ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
20:26 Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, TRT Haber’de soruları yanıtladı
19:43 Bakan Tunç: Yangın ile ilgili otelin sahibi de dahil 4 kişi gözaltına alındı
19:30 Bolu’da otel yangını: Can kaybı 66’ya yükseldi, 51 yaralı var
13:56 Trump 2.0’da Dış Politika Öncelikleri
12:34 Hamas ve İsrail Arasında İmzalanan Ateşkes Anlaşması
11:31 TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Başkanı Tipioğlu BRT’ye konuk oldu
10:35 Kocaeli Kartepe’de Seramik Kursu’na büyük ilgi 
10:25 Psikolog İrem Uyar, “Mutluluk geçici bir duygu olarak görülüyor”
07:27 Avrasya İncelemeleri Merkezi’nin (AVİM) 2025 yılına bakışı…
07:00 Paşinyan’ın Batı Ermenistan açıklamaları ve kamuoyundaki gerçekler…
22:48 Ermenistan Avrupa Birliğine mi Giriyor?
20:10 Yazı & Tura ile Doğaçlama Gecesi!
19:55 Kelsterbach Batı Trakya Türkleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin Yeni Yönetim Kurulu
19:52 Mehmet Ali Arslan: “Yeni Yüzyıl Partisi, Türkiye’nin Aydınlık Geleceğini İnşa Edecek”
19:05 Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Hüseyin Baş, 9. Olağan İstanbul İl Kongresi konuştu
18:37 Tenzor Uluslararası Kış Serisi İkinci Ayağında Lider Değişmedi
11:06 “ABD Bizi Esir Aldı”
07:01 Avrasya İncelemeleri Merkezi’nden (AVİM) 2024 yılının kısa bir özeti!
20:35 Cumhurbaşkanlığı Kamu Görevlileri Etik Kurul üyesi İbrahim Karaosmanoğlu’ndan, AK Parti ilçe teşkilatları ve belediye başkanları ziyaretleri
19:46 Gazze’de ateşkes başladı, Hamas’ın serbest bıraktığı üç rehine İsrail güçlerine teslim edildi
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Trump 2.0’da Dış Politika Öncelikleri

Trump 2.0’da Dış Politika Öncelikleri
21 Ocak 2025
6
A+
A-

Amerika’nın yeni başkanı Donald Trump henüz yemin töreni olmadan dış politikada hangi konular üzerine eğileceği konusunda ipuçları vermeye başladı. Trump bir süredir Grönland’ın ve Panama Kanalı’nın kontrolünün ABD’ye geçmesi gerektiği ve hatta Kanada’nın da bir Amerikan eyaleti olabileceği gibi emperyal fikirleri ortaya atarken, askeri güç kullanımı seçeneğinin de gerekirse düşünülebileceğini söyleyerek gündemi domine ediyor. Bir yandan bu benimsenen yayılmacı retorik ABD başkanlarında pek rastlanmayan bir durumken, yayılmanın hedefi olarak gösterilen yerlerin geleneksel Batı fotoğrafının mensubu ülkelerin toprakları olması da şok etkisi yaratan başlıca faktör.

Dr. Muhammed Çağrı Bilir-

UHA / İnternational News Agency

Muhammed Çağrı Bilir, TAV sitesinin yazarıTürkiye Araştırmaları Vakfı’ndan (TAV) Araştırmacı Dr. Muhammed Çağrı Bilir, kaleme aldığı “Trump 2.0’da Dış Politika Öncelikleri” başlıklı yazısında, Trump’ın bu radikal çıkışlarının arkasında yatan muhtemel sebeplerin ne olabileceğini ele alıyor.

Trump Dış Politikasının Kökenleri

Aslında Trump’ın dış politika vizyonu ABD’nin geleneksel müttefiklerine yönelik eleştirel bir tutumu hep barındırıyordu. Hatta medya önünde AB üyelerinin savunma harcamaları konusunda yeterince sorumluluk almadıkları ve Amerikan vergi mükelleflerine kendi güvenlik maliyetlerini de ödettirdikleri gibi küçük düşürücü ifadelere sıkça rastlamak mümkün.

