İki Yanlış Bir Doğru Etmez – Bir Yanlış Birçok Doğruyu Yok Eder

İsrail’in diğer Arap devletleri ile değil, devlet dışı aktörler ile muhatap olduğu ve olmaya devam edeceği aşikâr. Diğer bir ifadeyle, Hizbullah ve İslami Cihad gibi oluşumlar Hamas ile birlikte hareket edebileceğini açıklıyor. Henüz gerçekleşmemiş olan bu ihtimal son dönemin vekil savaşları kavramından ABD ve İsrail’in de muaf olamayacağını hatırlatıyor.
Murat ASLAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi
Hamas’ın 7 Ekim’de Gazze’den başlattığı saldırı ve İsrail’in mukabelesi halen gündemin en sıcak konusu durumunda. İsrailli sivillerin rehine olarak tutulması ve Gazzeli Filistinlilerin yaşadığı insanlık dramı kaos yarattı. İsrail’in “Demir Kılıçlar” operasyonu ile artan gerginliğin bölgesel bir kargaşaya dönüşme olasılığı artık muhtemel bir senaryo.
Böyle bir durumda, senaryo üretirken ihtimaller her zaman dikkate alınır. İsrail’in ilan ettiği savaş sonrasında ne gibi olayların yaşanabileceğini öngörmek aslında zor değil.
Halen İsrail’in diğer Arap devletleri ile değil, devlet dışı aktörler ile muhatap olduğu ve olmaya devam edeceği aşikâr. Diğer bir ifadeyle, Hizbullah ve İslami Cihad gibi oluşumlar Hamas ile birlikte hareket edebileceğini açıklıyor. Henüz gerçekleşmemiş olan bu ihtimal son dönemin vekil savaşları kavramından ABD ve İsrail’in de muaf olamayacağını hatırlatıyor. Bu durumu önlemek adına ABD ve İsrail’in bu örgütlere destek sağlayabilecek devletlerin bölgedeki nüfuzunu önlemesi gerekiyor. Doğal olarak İran ve Rusya bahse konu devlet dışı aktörlere destek verecek ülkelerin başlıcaları. Bu devletlere karşı İsrail’in tavır alabilmesi için Lübnan cenahını tehdit etmesi, Suriye’yi kontrol altında tutması, gerekirse bu ülkeleri vurması gerekiyor.
Hizbullah’ın Cuma günü itibarıyla yapmış olduğu açıklamada, “Hamas’a destek olunmaması” istikametinde bir iletişimin mevcut olduğu görülüyor. İran’ı “ötelemek” adına bölgeye sevk edilen Amerikan uçak gemileri “caydırıcı” gerekirse “önleyici” bir unsur olarak İran kaygısına yönelik. Ancak İran ve Rusya’nın Suriye’deki askerî varlıkları ve bölgedeki silahlı unsurlara sağlayabileceği askerî destek Amerikan ve İsrail güvenlik kaygılarını tetiklemeye devam edecek gibi.
ABD ve İsrail için Lübnan cephesinde fiziki tedbir alınırken Suriye’de üç yönü olan bir angajman söz konusu. İlk husus İsrail’in Suriye’de yürüttüğü operasyonlar. Rejimin, 6 Ekim’de bir törene yönelik saldırı nedeniyle fazla ilgi göstermediği İsrail ve Filistin meselesi aslında Esad ve ailesinin ipini çekebilecek bir gelişme. İsrail’in 7 Ekim’de Esad’ı doğrudan tehdit etmesi hafızalardayken İran’ın Esad’a nüfuz etmesi ve Suriye’ye konuşlanmış olması ABD ve İsrail için önemli. O halde ikinci husus Lüban ve Suriye’deki İran varlığı. İsrail Suriye’deki İran hedeflerine tespit ettikçe zaten saldırı düzenliyordu. Ancak İsrail karşıtı örgütlere yardım edebilecek İran’ın bölgedeki varlığına son vermek muhtemelen önümüzdeki günlerin konu başlığı olacak. Bu çerçevede İran’ın kullandığı iki havaalanına geçtiğimiz günlerde önleyici saldırı düzenledi.
