi hesaplara kurban edilemeyecek kadar değerli. Değişmesi gereken psikolojik tutumun iki tarafa kazandırabileceği fayda, üçüncü tarafların çıkarlarından daha üstün. Bu nedenle ticaret, turizm ve kültür gibi iki ülke halkının beklentisi olan konu başlıklarının bir esasa bağlanmış olması, hem Türkiye hem de Yunanistan açısından kazanım. Sonuçta “bu sefer olacak mı?” sorusuna umut ve iyi niyetle yaklaşmak gerekiyor.