İsrail’le Yeni Bir Dönem mi?
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 9 Mart Çarşamba günü Ankara’yı ziyaret ederek 2008’den bu yana Türkiye’yi ziyaret eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı oldu.
Bilgehan ÖZTÜRK, SETA Araştırmacı
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, 9 Mart Çarşamba günü Ankara’yı ziyaret ederek 2008’den bu yana Türkiye’yi ziyaret eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı oldu.
On beş yıla yakın bir süre boyunca siyasi alanda sorunlu seyreden Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme havası soluyoruz.
İki tarafın da ilişkilerde düzelmeye ihtiyaç duyması sebebiyle zaten çok daha önce başlayan çabalar, 2018’de İsrail’in Mescid-i Aksa, Doğu Kudüs ve Gazze’ye yönelik mütecaviz ve provakatif saldırıları sonucunda akim kalmıştı.
Bunda eski Başbakan Netanyahu’nun rolü de büyük olmuştur. Netanyahu’nun iç siyasetten aldığı güç ve özgüvenle -İsrail’in en uzun süre görev yapan başbakanı- dış politika ve söylemlerinde hâkim olan kaprisli, kibirli ve agresif ton, onun liderliğinde yürütülecek bir ‘normalleşmeyi’ Türkiye açısından cazip bir seçenek olmaktan çıkarmıştır.
Netanyahu, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulduğu dönemin ve krizlerin ana aktörü olarak da yüklü bir bagaja sahipti. Türkiye ile ilişkileri düzeltmeyi geçmişte çok istemekle beraber, bunun için Netanyahu’nun uzun süre Türkiye’de bir iktidar değişimini arzu ettiğini tahmin etmek güç değil.
Bu sebeple Naftali Bennett başbakanlığında kurulan yeni koalisyon hükümeti -ve tabii Netanyahu’nun gitmesi-, Türkiye açısından normalleşme girişimlerine hız vermek için iyi bir fırsat olmuştur.
Herzog, İşçi Partisi kökeninin de etkisiyle İsrail siyasi sahnesindeki diğer figürlere kıyasla ve yine İsrail şartlarında nispeten daha ‘makul’ bir çizgiyi temsil etmektedir. Bu özelliği, Türkiye’nin normalleşme sürecinde Herzog’un muhataplığını tercih etmesini kolaylaştırmıştır.
Şahıslar ve liderler, elbette hem krizde hem de ilişkileri düzeltme çabalarında etkili oldular. Ancak özellikle şimdi idrak etmekte olduğumuz normalleşme sürecinde, liderleri ve ülkelerini de kuşatan çok daha makro seviyedeki dinamikler belirleyici olmaktadır.
Türkiye-İsrail normalleşmesi Ortadoğu’da bir istisna ya da arıza değil, bilakis bölge çapındaki genel bir temayülün bir parçası. Kabaca 2013’ten itibaren Türkiye ile çok geniş bir coğrafyada kısır bir çekişme ve yer yer düşmanlık içine giren İsrail, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan, farklı yoğunluk ve seviyelerde bu tüketici mücadelenin maliyetlerine katlanmak zorunda kalmışlardır.
Küresel çapta gerçekleşen değişim ve yeni meydan okumalar ise hem Türkiye hem de mezkûr aktörler için birbirleriyle yıkıcı bir mücadele sürdürmeyi bir lüks haline getirmiştir. Hepsi de geleneksel ABD müttefiki olan Türkiye, İsrail, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan, Obama döneminden başlamak üzere ABD kaynaklı ortak bir meydan okumayla karşı karşıyadır: ABD artık Ortadoğu bölgesine eskiden olduğu kadar müdahil ve ilgili değildir. Geleneksel müttefiklerinin güvenliğini sağlamayı da eskisi kadar sarsılmaz bir öncelik olarak görmemektedir.
Bir bakıma bu ülkelerin tamamı, ABD sonrası dünyada kendi güvenlik ve bekalarını sağlarken ‘kendi başlarının çaresine bakmaya’ itilmiştir. Bu beş ülkenin hepsinin de bahse konu süre boyunca Rusya ile güçlü ikili ilişkiler geliştirmiş olması tesadüf değildir.
ABD’nin Afganistan’dan apar topar çekilmesi ise özellikle Ortadoğu’daki geleneksel ABD müttefikleri arasında zaten uzun süredir hâkim olan güvensizlik hissini zirveye çıkarmıştır. Bu ise yakın bir geçmişe kadar birbirleriyle çatışma halinde bulunan ülkeleri gönülsüz de olsa birbirleriyle ilişkilerini toparlamaya icbar etmiştir.
Türkiye, İsrail ve BAE’nin yakınlaşması yönünde baskı oluşturan diğer güçlü unsur ise Biden yönetiminin dış politikasıdır. Biden yönetimi dış politikası, Obama dönemi dış politikasıyla aynı şekilde bir taraftan geleneksel müttefikleri Türkiye, İsrail, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’la soğuk ve mesafeli bir ilişki içindeyken diğer taraftan İran’la nükleer anlaşma yapmayı öncelemektedir.
Bir önceki nükleer anlaşma sonrasında İran’ın Ortadoğu’da ulaştığı orantısız nüfuz ve ABD’nin bu nüfuzu tolere etmesi, Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan’a çok fazla mevzi kaybettirmiştir.
Bu aktörlerin hepsi, yeni bir nükleer anlaşma yapılması durumunda İran’ın tekrar sınırsız şekilde ‘önünün açılacağı’nı haklı olarak öngörmekte ve endişe etmektedir.
İran tehdidini en çok umursayan İsrail, BAE ve Suudi Arabistan, Türkiye olmadan İran’ın nüfuzunu dengeleyemeyeceklerinin farkında.
Yakınlaşmayı mecburi kılan baskılar olmakla birlikte, taraflar bu yakınlaşmada ciddi fırsatlar ve çıkarlar da görmektedir.
ABD’nin Doğu Akdeniz’deki EastMed projesinden desteğini çektiğini ilan etmesiyle, İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya arzı ciddi bir seçenek haline gelmiştir. Bu ise Türkiye-İsrail ilişkilerinin en güçlü tutkalı ve sigortası olacaktır.
Batının Rusya’nın doğalgazına bağımlılığını ortadan kaldırmaya çalıştığı bu dönemde Türkiye-İsrail doğalgaz iş birliği büyük bir destek bulacaktır. Ancak bu yol engebesiz değil. Mevcut İsrail hükümetinin son derece kırılgan yapısı, onun ne kadar uzun ömürlü olacağı noktasında şüphelere yol açıyor.
Yine Bennett gibi aşırı sağ bileşenlerin teşvikiyle İsrail’in Mescid-i Aksa, Doğu Kudüs ve Gazze’ye yapacağı yeni bir saldırı ilişkileri zehirleme potansiyeline sahip. Şayet ilişkiler bu şekilde zedelenmezse Türkiye, İsrail’le düzelen ilişkileri sayesinde ABD Kongresi’nde kemikleşmiş olan Türkiye düşmanı atmosferi ve eğilimi bile belli ölçüde bertaraf edebilir.
***
Bilgehan Öztürk
[UHA Haber Ajansı, 14 Mart 2022]