ref: refs/heads/v3.0
enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
11:14 Ufakbirara.com 11. yılında aile hekimlerine özel içerikler üretmeye devam ediyor
10:09 Japon otomobil devi Toyota, Yamaha Motor işbirliğiyle hidrojen yakıtlı V-8 motoru üretti
10:00 TÜBİSAD dijital kapsayıcılık ve güçlendirme çalışmalarına devam ediyor
09:27 “Ticaret değil uyuşturucu savaşı”
08:01 Gazeteci* Aslı Sözbilir’in ‘Sabah Kahvesi’ için hazırladığı ‘Ekonomi Gündemi!
07:28 Moda dijitalleşti stil artık ‘cep’te
07:18 Yunanistan’da olağanüstü “deprem” toplantısı
07:07 Yaklaşan iş krizi: Davos uzmanları neler yapabileceğimizi söylüyor
07:05 Elon Musk, Trump için “özel bir hükümet çalışanı”
06:59 Siyonist “Transfer” ile “Trumps-fer” planının 4 temel hedefi
06:36 Gazeteci* Aslı Sözbilir’in ‘Sabah Kahvesi’ için hazırladığı Dünya Ekonomi Haberleri!
21:23 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmed Şara ile bir araya geldi
21:16 Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier Türkiye’yi ziyaret edecek
21:08 Cumhurbaşkanı Erdoğan: Terörle mücadelede Suriye’ye gereken desteği sağlamaya hazırız
20:57 FIM Dünya Kar Motosikleti Şampiyonası bu sene ikinci kez gerçekleşecek
11:55 Gazeteci Mustafa SALMAN ‘Ekonomi Görünüm’de, geçen hafta Emtia piyasasında yaşanan jeopolitik belirsizlikleri ele aldı
10:37 Kocaeli Milletvekili Dr. Gergerlioğlu, Yenidoğan bebek ölümlerini araştırmak için İstanbul’da
10:32 Avrupa Hürriyet Kapandı: Yanlış Gazeteciliği acı ama kaçınılmaz sonu
10:19 Yapay zekaya yenilmeyecek veri işleyen meslekler
10:10 ABD Güney Kıbrıs’ta Ne Yapıyor?
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi -2- Soğuk Savaş sonrası

Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi -2- Soğuk Savaş sonrası
20 Aralık 2024
17
A+
A-

Araplar, Osmanlı idaresi altında 400 yıl yaşadı. Son 76 yılda yaşananlara bakılırsa belki de en huzurlu 400 yılı yaşadıkları söylenebilir. 1918 sonrası Osmanlıdan tamamen bağımsızlaşan Araplar, pek çok yeni devlet kurdu. Kurulan devletlerin çoğunluğu İsrail Devletinin 1948 yılında kurulmasını kabul edip, Birinci ve İkinci Dünya Savaşının galibi Anglosakson sahiplerine biat ettikleri sürece barış ve bolluk içinde yaşadılar.

-Cem GÜNDENİZ-

2006 yılında Mavi Vatan doktrinini açıklayan emekli amiral Mavi Vatana adanmış bir hayat: Merhum Oramiral Özden Örnek - Cem GÜRDENİZCem Gürdeniz, kaleme aldığı “Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi -2-” başlıklı yazısının, bugünkü bölümünde de Soğuk Savaş sonrasını ele alıyor.

Soğuk Savaş sonrası ABD ve NATO petrol ve doğal gaz zengini batı ve İsrail karşıtı dört ülkenin parçalanarak neo liberal ekonomiye entegrasyonunu ve sınırsız sömürülmesini hedeflemişti. Bunlar Irak, Libya, Suriye ve İran idi. Bu devletler ya Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Umman, BAE ve Kuveyt gibi kendi iradeleri ile ABD’ye teslim olacaklar ya da Amerikan askeri, siyasi, finans, ekonomik, istihbarat, kısacası hibrid gücü ile parçalanacaklardı. Ancak bu süreçte en çok kullanacakları enstrüman, 1980 sonrası Afganistan’da Sovyet işgali sırasında Vehhabi köktendinciliğiyle yoğrulan, Amerikan silahları ile donatılan Amerikalılara göre Özgürlük Savaşçıları sayılan ve Mücahiddin adı verilen köktendinciler oldu. Bunların teori ve doktrini Suudi Arabistan’dan gelen Vahabi köktendincileri ile İhvancılara aiti. İşte, Suriye’de bugün büyük zafer kazanan HTŞ’nin köklerine inmek için 1980’lere gitmek gerekir. Bugün CNN ve BBC tarafından Suriye’de özgürlük savaşçısı, demokrasi havarisi olarak alkışlanan köktendinci silahlı çetelerin ruhu o günlerde üflenmişti.

