2006 yılında Mavi Vatan doktrinini açıklayan emekli amiral Cem Gürdeniz, kaleme aldığı “Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi-1” başlıklı yazısının bugünkü bölümünde de “İNGİLTERE VEHHABİLERİ TERCİH EDİYOR” bölümünü ele alıyor.
Bu arada Haşimiler Osmanlı ile savaşıp İngiltere’nin kazanmasına destek oldukları halde petrol zengini Arap yarımadasının (Hicaz krallığının) hakimiyeti Haşimiler yerine Müslümanlığın bugün de en gerici ve köktendinci hareketi olan Vehhabiliği benimseyen Suud ailesine bırakıldı. Diğer yandan Şerif Hüseyin, Versay Antlaşması’na ve İngilizlerin Siyonizm’e, özellikle de Balfour Deklarasyonu‘na verdiği desteğe direnmiş ve Londra/Paris ile sürtüşmüştü. Neticede İngiliz Hariciyesi, Genelkurmayının aksine İbn Suud‘u bölgesel bir ortak olarak daha yönetilebilir buldu. Sonuçta Haşimiler, 1920’lerin başında İbn Suud tarafından yavaş yavaş Hicaz‘dan sürüldü ve 1924’te Mekke ve Medine‘nin ele geçirilmesiyle hanedanın faaliyetleri bitirildi.
İngilizler, 1932’de Suudi Arabistan Krallığı kurulurken de İbn Suud‘u desteklediler. Bu arada Haşimiler, Irak ve Ürdün’de verilen Krallıklara razı geldiler. Vehhabiler de en tutucu, en köktendinci uygulamaları ile İslam dininin Soğuk Savaş sonrası köktendincilik (fundamentalizm) ile özdeşleşmesine neden olacak pek çok fraksiyonların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçte Suudi Arabistan’ın Rabıta üzerinden dünyaya köktendinciliğin ihraç edilmesinde önemli rolü oldu. 12 Eylül döneminde maalesef Almanya’daki Türk imamların bile maaşlarının Rabıta tarafından ödendiği ortaya çıktı.
ABD, İNGİLTERE’NİN YERİNİ ALIRKEN
İkinci Dünya Savaşı bitip, Arap yarımadasındaki zengin petrol kaynakları ortaya çıkınca ve de İsrail’in kurulması gündeme geldiğinde 1945 Şubat’ında Yalta Konferansı sonrası İbn Suud ile Süveyş Kanalında Amerikan Savaş Gemisi USS Quincy’de buluşan Amerikan Başkanı Roosevelt Kraldan bölgedeki petrol haklarının kullanım iznini talep etti. Kral bunun ancak İsrail’in kurulmasına karşı çıkmaları halinde gerçekleşeceğini söyledi. Başkan kabul etti.
Bu şekilde Amerikan firmaları İngiliz firmaları yerine Arabistan’a girdi. İsrail’in kurulmasına karşı çıkan Roosevelt kısa süre sonra hızlı bir şekilde ölünce yerine geçen Truman, bu devleti kuracağını söyledi. Bu kez İbn Suud, ABD’yi petrol lisanslarını iptal etmekle tehdit etti. Truman da İbn Suud’u Haşimilere destek vermek ve hanedanı tekrar Peygamber soyuna teslim etmekle tehdit etti. Bugüne kadar devam eden ABD Suud anlaşmasının temeli böylece atılmış oldu.
SURİYE VE BAAS PARTİSİ
Suriye’nin bağımsız olması 2. Dünya Savaşından sonra 1946’da mümkün oldu. 1947’de anti emperyalist, Arap milliyetçisi ve Arap Sosyalist BAAS Partisi kuruldu. En önemli özelliği seküler bir yapıya sahip olması ve kadına toplumda hak ettiği yeri vermesiydi. Kurucuları Hristiyan, Sünni ve Alevi liderlerdi. Kısa süre sonra 2 yaşındaki yeni devlet 1948’de yeni kurulan İsrail ile savaştı. Arap milliyetçiliğinin yükselişe geçtiği yıllardan 1954 seçimlerinde BAAS Partisi Suriye’de 2. Parti oldu. 1956 yılında Fransa, İngiltere ve İsrail’in ABD hilafına Süveyş Kanal bölgesine müdahale etmesinin başarısızlıkla sonuçlanması ve Mısır’da Nasır’ın bu olaydan büyük bir zaferle çıkması sonunda Suriye, 1958 yılında Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyetini (BAC) kurdu. Ancak bu devlet uzun ömürlü olmadı. Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar, Mısır’ın tahakkümü, hükümet değişiklikleri ve ordudaki hoşnutsuzluklar ayrılık yolunu açtı.
