Müslümanların tek problemi kadınların tesettürsüzlüğü mü?
Son günlerde çeşitli medya organlarında ve sosyal medya platformlarında kadınların açıklığı-kapalılığı üzerinden çok yoğun tartışmalar, restleşmeler, meydan okumalar yaşanıyor.
Dindar/muhafazakâr giyimi savunan; açık-saçık, dekolte, sosyete tarzı giyinen kadınları kıyasıya eleştiren bir hocanın (Halil Konakçı) etrafında kümelenen bir kesim hocayı yerden göğe haklı bulan, karşı çıkanları da tehdit eden bir üslupla paylaşımlar yapıyorlar. Hocanın karşı çıktığı giyim tarzını benimseyenler de bu tarz giyimin bir çağdaşlık göstergesi, kadının kişilik ve özgürlüğünün gereği bir tercih olduğunu savunuyorlar. Mevcut bu polemiği iki taraf içinde de terbiye sınırlarını aşmadan götürenler olduğu gibi aralarında ancak küfür ve hakaret ederek hızlarını alabilenler de bulunuyor.
Halil Konakçı’nın, açık-saçık giyimleri dolayısıyla kadınları eleştirirken kullandığı “kasap vitrini seyreder gibiyiz, et pazarı ortalık” şeklindeki üslup bu zamanın bir din görevlisine yakışmayacak kadar ölçüsüz ve nezaketsiz. Böyle bir üslupla konuşan kim olursa olsun amacına erişemez, güttüğü davaya yararlı olamaz. Nitekim bu üslup değişik dozlarda ağır tepkilere sebep olmuştur. Her dönemde Halil Konakçı benzeri hocalar çıkıyor. 1990’lı yıllarda Şevki Yılmaz vardı. O da asıp kesiyordu, en iyi Müslüman kendisiymiş, kalan herkes günaha batmış gibi konuşuyordu. Birkaç yıl önce de Nurettin Yıldız ve ondan biraz sonra da İhsan Şenocak en doğru Müslümanlığı anlatma adına medyanın her türünde tartışmalara sebep olmuşlardı. Bütün tartışmalarda, bütün polemiklerde temel konu kadınların açılması- örtünmesi, çalışması-çalışmaması, haremlik-selamlık bir hayata tabi olup olmaması idi.
Bu konunun püf noktası şudur: Yüzyıllardan beri İslam dünyasındaki en büyük yanlış dindarların, din adına konuşanların ahlakı ve ahlaksızlığı kadınların açık-saçıklığına ve gayrimeşru cinselliğe endekslemiş olmalarıdır. Sanki kadınların İslam’a uygun giyinmemesinden ve gayrimeşru cinsellikten başka hiçbir ahlak konusu yokmuş gibi konuşmaları, yazıp çizmeleridir. Hâlbuki bugün Müslüman ülkelerin en temel sorunu ne açılıp saçılmaktır, ne ibadet eksikliğidir, ne de içki içmektir. Günümüz Müslüman ülkelerinin en büyük sorunu haksızlıkların, yolsuzlukların, sahtekârlıkların, sömürünün zirvelere çıkmasıdır. Vahşi kapitalizmin, “Altında kalanın canı çıksın” bencilliğine ve acımasızlığına uygun bir tavrın Müslümanların iş hayatında ve insani ilişkilerinde de geçerlilik kazanmasıdır. İslam’ın en kutsal hak olarak kabul ettiği kul hakkının fütursuzca çiğnenmesidir.
Kadınların açık-saçıklığının, gayrimeşru cinselliğin vebali/günahı/zararı yalnızca bu konunun özneleriyle sınırlı olduğu halde ekonomide, iş ve ticaret hayatındaki sömürü çok geniş toplumsal kesimleri mağdur etmektedir. Buna rağmen din adına konuşanların nerdeyse hiç değinmedikleri konu budur! Bu, geçmişte de günümüzde de Müslümanların içine düştüğü en büyük yanlıştır.
Dindar/muhafazakâr kesimin göremediği ya da görmek istemediği bir gerçek bu zamanda kadının toplumdan yalıtılıp/soyutlanıp evinin dört duvarı arasına, haremlik-selamlık uygulamasına mecbur ve mahkûm edilemeyeceğidir. Eğer edilecekse türban yasağının kaldırılması için verilen mücadelenin bir anlamı olabilir mi?
Günümüzün gelişmiş demokratik toplumlarında olduğu gibi Müslüman toplumlarda da kadının istediği alanda eğitim görebilmesi, dilediğinde veya gerektiğinde geçimini sağlamak için çalışabilmesi, kamusal hayatta yer alabilmesi, onun eşitlik ve özgürlüğünün gereği temel bir hak olarak görülmedikçe Müslümanlar hiçbir şekilde gelişmiş bir toplum olamazlar.
İsmail ÖZCAN & Eğitimci Yazar
[UHA Haber Ajansı, 18 Ağustos 2022]