YEŞİL KUŞAĞIN YARATTIĞI KANSER

1980’lerde Sovyetlerin Akdeniz ve Hint Okyanusuna inmesi önlemek üzere tasarlanan Yeşil Kuşak teorisinin sahibi Amerikalı Stratejist Brzezinski Sovyetlere karşı Afganistan’da kullanılan köktendinci özgürlük savaşçılarına süratle öldürücü ve ağır silahlar verilmesini istemişti. Ona göre Sovyetlerin yıkılması, Afganistan ve Pakistan’da ileride tüm dünyayı kanser gibi saracak ağır silahlı İslami köktendinciliğin gelişmesinden daha önemliydi. Bu süreç Pakistan üzerinden yürütülecekti. Yeşil kuşakla. Yani kızıl Marksizm’e karşı, yeşil İslamizasyon kullanılacaktı. Mücahiddin Sovyetlere karşı ilk başarıları sağladıktan sonra popülerliği yükselişe geçti. Hollywood bile ünlü Rambo film serisinin üçüncüsünü 1988 ‘de Afganistan’a ayırdı. Filmde (Slyvester Stallone) Rambo namaz bile kıldı. Pakistan’da 1978 yılında darbe ile iktidara gelen Ziya Ül Hak ülkesinde Radikal İslam’ın yükselişini hızlandırmış ve Cinnah’ın modern Pakistan’ını İslami Cumhuriyete dönüştürmüştü.

Buna yakın bir süreç 12 Eylül 1980’de Türkiye’de de yaşanacaktı. Peşaver bölgesi başta olmak üzere 33 bin medrese açılmıştı. Buralarda çiftçi ve köylü fakir Afgan gençleriyle dünyanın her köşesinden cihat çağrısına gelen binlerce selefi savaşçıyı önce doktrine edip, daha sonra ellerine ağır silahlar verip komünist avlatıyorlardı. Sovyet işgali ve iç karışıklık döneminde Pakistan’a geçen çoğu Peştu 1 milyon sığınmacıdan seçilenler savaşçıya dönüştürüldü. General Ziya sonradan Taliban’a dönüşecek savaşçıları Hindistan’a karşı Keşmir’de de kullanabilecekti. Pakistan üzerinden Mücahiddine dolar ve silah sel gibi yağmaya başladı. Vahabi Suud’lar da komünizmi önleme fonu altında Mücahiddine milyonlarca dolar yardıma başlamıştı. Riyad, sadece para değil, kendi ülkesindeki rejim karşıtı ihvancı ne kadar radikal İslamist varsa buraya savaşmaya yolluyordu. Bunlardan birisi de El Kaide’nin kurucusu Usame Bin Ladin idi.  Amerikalılar 1 birimlik yardımla Sovyetlere 10 birim zarar verildiğini anlamıştı.  Çok mutluydular. 1984’e kadar mücahitler 14.000 Sovyet askeri öldürmüş, 400 hava aracı düşürmüş, 2750 tank, 8000 kamyon imha etmişti.

KANSERİN BÜYÜMESİ

ABD, soğuk savaş bittikten sonra elindeki bu silahı kendi çıkarları için yaratıcı kaos paralelinde kullanacaktı. Moderniteden ve hümanist kimyadan çok uzak bu silahlı köktendincileri istediği gibi şekillendirecek, isimlendirecek ve gruplandıracaktı. Zira elinde hem kendi bastığı dolar hem silah vardı. Arap aleminin gerek sosyal gerekse kadın erkek eşitliği ve seküler yaklaşımlar açısından en ileri üç ülkesini yani Irak, Libya ve Suriye’yi çok ilginçtir, demokrasi, insan hakları ve kişisel hürriyetler adına Mücahiddin, Taliban, El Kaide, IŞID, El Nusra, HTŞ vb. gibi isimleri dahi CIA/MI6 koridorlarında üretilmiş kafa kesen, şiddete tapan, kadını köleleştiren silahlı köktendinci çetelere yıktırmıştır. Birinci Körfez Savaşından sonra bu kanserli hücreler CIA, MI6, MOSSAD ve BND emrinde her yerde kullanılmaya hazır hale getirildiler. Ancak her zaman bu örgütleri kontrol altında tutamadılar. Örneğin Afganistan’da kendi yarattıkları Taliban’ı 11 Eylül 2001 sonrası baş düşman belleyip yendiler ve Afganistan’ı işgal ettiler. Aynı Taliban’a 2021 yılında koskoca ülkeyi terk edip kaçar gibi geri çekildiler. Ya da 11 Eylül 2012 günü Libya/Mısrata’da Amerikan büyükelçisini kendi yetiştirdikleri cihatçı teröristlerin öldürmesini önleyemediler.

