İslam Devrimi Muhafızları Ordusu tarafından yapılan açıklamada, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin bu sabah İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen saldırı sonucu şehit olduğu belirtildi.
Siyonist rejim tarafından gerçekleşen saldırıda Heniyye’nin bir korumasının da hayatını kaybettiği aktarıldı.
[Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kadir Ertaç Çelik]
Mehr Haber Ajansı İsrail’in terör saldırılarını ve Batı’nın bu konudaki çıfte standardına ilişkin Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kadir Ertaç Çelik, bir röportaj gerçekleştirdi.
1- Aksa Tufanı operasyonundan sonra Siyonist rejim Hamas’ı ortadan kaldırmak için için elinden geleni yaptı ancak Netanyahu’nun kamuoyuna verdiği sözlere rağmen ve bunun üzerinden 10 ay geçmesine rağmen bu olay henüz gerçekleşmedi ve Hamas güçlü bir şekilde direnmeye devam ediyor. Bu nedenle bu rejimin direniş ekseninde etkili olan bazı kişilere ve destekçilerine yönelik terör eylemlerine tanık oluyoruz. İsrail’in bu eylemlerini rejimin direniş karşısındaki zayıflığı olarak değerlendirebilir miyiz?
7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufan operasyonu öncelikle Siyonist rejimin uluslararası kamuoyuna lanse edildiği kadar güçlü olmadığının gerek İsrail istihbaratının gerek savunma kuvvetlerinin gerek istihbarat servisinde güçlü olmadığını tam tersine güvenlik zafiyetlerinin olduğunu ve özellikle Demir kubbe savunma sisteminde yine anlatıldığı gibi başarılı bir savunma sistemi olmadığını bizlere gösterdi. Bu bağlamda hem İsrail ordusunun hem İsrail’in Silahlı Kuvvetlerinin ve istihbaratının yetersizliği ve eksikliği zaten en başından ortaya konmuş oldu. Tabii Netanyahu gerek iç Politikalar ve gerekse uluslararası düzeyde söz konusu zafiyetlerin ortaya çıkmasından ötürü bozulan imajını düzeltmek ve Siyonist emellerini gerçekleştirmek üzere Hamas’a yönelik operasyonlar başladığını iddia etti ama esasında bu operasyonlar Hamas ile bir silahlı mücadele veya silahlı çatışmalardan ziyade özellikle Filistin ve Gazze şeridindeki masum ve mazlum sivillere yönelik soykırım eylemleri şeklinde gerçekleştirildi. Dolayısıyla süreci okumaya çalıştığımızda aksa Tufan operasyonu yapıldığı andan itibaren devamında İsrail rejiminin zayıf yönlerinin birer birer ortaya çıkmaya başladı. Devam eden süreç İsrail bütün Filistin halkını bu topraklardan kovması ve savaşı yaymak suretiyle Ortadoğu’daki bütün dengeleri değiştireceği yönünde.
Evet her şey değişecek şeklinde yine bakıldığında İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin Bu anlamda düzenli ordu veya asimetrik savaş bağlamında askeri bir yöntemle başarılı olamadı ortaya konuldu ki aynı zamanda hukuki ve insani yönden de haksız olduğu bir mücadele etti. Dolayısıyla İsrail yine 1947’lerden itibaren uyguladığı hatta öncesi de var yani İsrail rejimi kurulmadan önce de siyonizmin uyguladığı bir yöntem olan suikastler gündeme geldi. Öncelikle altını çizmek gerekir bu eylemler uluslararası hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirilen eylemlerdir ve Uluslararası Hukuk açısından Gazze Şeridi’nde soykırım suçu işlemekte hem de bahsettiğimiz suikast eylemleriyle birlikte başka devletlerin egemenlik haklarına tecavüz etmekte ve aynı zamanda uluslararası hukuk bakımından yasaklanan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle esasında teröre imza atmaktadır.
Tüm bunlar kümülatif olarak İsrail’in gerek Ortadoğu denkleminde gerekse de siyasi askeri boyutlarıyla bölgede uluslararası kamuoyunda yürütülen algı çerçevesinde bir gücü olmadığı tam tersine oldukça zayıf olduğunu ve başta Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı devletler olmak üzere küresel güçlere bölge dışı güçlere güvenen ve bunlardan aldığı veya alacağı destekler de bölgesel politik içinde hareket etmeye çalışan bir terör rejimi görünümü halini aldı. Bu terör rejimi de her geçen gün zafiyetini ortaya koymaktadır.
2- Batılı hükümetler genel olarak terörle mücadele ettiklerini iddia ediyor ancak Siyonist rejimin terör eylemleri karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. Batılı hükümetlerin bu çifte standardına ilişkin yorumunuz nedir?
