İsveç ve Finlandiya’nın XII. Charles’ı
Bir süre önce, Türkiye’nin NATO üyeliği sorgulanmaya başlanmıştı. Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasının teknik olarak mümkün olup olmadığı Avrupa başkentlerinde, FETÖ ve PKK mensuplarının da katıldığı panel ve çalıştaylarda sürekli seslendirildi.
Dr. Murat ASLAN, Hasan Kalyoncu Üni. Öğr. Göv.
Bir süre önce, Türkiye’nin NATO üyeliği sorgulanmaya başlanmıştı. Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasının teknik olarak mümkün olup olmadığı Avrupa başkentlerinde, FETÖ ve PKK mensuplarının da katıldığı panel ve çalıştaylarda sürekli seslendirildi. Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemlerini satın almış olması hususu Türk – Rus ilişkileri açısından somut bir karmaşa olarak ilan edilmişti.
Öte yandan SA-8, SA-15, S-300 hava savunma sistemleri ve ZUBR sınıfı hava yastıklı çıkarma gemileri gibi Rus silahlarına sahip Yunanistan gibi ülkeler böyle eleştirilere tabi tutulmadı. ‘Eksen kayması’ gibi bir ithama maruz kalan Türkiye’nin güvenliğini kendi gücüne tahvil etmesi ‘aykırı’ bir eylem olarak nitelendirildi. Rusya ile çatışmayı ve diplomasiyi, rekabet ile iş birliğini aynı anda yaşamakta olan Türkiye’nin kaygıları pek dikkate alınmadı. Daha doğrusu dış politikanın yeni kodları Batılı müttefikler tarafından okunamadığı gibi Türkiye’nin gayretlerine yönelik hasis bir tutum sergilendi.
Gelinen aşamada, Türkiye’nin NATO ittifakına bağlılığı net bir şekilde anlaşılmışken Türk – Rus ilişkilerinin yönetilebilir yapısı NATO için bir acil çıkış kapısı oluverdi. Nitekim Amerikan, Fransız, Alman veya İngiliz liderler Türkiye’nin arabuluculuk ve insani çabalarını överken Ukrayna’ya zamanında yapmış olduğu askerî yardıma vurgu yaptılar. Aslında Ukraynalıların, Rusya’ya karşı direncine çarpan etkisi yapan husus, gelişmeleri öngörmüş olan Türkiye’nin bu ülkeye Rus saldırısı öncesi savunma ihracatı olmuştu. Zelenski Batı’nın çifte standardına dem vururken NATO üyeliğine başvuru yapması Batılı başkentlerde soğuk karşılandı. İkili savunma antlaşması yapılması gibi ara formüller Rusları tahrik etmemek için geri plana itildi. Bir nevi İkinci Dünya Savaşı öncesi Hitlere karşı takip edilen ‘yatıştırma’ politikasının bir benzeri Putin’e karşı ‘taviz’ siyaseti şeklinde ortaya çıkıverdi.
O halde Ukrayna’da bu gelişmeler yaşanırken İsveç ve Finlandiya neden bir anda NATO üyeliğine layık görüldü. Aslında bu soruyu teknik bir analizle sormak gerekir. İsveç ve Finlandiya NATO’nun güvenliğine katkı sağlayabilecek bir konumda mı? Soru tersten ele alınırsa, bu iki ülke NATO’yu bir krizler yumağına mahkûm edebilirler mi? Bu iki ülkenin savunma kapasitesine bakıldığında İsveç’in son yıl içinde yaklaşık 6 milyar ABD doları harcamayla GSMH’nın yüzde 1.2’sini savunmaya harcadığı görülüyor. Finlandiya ise 4 milyar ABD doları civarında harcamayla GSMH’nın yüzde 1,96’sını savunmaya ayırıyor. Silahlı kuvvetlerinin mevcutları da sırasıyla 24.000 ve 22.000 civarında. Yani İsveç ve Finlandiya’nın katkıdan ziyade beklentiyle NATO üyesi olmaya çalıştıkları aşikâr. Yani teknik inceleme bu iki ülkenin aleyhine.