Rusya’ya karşı daha temkinli bir tutum var. Suriye’deki adı konmamış bir centilmenlik antlaşması olan ABD ve Rusya son dönemde sorunlar yaşamaya başlamıştı. Geçtiğimiz Haziran ayında Rus pilotlarını çatışmasızlık protokollerini ihlal etmekle suçlayan Amerikalılar, Rusların Suriye’deki etkin askerî konuşlanmasını muhtemelen gözden geçirecek. Putin’in, Amerikan müdahalesi halinde Filistin’e yardım söylemi doğal olarak ABD’yi Suriye’de tetikleyecek türden.
Diğer bir konu da yanlış Amerikan politikalarıyla, İsrail’in Filistinlileri hedef alması sonrasında asıl tehdidin radikal örgütlerin İsrail ve Suriye’de tekrar yükselişi olduğunu görmek gerekiyor. Geçmişte egemenlik boşluğu olan her coğrafyayı dolduran radikal örgütlerin eleman bulma, finans kaynağı yaratma, eğitim verme gibi temel fonksiyonlar yanında İsrail veya Amerikan çıkarlarını doğrudan hedef alması muhtemel. Türkiye’nin böyle bir ihtimalde potansiyel bir hedef ülke olabileceğini tahmin etmek de zor değil. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin sadece bölücü terör örgütünü değil radikal terörü de merceğine alması lazım.
Son tahlilde Hamas’a yönelik operasyonun bölgede istikrarsızlığa neden olabileceğine dair görüşler gerçekçi. İsrail’in yanı başında fiiliyatta bölünmüş Suriye ve Batı politikalarından memnun olmayan toplumlar dikkate alındığında bölgeye uygulanacak dış basınç hem Ortadoğu’daki iktidarları hem de Batı dünyasındaki asimetrik tehdit algılarını olumsuz etkileyebilir. Devletlerin toplumlarla savaşması gibi bir gerçeğin ortaya çıktığı günümüzde, Ortadoğu halklarının “düzene” karşı gelmek adına bir sorgu sürecini başlatmaları mümkün. O halde, Hamas üzerinden Filistin toplumunu cezalandırmayı öngören Amerikan-İsrail yaklaşımının uzun vadede etkileri yıkıcı olabilir. Bu nedenle Batı yarıkürede icra edilebilecek terör saldırılarının mazeretini Filistin üzerinden yaratmamak ise ABD ve İsrail ikilisine düşüyor. Kutuplaşmanın devletlerden toplumlara tahvil edilmesi halinde ‘kopuk’ bir dünyaya sürüklenme ihtimalinin farkında olmak gerek.
Ortadoğu’da en kötü barışın dahi kaybedeninin olmayacağı çok kötü bir tecrübe ile 7 Ekim sabahı ve sonrasında anlaşılmış oldu. Bu nedenle mevcut gerilimin düşürülmesi duygularla değil akıl ile hareket edilmesini gerekiyor. Sonuçta, “iki yanlış bir doğru etmiyor ama bir yanlış birçok doğruyu yok etmekte”.
***
Yazar hakkında
Murat Aslan
TSK’dan kendi isteğiyle emekli olması sonrasında Başkent ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanlarında muhtelif dersler vermeyi müteakip, Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olmuştur. Ortadoğu özelinde çalışmalara ağırlık vermiş, Libya’da güvenlik sektörünün reform sürecine yönelik yöntemsel araştırma ve yayınlar yapmıştır.
Savunma ve güvenlik çalışmaları kapsamında güç kavramı, istihbarat ve propaganda kavram ve uygulamaları üzerinde yoğunlaşmış, bölgesel ilgi alanı Ortadoğu olmasına rağmen Afganistan, Balkanlar, ABD ve Çin’de yapmış olduğu saha çalışmaları nedeniyle farklı bölgelerin etkileşimi ve küresel politikada konumlanması üzerine yoğunlaşmıştır. Daha önce Başkent Üniversitesinde misafir öğretim üyesi, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak dersler veren Aslan, halen Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyeliği ile birlikte SETA Araştırmacısıdır.
Aslan, muhtelif akademik makaleleri yanında, Security Sector Reform for Libya: A Cruical Step Towards State Building, Yüzyılın Krizi: Afganistan, Intelligence and Propaganda: The Cases of Bosnia and Herzegovina and Afghanistan isimli kitapların yazarıdır.