Condoleezza Rice'ın Ortadoğu'da Sınırları Değişecek 22 Ülke Arasında Türkiye'yi Saydığı İddiası - Malumatfuruş

SONUN BAŞLANGICI

11 Eylül 2001 saldırıları sonrası Amerikan dış ve güvenlik politikasını yeniden formatlayan Siyonist neoconlar, bağımsız Filistin devletine karşı oldukları gibi aynı zamanda İsrail etrafında tehdit ve risk oluşturacak hiçbir rejime izin vermeyecek şekilde Tel Aviv’e tam destek verdiler. 2004 yılında baş neocon Condoleezza Rice daha da ileri giderek 2003 yılında yazdığı bir makalede ‘Dünya, Ortadoğu’da 22 ülkenin uzun soluklu değişimlerine hazır olmalıdır’’ diyordu. 2006 yılında Amerikalı E. Albay Ralph Peters, ‘’Kan Sınırları’’ adlı kitabında bu değişiklikleri yazıyordu. Bu harita değişikliklerinin en büyük itici gücünün ABD için kenar kuşak jeopolitiği olduğu kadar enerji jeopolitiği ve en önemlisi İsrail’in güvenlik jeopolitiği olduğunu vurgulamak gerekir.

Neo-conlar İsrail'den niye rahatsız? - Fikir Turu

İSRAİL’E GÜVENLİK KUŞAĞI

1978 Camp David Anlaşmaları ile Mısır; 1982 ve 2006 müdahaleleri ile kısmen de olsa Lübnan; 1991 ve 2003 Amerikan müdahaleleri ile Irak, İsrail’in yakın çevresindeki tehditlerden kontrol edilebilir riske dönüştürülmüşlerdi. Geriye İran ve Suriye kalmıştı. 1967 savaşında İsrail Suriye sınırındaki su zengini Golan bölgesi Suriye’den alındığı için en hassas durumda oldukları ve tehdit derecelendirmesinde en üst sıraya koydukları ülke Suriye idi.  Suriyeİran’dan gelen askeri lojistiğin Lübnan’a geçiş kapısıydı. İran, 1979 sonrası geleneksel ABD düşmanlığına İsrail düşmanlığını da eklemiş ve İsrail’i haritadan silmekle tehdit ediyordu. Bu kapsamda İsrail için en büyük üç askeri tehdit İran’ın potansiyel nükleer ve mevcut konvansiyonel ateş gücüLübnan Hizbullah’ı ve Gazze’de Hamas (Şii olmamasına rağmen) idi. Bunun için eyleme geçmeliydi. İsrail, öncelikle ABD’deki neocon iktidarın 11 Eylül 2001 sonrası konsolidasyonuyla 1993 yılında imzaladığı iki devletli çözüm anlaşması olan Oslo Anlaşmasını yok sayarak Arafat’ sız bir konjonktürü hedefledi. 2004 sonunda Arafat’ın ölmesiyle Filistin’in devletleşme ideali teoride var olsa da pratikte ortadan kalktı.