NATO’nun bu iki ülkenin üyeliğiyle kazanç ve kaybına da bakmak gerekir. NATO operasyon alanını genişletmek ve Kuzey Denizi yanında Baltıklarda daha geniş bir bölgede askerî güç bulundurmak zorunda. Ayrıca Rusya ile ikili angajmana girecek İsveç ve Finlandiyalı pilotları NATO adına kriz tetikleme potansiyeline sahip. Ayrıca jeopolitik anlamda NATO’nun ihtimalat planlarında Kuzey Denizi’ne hâkim Norveç, NATO’ya gerekli coğrafi avantajı sunarken Baltık Denizi yeni krizler tetikleyebilecek. O halde İsveç ve Norveç, NATO dayanışması değil, AB dayanışmasının bir sonucu olarak ittifaka sokulmaya çalışılıyor.
Öte yandan İsveç ve Finlandiya’nın NATO misyonlarına daha önce katkıda bulunmuş olduğunu hatırlamak gerekir. Yani bir gönül borcu olarak NATO’ya üyelik konuşulabilir. Ancak katkının seviyesi de böyle bir değerlendirmede dikkate alınmalı. Örneğin İsveç ve Finlandiya Afganistan’da ‘on’larla ifade edilebilecek asker ile NATO’ya sadece sivil asker iş birliği alanında katkı verdi. Türkiye, NATO üyeliği için Kore’de şehit verirken bu ülkelerin Avrupalı kimliği onları imtiyazlı hale getiriyor.
Tüm tartışma ve analizlere rağmen Türkiye’nin İsveç ve Norveç’e yönelik tavrında bu hususlar belirleyici değil. Yani kapasite eksikliği ve coğrafi dezavantaj, siyasi nedenlerle geri plana itilebilir. Ancak bu iki ülkenin Türkiye siyasetleri böyle bir niyeti baltalıyor.
Örneğin;
– İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde, Çavuşoğlu’na 2020 yılı Ekim ayında Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi ve ‘özgürlüklere’ saygı duyması gibi sözleri hatıralarda. Amacının, Türkiye’nin askerî gücüne karşı PKK/PYD/YPG düzlemini korumak olduğu biliniyor.
– 1990’lı yıllardan itibaren PKK’lıların bu iki ülkede rahat bir ortamda propaganda yaptıkları malum. Nitekim PKK’nın yayın organları özellikle İsveç’te aktif.
– Türkiye’ye kanun çıkartarak ambargo uygulayan İsveç’in AB ve AB ülkelerini ambargo için teşvik ederken PKK/PYD/YPG’ye bu yıl içinde yaptığı yardımı 376 milyon dolara yükselttiği unutulmamalı.
– Bu iki ülkedeki FETÖ varlığı ise ilginç. FETÖ üyeleri, rahatlıkla üniversitelerde ve düşünce kuruluşlarında Türkiye aleyhine yayımlar yapabiliyor.
Sonuç gayet açık: İsveç ve Finlandiya ‘ittifak halinde oldukları Türkiye’nin güvenliğine ve çıkarına saygı göstermeyi taahhüt etmeden’ Türkiye için bu ülkelerin NATO üyeliği kabul edilebilir değil. Bazı Avrupa ülkelerinin terör örgütlerine aynı yardımı yapıyor olması bir mazeret ileri sürülebilir. Ancak neden iki ilave müttefik daha Türkiye karşıtı olsun? O halde geri adım atma zamanı İsveç ve Finlandiya’da. Aksi takdirde Ruslara karşı 1709 yılında savaşırken yaralanıp Osmanlı’ya sığınan ve Finlandiya’nın da içinde yer aldığı İsveç’in Kralı XII. Charles’ın kemikleri sızlayabilir.
[UHA Haber Ajansı, 21 Mayıs 2022]