Terörün akademik anlamda tartışılan bir konu olduğunu biz biliyoruz. Teröre yönelik gerek akademik gerekse ceza hukuku bağlamında yapılan tanımlara bakıldığında tanımı yapanın kendi çıkarları ve hassasiyetleri doğrultusunda bir terör perspektifi çizdiğini görüyoruz.
Terör en temel anlamda siyasi amaçlara ulaşmak doğrultusunda sivillere yönelik korkutma ve yıldırma amacıyla gerçekleştirilen silahlı saldırı eylemleridir. Ayrıca terör sadece sivillerle sınırlı değil hedef gözetmeksizin sivil veya kamu görevlisi herkese yönelik gerçekleştirilen hukuk dışı saldırılar terör olarak değerlendirilir. En genel tanımı budur ama bu tanımın detaylarına inildiğinde; örneğin Batılıların kendi yapmış olduğu tanımlara rağmen islam dünyasındaki aktörleri terörist örgüt veya terörist yapılandırma olarak nitelendirmelerine karşı yada Batının çıkarlarıyla örtüşümeyen doğulu devletlerin eylemlerini terör olarak nitelendirmelerine karşın kendi çıkarlarıyla uyumlu veya kendileri tarafından korunan terör örgütlerine karşı bu tanımı işletmedikleri bu kuralı işletmedikleri ve bu hassasiyeti gözetmediklerini görüyoruz. Batı sadece terör konusunda değil insan hakları konusunda, uluslararası hukuk konusunda ve savaş hukuk konusunda da aynı iki yüzlülüğü sergilemektedir. Ama Batılı kaynakları okuduğumuzda bizim bahsettiğimiz terör insan hakları hukuki gibi kavramların esasında Batının çıkarlarını gerçekleştirmek için kullandıkları argümanlar olduğunu görürüz.
Örneğin ABD Ulusal Güvenlik Strateji belgelerinde açıkça”bu değer ve ilkeler bizim ulusal çıkarlarımızı gerçekleştirmek noktasında bizim amaçlarımıza hizmet etmektedir” yazar.
Yani Batı kendi kurduğu veya kurmaya çalıştığı bir hegemonik sistem içerisinde kendi çıkarlarını maksimize eden kendini koruma altına alan ve kendinden olmayan herkesi düşman olarak nitelendirerek yok olması gereken aktörler olarak ele almışlardır.
Bu sadece günümüzde sınırlı da değildir Sömürgecilik döneminde Fransa’nın Afrika’ya yaptıkları, Hollanda’nın Portekiz’in yaptıkları, ardından İngiltere’nin yaptıkları, devam eden süreçte ABD’nin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yapmış olduğu uygulamalara, işgallere ve askeri müdahalelere bakıldığında bütün mazlum milletleri sömürmek yok etmek ve onların kanlarını emmek üzere uyguladıkları çifte standart sistemini görüyoruz. Bu çifte standart sistemini de birleşmiş milletler gibi uluslararası örgütler de kendi kurdukları uluslararası hukuk mekanizmaları içerisinde meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Bu sistem artık günümüzde tıkanmıştır sadece İslam dünyası değil Batı’ya karşı doğudan ciddi tepkiler yükselmektedir. Ayrıca Batı içerisinde de bazı çevrelerin zaman zaman bu duruma karşı rahatsız olduklarını görüyoruz. Açıkçası ben Aksa Tufanı operasyonundan itibaren on aylık sürede hatta meseleyi daha önce götürdüğümüzde yani Balfour Deklarasyonu ile başlayan yaklaşık 100 yıllık sürede İsrail’in yapmış olduğu uluslararası hukuka aykırı işgallerin, öldürmelerin ve soykırım girişimlerinden ve insanlığa karşı işlenen bütün suçların karşısında, gerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, gerek Birleşmiş Milletler’in diğer organları gerekse de uluslararası yargı mekanizmalarının sessiz kaldığını görebiliriz.
Bu konuda iki yüzlü bir tutum sergilediğini ve uluslararası kamuoyunda da bahsettiğimiz Batılı devletler nezdinde veya İsrail içerisinde de bu eylemleri sonlandıracak girişimler olmadığını görüyoruz. Yani özetle açıkçası Emperyalist Batı versiyonu İsrail rejimi İslam dünyası ile açık bir savaş içerisine girmiş. Bu açık Soğuk Savaş sonrası dönemindir ve Müslümanlar ve İslami yapıları terörist olarak ele alarak bir savaş başlatılmıştır. Yani özetle bu savaş hakla batıl savaşı şeklinde gerçekleştirmektedir.
Muhabir: Leyla Ferahani