Kimilerine göre Trump popülist bir siyasetçi olarak kendisini unutulan Amerikalıların sesi olarak göstermek istiyor ve bu sebeple de Amerikalıların çıkarlarını küreselci politikalara kurban eden müesses nizam ile kavgasını liberal düzenin sembol niteliğindeki yapı taşları olan NATO, AB veya bütünüyle liberal normlar ile yaparak Amerikan halkı gözündeki popülaritesini beslemeye çalışıyordu.

Kimilerine göre ise Trump geleneksel izolasyon temelli korumacı bir ekonomi modelini benimseyerek ABD’nin çıkarlarını tek taraflı politikalarla korumaya çalıştığını söylüyor. Bu sebeple de Trans-Pasifik Ortaklığı yahut Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası anlaşmaları geleneksel müttefiklerden gelen bütün tepkilere rağmen iptal ettiği söylenir.

Bir diğer alternatif yaklaşım ise bütün bunları “Nixon” benzeri bir “Madman” profili çizmesiyle ilişkilendiriyor. Öyle ki Trump bir caydırıcılık unsuru olarak bilinçli bir tahmin edilemezlik algısı oluşturuyor ve bu sayede hem müttefiklerini hem de potansiyel rakiplerini hizaya getirmesi gereken anlarda daha fazla kazanım elde edebiliyor. Örneğin, İran ile nükleer anlaşmayı iptal ederken Kuzey Kore lideri ile nükleer silahlar konusunda doğrudan kendisinin görüşmesi gibi uygulamalar tutarlılık değil kontrast yaratan detaylar olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla Trump’ın dürtüleriyle hareket eden dar görüşlü bir popülist mi olduğu yoksa fayda/maliyet hesabı yapan rasyonel bir lider mi olduğu konusunda bir konsensüs oluşmuş değil.

Saldırgan Retorik

Trump tarzı dış politika konusunda başkanlığının ilk dönemine bakıldığından tetikleyici unsurların ne olduğundan bağımsız olarak belli hedefler göze çarpıyor. Trump ABD’nin Soğuk Savaş itibarıyla kendi etrafında şekillenen Batı ittifakı ile tanımlı ilişkilerinden memnun olmadığını her seferinde vurguluyor. Özellikle Arap Baharı ve Rus saldırganlığına karşı AB ülkelerinin Amerikan desteğine muhtaç kalıyor oluşu ilk öne çıkan sorunlardan. Benzer şekilde Güney Kore’nın de ABD’nin üstlendiği güvenlik maliyetlerinin karşılığını vermediği yönünde birçok söyleme rastlamak mümkün.

Öte yandan Meksika, Kanada ve AB ülkeleri ile aralarındaki serbest ticaret anlaşmalarının yine Amerikalı üreticilere haksız rekabet yarattığı ve dolayısıyla Amerikan şirketlerinin, işçilerinin ve çiftçilerinin sırtına yük olduğu gerekçesiyle alüminyum ve çelik ithalatı gibi alanlara ek vergiler getirdiği biliniyor. Aynı şekilde General Motors şirketinin Meksika’da ürettiği araçları ABD’ye vergisiz getirmesine karşın Ford’a üretimin tamamen Amerika topraklarına taşınmazsa ek vergiler getireceği yönünde baskı yapmıştı.

Aslında Trump’ın korumacı ekonomi politikaları gereği bu tutumu özellikle Çin’e karşı göstermesi beklenen bir durumken, Amerikan merkezli büyük şirketleri ve hatta geleneksel müttefiklerini de Çin gibi Amerikan çıkarlarının karşısındaki ötekiler olarak tanımlaması dikkate değer bir durum.

Dolayısıyla bugün Grönland, Kanada ve Panama Kanalı’na yönelik inşa ettiği retorik de aslında bir önceki dönemi ile paralellik gösterir nitelikte. Trump Grönland’ın Çin’e ve Rusya’ya karşı sadece “Amerikan” çıkarları için kritik önemini vurgularken, Kanada’nın da tıpkı AB ülkelerinde olduğu gibi enerji ithalatı gibi konularda veya savunma maliyetleri konusunda Amerika’ya yük olduğu eleştirilerini yöneltiyordu. Panama Kanalı’nın ise ABD’nin tabiri caizse bir hediyesi olmasına rağmen bugün Çin’in nüfuz edebildiği bir yer olması ve yüksek geçiş maliyetleri sebebiyle Amerikan çıkarları gereği müdahaleyi hakkettiğini vurguluyor.

