İngiltere’nin sığınmacı gemisi: Hapishanelerden filmlere Batı’nın insani yönü
* İngiltere’nin, daha iyi hayat şartları umuduyla kendisine sığınan mültecileri Bibby Stockholm isimli gemiye yerleştirme kararı, insan hakları ve etik değerler açısından tartışmaları da beraberinde getirdi.
* Yüzen bir hapishaneyi andıran gemi ve mültecilerin durumu, tarihteki birçok tutsaklık örneğini ve film senaryolarını hatırlattı.
Avrupa’da giderek büyüyen düzensiz göçmen ve mülteci sorununa dair çözüm arayışları, İngiltere’nin son hamlesiyle daha da çarpıcı bir boyut kazanıyor.
İngiliz hükümetinin mültecileri Afrika ülkesi Ruanda’ya gönderme planlarına benzer şekilde, şimdi de ‘yüzen hapishane’ olarak adlandırılan Bibby Stockholm adlı gemiye yerleştirme kararı, kamuoyunda geniş bir tartışma yaratmış durumda.
Daha iyi bir yaşam umuduyla çıkılan göç yolculuklarının ölümcül zorluklarla dolu olduğu bir gerçek. Ancak İngiliz hükümetinin bu yeni yaklaşımı, göçmenlerin denizdeki travmalarına yeni bir boyut ekliyor. Birçok sivil toplum kuruluşu, bu uygulamanın ‘insanlık dışı’ olduğunu dile getiriyor ve travmatik deniz yolculuklarının ardından böylesi bir mavnaya yerleştirilmeye çalışılmalarını kınayarak tepki gösteriyor.
Tarihteki ada hapishaneler
Bu yeni ‘yüzen hapishane’ kavramı, tarih boyunca cezalandırma ve toplumsal kontrolün farklı yollarını temsil eden örnekleri de anımsatıyor. Britanya İmparatorluğu’nun 1788’de Avustralya’ya suçluları sürgün ettiği dönem bunlardan biri…
Aynı şekilde, ABD’nin Guantanamo Körfezi’ndeki askeri hapishanesinde El-Kaide ve Taliban ile ilgisi olduğunu düşündüğü kişileri burada tutarak, terör içerikli tehditlerle başa çıkmaya çalışma yöntemi modern çağın karmaşık ceza yöntemlerinden biriydi.. Öyle ki, Guantanamo’da yaşanan insan hakları ihlalleri ve hukuki tartışmalar, uluslararası kamuoyunda büyük yankı bulmuş durumda.
Cezaevlerinin meşhur örnekleri arasında yer alan Alcatraz Adası da başka bir örnek. San Francisco Körfezi’nde yer alan bu ada, suçluları denizden izole ederek cezalandırmayı amaçlayan eşsiz bir konsepti yansıtıyor. Hapishanenin ürkütücü atmosferi ve tarihi, geçmişte olası suçlular üzerinde korku unsuru olsa da günümüzde birçok turisti kendisine çekmeye yetiyor.
Afrika’da ise Senegal’deki Goree Adası, tarihsel açıdan oldukça karanlık bir anlam taşıyor. Bu ada, iki asır boyunca Amerika ve Avrupa’ya yapılan köle ticaretinin merkeziydi. Bugün adadaki tarihi köle evleri, ziyaretçilere insan hakları tarihi açısından bir bakış açısı sunuyor ve geçmişin karanlığıyla yüzleşmelerini sağlıyor.
[Bibby Stockholm’e, ilk etapta 50, uzun vadede ise 500’e yakın 18-65 yaş arası erkek düzensiz göçmenin yerleştirilmesi planlanıyor. Fotoğraf: Reuters]
Bilim kurgu filmleri esin kaynağı olur mu?
Tüm bu örnekler, ceza ve düzeni sağlama yöntemlerinin nasıl değişebileceğini gösteriyor. Günümüzde de, İngiltere’nin ‘yüzen hapishane’ yaklaşımı gibi yeni fikirler, toplumun hassas denge noktalarını ortaya koyuyor. Unutulmaması gereken şey ise, insan hakları ve etik değerlerin her türlü ceza politikasında merkezde olması gerektiği.
Ancak belki de en ilginç yönü, bu tür gerçek hayattaki uygulamaların, bilim kurgu filmlerine esin kaynağı olma potansiyelini taşımasıdır. Örneğin, uzay hapishaneleri gibi konseptler, bilim kurgu dünyasında sık sık karşımıza çıkar. “Condemned” gibi filmlerde terk edilmiş bir adaya gönderilen mahkumların hayatta kalma mücadelesi anlatılırken, “Star Slammer” gibi filmler de uzaydaki cezaevlerine gönderilen kadın mahkumların hikayelerini işliyor.
“Escape from New York” ise cezaevi konseptini farklı bir boyuta taşıyan ilginç bir bilim kurgu filmi örneği. Bu filmde görülen cezaevi konsepti, hem ilginç hem de karanlık bir gelecek vizyonunu yansıtıyor. Manhattan adasının tamamen bir hapishane olarak kullanılması, suçluların toplumdan tamamen dışlanmasını simgeliyor. Aynı zamanda, Snake Plissken gibi karakterlerin toplumdan dışlananları kurtarmak için gönderilmesi, filmde adalet ve insanlığın karmaşıklığına dair düşünceleri akla getiriyor.
[Ülkedeki göçmen yanlısı sivil toplum kuruluşları ve insan hakları örgütleri ise sığınmacıların gemilerde barındırılmasının ”insanlık dışı” olduğunu savunarak, Bibby Stockholm’e ”cezaevi gemisi” ismini taktı. Fotoğraf: Reuters]
“Escape from New York,” hem cezaevi konseptinin ilginç bir yorumunu sunuyor hem de bilim kurgu türünün sınırlarını zorlayarak suç ve cezalandırma konularını farklı bir perspektiften ele alıyor. Bu tür filmler, toplumun suç ve ceza anlayışını sorgulamamıza ve gelecekteki olası senaryoları düşünmemize yardımcı olabilecek nitelikte.
İngiltere’nin ‘yüzen hapishane’ yaklaşımı, şüphesiz düzensiz göçmen ve mülteci sorununu ele almanın zorluğunu yansıtan sadece bir örnek. Ancak tarihsel deneyimler ve popüler kültürdeki yansımaları, toplumların cezalandırma ve insan hakları konularındaki çatışmalarını ve evrilen yaklaşımlarını anlamamızı sağlayan bir tablo çiziyor.