NATO’nun Yine ve Yeniden Dönüşümü
NATO’da artık sadece askerî bir yapılanma değil, ancak siyasi ve ekonomi gibi farkla alanlarda eş güdümün öne çıktığı yeni bir anlayışın benimsenmesi gerekiyor.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in 24 Mart’ta, Olağanüstü NATO Zirvesi sonrasında yaptığı konuşmada önemli bir ayrıntı ön plana çıktı: NATO’nun uzun vadeli yeni ‘normallere’ hazır olması. Zirvenin sonuç bildirgesinde Rusya, Çin, Belarus ve İttifakın aldığı tedbirler üzerinde durulurken yeni normallere değinilmedi. Ancak Stoltenberg’in işaret ettiği yeni normal söylemine yönelik tespitlerde bulunmakta fayda var.
NATO’nun Soğuk Savaş esnasında ‘normalini’ konvansiyonel tehditlere hazır olma ve nükleer caydırıcılık teşkil etti. Gayri nizami harp ise bu iki normali tamamlayan örtülü yöntemdi. İstihbarat ve stratejinin kapalı Doğu Blokunun kilidini açmak bağlamında eyleme dönüştürüldüğü dönemde savaştan nasıl kaçınılacağı ana öncelikti. Nükleer bir savaşın kazananının olmayacağı muhtemel bir savaş bir yandan caydırıcılıkla önlenmeye çalışılırken diğer taraftan silahsızlanma veya daha kibar bir ifadeyle silahlanmanın kontrol altında tutulması yoluyla güven artırıcı önlemlere endekslendi.
Soğuk Savaş sonrasında, Sovyetlerin çöküşü nedeniyle yaşanacak muhtemel krizlerin önlenmesi ve küresel ölçekten bölgesel düzeye indirgenen ‘yeni’ tip savaşların kendi coğrafyalarında izole edilmesi ön plana çıktı. BM Antlaşmasının yetersiz kaldığı alanlarda ‘barış’ ön eki ile tamamlanan askerî, insani ve siyasi eylemlere yol verildi. Ancak Azerbaycan, Bosna, Ruanda ve Çeçenistan’da yaşanan dramlar önlenemedi. NATO bu aşamada belirsizlikle tarif edilen tehdide gerekirse sorumluluk alanı dışına taşarak mukabelede bulunma misyonunu tanımladı. Çatışanların uzlaştığı bir ortamda BM kararları çerçevesinde barışı destek misyonlarıysa sahada üstlenilen somut vazifeydi.
11 Eylül’de başlayan yeni süreç, NATO’yu ilk defa ‘meşhur’ beşinci maddeyi işletmeye itti. Barışı destek harekâtları, ABD’nin küresel terörizme ilan ettiği savaş ile yeni bir normali yaşamaya başladı. Afganistan, korsanlıkla mücadele, asimetri, hibrid ve yumuşak tehditler ile ‘sürrealizmi’ andıran yeni nesil savaşlar için üretilen senaryolar NATO’nun dönüşümünde ‘kendini’ aşmaya itti. Örneğin göç, siber tehdit ve çevre felaketlerinin sonuçlarına yönelik güvenlik kaygıları İttifakı yeni güvenlik konseptleri üretmeye zorladı. Zaten olması gereken de yeni ortaya çıkan ve askerlerin teknik altyapısıyla başa çıkamayacağı post-modern tehditlere hazır olmak idi.
Afganistan başarısızlığı ve ABD’de Trump yönetimiyle Fransa Devlet Başkanı Macron’un NATO ile zıtlaşması NATO’yu biraz zorladı. Ancak Rusların, Ukrayna işgali ve savaş ilan etmeden saldırı savaşına girişmesi NATO’yu fabrika ayarlarına geri döndürdü. NATO’nun üye ülkeler için aslında ne kadar ‘gerekli’ olduğu anlaşıldı. Ancak yeni dönemin, son otuz yılda yaşanan dönüşüm ile birlikte Soğuk Savaş dönemindeki kavramları ve eylemleri tekrar ziyaret etmeyi zorunlu kıldığı görülüyor. Ayrıca Rusya’nın mevcut potansiyeli ve Çin gibi ‘rakip’ güçlerin yükselişinin NATO’da kapsamlı bir yeniden yapılanmayı gerekli kılıyor.
İşte, yeni normal burada ön plana çıkıyor. NATO’da artık sadece askerî bir yapılanma değil, ancak siyasi ve ekonomi gibi farkla alanlarda eş güdümün öne çıktığı yeni bir anlayışın benimsenmesi gerekiyor. Tehditlere uzun dönemli angajmanın gerekli olduğu yeni normal, sivil yeteneklerin kapsamlı programlanmasına ve tüm üye ülkelerin NATO’yu bir platform olarak algılamasına bağlı. Bu çerçevede AB’nin NATO ile daha içli dışlı olması, Türkiye’nin de bu denklemde ötelenen değil, kabullenilen bir üye şeklinde algılanmasını zorunlu kılıyor. O halde yeni normal, NATO ve AB’nin Türkiye’yi sorguladığı veya izole ettiği bir anlayışı değil, ‘yeni’ entegrasyonda ön plana çıkarttığı bir konuma oturtmak durumunda.
Dr. Murat ASLAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Öğr. üyesi
[UHA Haber Ajansı, 03 Nisan 2022]