Diğer yandan İsrail, 1948 Savaşından bu yana yanında olan Ürdün’ü tamamen kontrolü altına aldı. Öyle ki Ürdün, İran’ın İsrail’e 2024 baharındaki hava saldırılarında kendi unsurları ile İran füzelerini durdurmada rol aldı. Diğer yandan ABD’nin Saddam’ı kitle imha silahları vb. sahte gerekçelerle iktidardan düşürüp idam ettirmesi ile tamamen işgal ettiği bu ülkedeki Şii’lerin Lübnan Hizbullah’ına olan yardımları kesilmeliydi. Kısacası Şii etkinliği kırılmalıydı. Bunu yapmak için sadece İsrail’in askeri gücü değil Amerikan gücü de yanında olmalıydı. İsrail’in çok kısıtlı nüfusu bir zafiyetti ancak ABD’nin finansal, askeri, ekonomik, siyasi ve sınır tanımayan tek taraflı hukuki gücünün koruması İsrail’in çıkarları için kuvvet çarpanı olarak kullanılmalıydı. Amerikan savunma sanayinin hassas hedeflemeli bomba üretim gücü ateş gücünü hava kuvvetlerine dayandıran İsrail’e sınırsız destek sağlamalıydı. ABD de İsrail’i mızrağın ucundaki en önemli elit komando birliği gibi kullanmalıydı. Neticede bu güç baskısı ile ABD ve İsrail düşmanı dikta rejimleri eğer demokrasiye dönüşürlerse risk ve tehditler azalırdı. Bu uğurda halklar isyana teşvik edilmeli ve rejim değişikliği sonunda ABD ve batı tarafından desteklenecek rejimlerin İsrail yanlısı olması sağlanmalıydı. Turuncu devrimler, darbeler, köktendinci ya da neo Nazi terör örgütleri yaratmak ve yürütmek neoconların en iyi bildiği konulardı.

TÜRKİYE VE ORTADOĞU BAĞLAMINDA “ARAP BAHARI” – Sahipkıran Stratejik Araştırma Merkezi – SASAM

ARAP BAHARI VE SURİYE

Neoconların Genişletilmiş Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi tam da buydu. Arap Baharı 2010 yılından sonra bu amaca yönelik önemli bir eylemdi. Bu projede rejim değişikliği istenen başat ülke Suriye idi.  Obama döneminin Dışişleri Bakanı ve Libya Parçalanmasının mimarı neocon Hillary Clinton’ın Wikileaks Belgelerinde ortaya çıkan yazışmaları şöyle idi: “İsrail’in İran’ın artan nükleer kapasitesiyle başa çıkmasına yardımcı olmanın en iyi yolu, Suriye halkının Beşar Esad rejimini devirmesine yardım etmektir… İran ile Suriye’deki Esad rejimi arasındaki stratejik ilişki, İran’ın İsrail’in güvenliğini baltalamasını mümkün kılıyor…Washington, Suriyeli isyancı güçleri örgütlemek, eğitmek ve silahlandırmak için Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel müttefiklerle çalışmaya istekli olduğunu ifade etmeye başlamalı…

Ardından, Türkiye’deki ve muhtemelen Ürdün’deki toprakları kullanarak, ABD’li diplomatlar ve Pentagon muhalefeti güçlendirmeye başlayabilir. Zaman alacaktır…Zafer hızlı ya da kolay gelmeyecek, ama gelecek. Ve getirisi önemli olacak. İran stratejik olarak tecrit edilecek ve Ortadoğu’da nüfuzunu kullanamayacak. Suriye’de ortaya çıkan rejim, ABD’yi bir düşman olarak değil, bir dost olarak görecek… Ve yeni bir Suriye rejimi, İsrail’le dondurulan barış görüşmeleri konusunda erken harekete geçmeye pek ala açık olabilir. Lübnan’daki Hizbullah’ın İranlı sponsorlarıyla bağlantısı kesilecek çünkü Suriye artık İran’ın eğitim, yardım ve füzeleri için bir geçiş noktası olmayacak “.(devam edecek-SURİYE’DE KUMPASIN HIZLANMASI-2/1)

***

Yazar hakkında

Cem Gürdeniz, 24 Mart 1958 tarihinde İstanbul’da doğan Cem Gürdeniz, 1969 yılında Sarıyer Pertevniyal İlkokulu’nu bitirdi, ortaokula yatılı olarak Haydarpaşa Lisesi’ne gitti. Ardından, 1972 yılında Deniz Lisesi’ne kabul edildi. 1979 yılında Deniz Harp Okulu Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirerek Deniz Teğmen rütbesiyle güverte subayı olarak görev aldı.

1983-1985 yılları arasında ABD Naval Postgraduate School’da “İnsan Gücü, Personel ve Eğitim” alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı ve 1987 yılına kadar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yaptı. 1987-1989 yılları arasında Deniz Harp Akademisi öğrenimini tamamladı. Ardından Deniz Kurmay Yüzbaşı olarak TCG Gayret Harekât Subayı oldu. Bu görevini sürdürürken 1991 yılında NATO SHAPE Karargâhı’nda dış göreve seçildi, dış görevi esnasında ise Brüksel ULB (Université Libre Bruxelles)’de Uluslararası Politika dalında yüksek lisans yaptı.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.