SÜREKLİ DARBELER DÖNEMİ
BAC, 27 Eylül 1961’de Suriye’de yaşanan ilk darbe ile son buldu. Suriye, Mısır’dan ayrıldı. Diğer yandan sonraki yıllarda Suriye’de istikrar sağlanamadı. Sürekli hükümet değişiklikleri ve siyasi kargaşa yaşanmaktaydı. Bu istikrarsızlık, ordu içinde hoşnutsuzluğu artırdı. Böylece, 8 Mart 1963 kansız darbesi geldi. Milli Parti, Halkın Partisi, Müslüman Kardeşler ve Arab Özgürlük Hareketinin oluşturduğu İkinci Suriye Cumhuriyeti Hükümeti, BAAS Askeri Kanadı tarafından devrildi. Böylece sömürge sonrası demokrasi dönemine giren Suriye’de artık BAAS ile 61 yıl sürecek tek parti dönemi başladı. BAAS Partisi başlangıçta geniş kapsamlı bir toprak reformu ve sosyalist politikalar uyguladı. Ordu, siyasette daha etkili bir rol üstlendi ve Suriye’deki güç dengesi, askeri elitlerin kontrolüne geçti. Ancak yine de siyasi çalkantılar sonuçlanmadı. Bu darbe sonrası BAAS kendi içinde sivil ve askeri BAAS fraksiyonları olarak bölündü. 21 Şubat 1966’da 400 kişinin öldüğü üçüncü bir darbe ile mutlak gücü askerler kazandı. Bu darbe sonrası BAAS rejimi ordudaki subayların %90’ını Alevi subaylar ile değiştirdi.
HAFIZ ESAD DÖNEMİ
Hafız Esad Dönemi 13 Kasım 1970 tarihinde BAAS askeri kanadından ve 1963 ve 1966 darbelerinin öncülerinden General Hafız Esad kansız bir darbe ile iktidarı ele geçirdi ve 8 Aralık 2024’e kadar 54 yıl devam edecek Esad dönemini başlattı. Hatırlatmak gerekirse, Moskova’da temel askerlik eğitimi alan Hafız Esad, Birleşik Arap Cumhuriyeti taraftarıydı. 1961 darbesine karşı çıktığı için ordudan ihraç edilmişti. 1963 darbesinde binbaşı olarak orduya geri döndü. 1966 da savunma bakanı olmuştu. Suriye, 1973’te Yom Kippur savaşında Mısır’ın yanında yer aldı, ancak daha sonra tekrar uzaklaştılar. Zira Mısır savaş sonrası dönemde ABD’ye yaklaşırken Suriye Sovyetlere yaklaştı. İran Irak savaşında da Esad, İran’ı destekledi. Hafız Esad’ın 1982’de Köktendinci Müslüman Kardeşler Örgütüne karşı Hama’da yaptığı katliamlar bugünün keskin kutuplaşma ve nefretinin tohumlarını attı. Hafız Esad 1991’de Kuveyt müdahalesinde Irak karşısında ABD yanında yer aldı.