Müesses Nizam ve Yeniden Tanımlama

Bu noktada Trump ne Grönland’ın Batı’nın refah ve demokrasi sembollerinden olan Danimarka’nın bir parçası olmasını ne Kanada’nın Batı ittifakındaki ileri seviye refah ülkesi olarak liberal dünyanın vitrin ülkelerinden biri olmasını umursuyor. Hatta bu değerler etrafında şekillenmiş ilişkileri yeniden tanımlamak istediği bile söylenebilir.

Neticede bütün bu ülkelerin savunma ve güvenlik ihtiyaçlarının ABD tarafından karşılanıyor oluşu aslında Soğuk Savaş şartlarında Sovyet tehdidine karşı oluşan bir gereklilik olarak düşünülebilir. Özellikle savaş yorgunu olan Avrupa ekonomilerinin yeninden toparlanması için ve bu toparlanmanın aslında Amerikan liderliğindeki Batı bloğunun da çarklarını döndürecek olması sebebiyle ABD ile bu ülkeler arasında emperyal bir ekonomik ilişki kurulmamış olabilir.

Ancak kazan-kazan mantığına ve karşılıklı bağımlılığa dayalı bu sistemin ekonomik olarak işlerliğini sağlayan faktör ise tabi ki Amerika’nın buna göz yummasıdır. AB ülkelerinin ve Kanada’nın ABD’nin vatandaşlarına sağladığından kat ve kat fazla refah imkânı tanıyabiliyor olması ve bunu Amerikan güdümlü sistemde Amerika sayesinde elde ediyor olmaları genelde tartışma konusu olan bir durum da değildi.

Sovyet tehdidi ortadan kalktıktan sonra bu gündem daha çok Avrupalıların kendi savunma ihtiyaçlarını NATO’ya alternatif oluşturmadan kendi başlarına sağlamaları gerektiği fikri etrafında oluşurken, bugün Trump’ın ortaya attığı gümrük tarifeleri ve vergilendirme gibi konular bu kadar akut meseleler olarak ele alınmıyordu. Zaten Amerikan başkanları arasında Batı ittifakını liberal prensipler dahilinde serbest ticaretle, karşılıklı bağımlılıkla ve bloğun güvenliğinin sağlanmasının Amerika’nın olmazsa olmaz bir zorunluluğu olduğu fikrine endekslemek yaygın bir tutumdur.

Hâlihazırda iç politikada karşı karşıya olduğu Obama-Clinton-Biden ekseninin de aslında tam olarak bu ideolojik pozisyonu tutuyor olmaları aslında Trump’ın dış politikada inşa ettiği retoriğin iç politikada da yürüttüğü kavgaya da destek olduğu anlamına geliyor. Yani müesses nizam ve onun siyasi temsilcileri olarak son yıllarda ortaya çıkan demokrat geleneğin dış politika vizyonu da aslında Trump için potansiyel bir savaş alanıdır. Dolayısıyla Trump bütün bu ülkelerle tanımlanmış olan ilişkilere aslında bir çeşit güncelleme getirmek istiyor olabilir.

Sonuç

Sonuç olarak, Grönland, Kanada yahut Panama fark etmeksizin geleneksel Batı fotoğrafının içinde bulunan her aktör Trump’ın radarına her an girebilir ve benzer söylemlerin odağı hâline gelebilir.  Bu noktada Trump’ın önünde sadece dört yıl olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Bu süre içinde bir işgal yahut ilhak politikası gütmesi veya en azından sonuç alması çok muhtemel durmasa da bütün bu söylemlerin yarattığı “Madman” profili ile uyumlu olarak ticari ve stratejik bazı kazanımları bu şekilde elde edebilir.

Grönland ile doğal kaynaklar ve güvenlik iş birliği konularında yeni ortaklıklar, Panama’dan kanal kontrolü ile alakalı imtiyazlar veya geçiş ücretlerinde tarife güncellemeleri veya Kanada’dan da aynı şekilde enerji ve ticaret konularında ek faydalar sağlayabilir.

Böylelikle, müesses nizamın yıllardır tanımladığı kutsallara yani Batı ittifakının demokrasilerine saldırırken, öte yandan onları dize getirme imajıyla elde ettiği kolay zaferlerle iç politikada da kazanım elde edebilir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.