NEDEN ALEVİLER İKTİDARDA KALDI
Nüfusun sadece %12’sini oluşturmasına rağmen, Alevilerin Suriye üzerindeki kontrolü, özellikle 20. yüzyıldaki tarihi, sosyal ve politik gelişmelerin sentezidir. 26 yıllık Fransız Mandası sırasında, böl ve yönet stratejisi uygulandı. Aleviler de dahil olmak üzere azınlık gruplar nüfuslarıyla orantısız şekilde askeri ve idari görevlere getirildiler. Tarihsel süreçte Osmanlıdan itibaren fakir ve ezilmiş bir kesim olan Aleviler, orduya katılmayı Sünni egemenliğinden korunmaya giden bir yol olarak gördüler. Böylece yüzyıllarca baskı gören Aleviler, Fransa’nın yarattığı Özel Levant Birliklerinde yoğun bir şekilde temsil edilerek, askeri yapının temelini oluşturdu. Suriye’nin 1946’daki bağımsızlığından sonra ordu, Suriye siyasetinde güçlü bir kurum haline geldi. Modernizme, laikliğe ve kadın erkek eşitliğine verdikleri önem nedeniyle Fransız yönetimi tarafından da teşvik edilen Alevi subaylar, silahlı kuvvetler içindeki güçlerini pekiştirdiler.
1963’te iktidara gelen laik ve sosyalist BAAS Partisi, anti-feodal ve anti-mezhepçi ideolojisi nedeniyle Aleviler gibi diğer azınlıklara da hitap etti. Hafız Esad da dahil olmak üzere Alevi subaylar, BAAS hareketinde kilit oyuncular haline geldi. Esad devlet başkanı olduktan sonra Hıristiyanlar ve Dürzilere, “Benimle bir olun, sizi Sünni egemenliğinden koruyacağım” vaadiyle yakınlaştı. Zengin Sünni tüccarlara ve iş adamlarına iş birliği yapmaları karşılığında maddi kazanç sağlayacak tedbirler aldı ve Sünnileri böldü. Oğlu Beşar Esad’ı Sünni bir aileden gelen Esma ile evlendirdi. Gerçekte Suriye’lilik bilincini geliştirmeye çalıştı, başaramadı. Ancak azınlık olarak çoğunluğa hükmetmek demokrasi içinde mümkün olamaz. O nedenle BAAS rejimi tek parti diktasını uygulayarak, son 61 yılda Suriye’yi güvenlik toplumu ve güvenlik devleti olarak şekillendirdi. Hükümet içinde, istihbarat ve emniyet gibi üst düzey kritik görevlerin dağılımında Alevilere öncelik verildi ve kendilerini iktidarda tutabilecek mevkilere sadık kişileri atamaya özen gösterdiler. Bu durum kutuplaşma ve karşılıklı nefreti körükledi. Liyakati örseledi. Barış içinde beraber yaşama kültürü zedelendi.
SOVYETLER VE DAHA SONRA RUSYA İLE YAKINLAŞMA
Suriye, kuruluşundan itibaren Sovyetlerden ve sosyalizmden etkilenmiş bir devlet idi. Suriye, sömürgeci geçmişleri ve bölgeye müdahaleleri nedeniyle Batılı güçlere, özellikle de İngiltere ve Fransa‘ya karşı güçlü bir antipati besledi. Bu duygu, 1956’daki Mısır’da yaşanan Süveyş Krizi ve 1967-73 Arap-İsrail çatışmalarında Batı’nın İsrail’e verdiği destekten sonra yoğunlaştı. Diğer yandan BAAS Partisi‘nin yükselişi, Arap sosyalizmine, anti-emperyalizme ve laikliğe bağlılık getirdi ve kaçınılmaz şekilde Suriye’yi ideolojik olarak Sovyetler Birliğine yakınlaştırıldı. Sovyetler, batı hegemonyasını kırmak için Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ‘daki bu tür hareketleri destekledi. Moskova için Suriye, Orta Doğu’ya ve Akdeniz’e erişim sağlayan bir kapıydı.
Sovyetlerin başta silah satışları olmak üzere askeri, siyasi ve ekonomik desteği, İsrail’e ve rakip Arap devletlerine karşı konumunu güçlendirdi. Sovyetler gerek 1967 gerekse 1973 savaşında Suriye’nin yanında durdu. Suriye’nin ABD’nin Akdeniz’deki vekili ve uç kalesi İsrail’e karşı sert muhalefeti, Sovyetler Birliği’ni doğal jeopolitik müttefiki haline getirdi. Sovyetler, ABD ve Batı’nın İsrail’e verdiği sınırsız katkıyı dengelemek için Suriye’yi BM’de her alanda desteklemeye devem etti. Sovyetler sonrası dönemde de Suriye batıya yakınlaştı ve hatta Birinci Körfez Savaşında uluslararası koalisyona asker dahi verdi. Ancak daha sonra Ortadoğu’daki neocon saldırganlığında sıranın kendisine geleceğini anlayarak 2000’lerden itibaren Rusya ile tekrar yakınlaştı. Vladimir Putin döneminde bu ilişki daha da derinleşti.
SOVYETLERİN ÇÖKÜŞÜ SONRASI SURİYE
Batı hegemonyası için Suriye, Sovyetler çöktükten sonra yeniden formatlanmalıydı. Daha doğrusu 1919 Paris Konferansı ve Versay Anlaşmasının haritaları yeniden çizilmeliydi. Ne de olsa o haritalar çizilirken ABD ve o dönem değil haritada tartışmalarda bile yer almayan İsrail’in çıkarları gözetilmemişti. Öyle ki 1917 sonrası Avrupa’daki savaşı kazanmalarında savaşa dahil olarak İngiltere’ye büyük destek veren ABD’nin Başkanı Wilson kızgın şekilde Paris’i terk etmişti. Şimdi sıra 70 yıl sonra ABD’nin ve iktidardaki neoconlarındı. 1897 yılında İngilizlere sömürgeleri kastederek Alman Dışişleri Bakanının “Şimdi biz de güneşte bir yer talep ediyoruz” dediği gibi bu kez ABD ve İsrail tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni sınırlar talep ediyordu.
Zaten Ortadoğu’nun sınırlarını 1916 yılında Sykes – Picot (ve sonradan Rus Çarlığının Bakanı Sazanov) ile çizen emperyalist akıl, bugünleri düşünerek olası etnik ve dini bölünmeleri göz önüne almıştı. Neoconların yapacağı tek hamle bu ayrılıklara göre hareket etmek ve tehditle sonuç almaktı. Temel prensip ‘’ya benimlesin ya da düşmansın ‘’idi. Çok beklenmedi. Kuveyt’in Irak tarafından işgali ABD Bağdat büyükelçisi tarafından resmen teşvik edildi, ardından gelen Çöl Fırtınası ve Çöl Kalkanı Harekatları Amerikan müşterek askerî harekât gücü ile Tomahawk füzelerinin yarattığı vurucu gücü sergiledi. Dünya, ABD’ye biata hazırdı. Neoconlar için artık okyanuslara ve kenar kuşağa hakimiyet yetersizdi. Kıtaların tamamını istiyorlardı. Tarihin sonunu getirmişlerdi. (Yarın devam edecek-Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi -2-)
***
Yazar hakkında
Cem Gürdeniz, 24 Mart 1958 tarihinde İstanbul’da doğan Cem Gürdeniz, 1969 yılında Sarıyer Pertevniyal İlkokulu’nu bitirdi, ortaokula yatılı olarak Haydarpaşa Lisesi’ne gitti. Ardından, 1972 yılında Deniz Lisesi’ne kabul edildi. 1979 yılında Deniz Harp Okulu Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirerek Deniz Teğmen rütbesiyle güverte subayı olarak görev aldı.
1983-1985 yılları arasında ABD Naval Postgraduate School’da “İnsan Gücü, Personel ve Eğitim” alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı ve 1987 yılına kadar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yaptı. 1987-1989 yılları arasında Deniz Harp Akademisi öğrenimini tamamladı. Ardından Deniz Kurmay Yüzbaşı olarak TCG Gayret Harekât Subayı oldu. Bu görevini sürdürürken 1991 yılında NATO SHAPE Karargâhı’nda dış göreve seçildi, dış görevi esnasında ise Brüksel ULB (Université Libre Bruxelles)’de Uluslararası Politika dalında yüksek lisans yaptı.