Gazeteci-Yazar Atilla YAYLA, “15 Temmuz darbe girişimi alışılmış standart bir askeri güç tarafından gerçekleştirilmedi”
Bu analizde darbeye kalkışan FETÖ’nün nitelikleri, 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesinin nasıl mümkün olduğu, bunun Türkiye’nin yanı sıra dünya ülkeleri için de önemli oluşu ve demokratik meşruiyet çerçevesinde 15 Temmuz’dan çıkarılması gereken dersler açıklanmaktadır.
Atilla YAYLA, Türk siyaset bilimci
Türk siyaset bilimci, akademisyen ve köşe yazarı Atilla YAYLA, Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı için “15 Temmuz’dan Alınacak Dersler” başlığı altında analizde bulundu.
15 Temmuz darbe girişimi alışılmış standart bir askeri güç tarafından gerçekleştirilmedi. Zira darbenin beyni ve planlayıcısı askeriye içinde değil dışındaydı. Darbe girişiminin arkasında sivil veya sivil görünümlü bir güç yatmaktaydı.
Bir başka açıdan bakınca darbe girişiminin faili tipik bir totaliter yapılanmaydı. Totaliter grupların temel özelliklerini bünyesinde taşımaktaydı. Her şeyden önce bir tek adam grubuydu. Grup üyeleri tek adamın her şey olduğuna ve hiçbir şeyin onun düşünce ve ulaşım menzili dışında kalmadığına inanmaktaydı.
Grup öncüsü olan Fetullah Gülen görünürde yönünü öbür dünyaya, ahirete dönmüş, dünya ile pek ilişkisi ve işi olmayan bir şahıstı. Bazı konuşma ve davranışlarında çok mütevazı bir duruş sergilemekte, bu dünyadan hiçbir talebi ve beklentisi olmadığı izlenimini vermekteydi.
Daha sonra durumun böyle olmadığı anlaşıldı. Aslında “guru” güce bir anlamda tapmakta ve güç temerküzü peşinde koşmaktaydı. Güce açtı. Ama güçlü olmak veya gücün bir parçasına sahip olmak yerine mutlak güce sahip olmak arzusundaydı.
Bütün göstergeler bu grubun bulunduğu yerlerde mutlak güç adacıkları inşa ettiğini ve gücü hiçbir şekilde hiç kimse veya hiçbir grup ile paylaşma arzusu içinde olmadığını göstermekteydi. Tabiatıyla bu bakışın ve yaklaşımın demokrasi ile bağdaşması imkansızdı. Nitekim grubun siyasete yönelik görünürdeki reddi aslında demokrasinin reddi olarak da okunabilirdi.
İnananları da gücün kendilerinde ve en nihayetinde şeflerinde toplanmasının önemine ve değerine yürekten inanmıştı. Onlara göre önemli olan mutlak gücün tek kişi olarak gurunun elinde toplanmasıydı. Gurunun takipçileri bunun sadece Türkiye için değil tüm dünya için de kurtuluşa giden bir yol olduğuna inanmaktaydı.
Grubun –tipik totaliter gruplardan farklı olarak– gelişmiş, temel özellikleri belirli, diğer ana ideolojilerle yarışabilecek ve bilinen bir ideolojisi yoktu. Bu noktada grubun başının dediği şey ve işaret ettiği istikamet önemliydi. Bu yüzden veya bu sayede grup tüm ideolojik renkleri benimser görünebiliyordu.
Daha doğrusu her ideolojik renge bürünebiliyordu. Yerine göre Türk veya Kürt milliyetçisi, yerine göre liberal, yerine göre sosyal demokrat veya sosyalist renkler alabiliyordu. Grup sadece devlet içinde örgütlenmedi. Buna ilaveten sivil hayatta da yoğun bir örgütlenme ve manipülasyon çabası içindeydi.
Sivil toplum içinde insan gücü olan, mali potansiyel sahibi veya taşıdığı fikirlerin değeri bakımından önemli gördüğü her ideolojik grubu takip etmekte ve gerekirse içlerine sızarak onları manipüle etmeye çalışmaktaydı. Genç Siviller adlı oluşumunun tarihi ve yapısı bu bakımdan çok ilginç bir vaka teşkil etmektedir.
Bu grup bir diğer yönüyle de bir istihbarat örgütüydü ve dünya istihbarat örgütleri ilişkileri ağında yerini almıştı. Doğal olarak kendisinden daha zayıf gördüklerine karşı acımasızdı.
Daha güçlülere karşı ise uyumlu ve itaatkardı. Büyük bir ihtimalle ABD ve Almanya gibi ülkelerin istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde ve zaman zaman onların talimatları istikametinde hareket etmekteydi.
İstihbarat örgütlerinin avantajlarından sonuna kadar yararlanmaktaydı. İstihbarat faaliyetlerini önemli gördüğü kamu kurumları ve şahıslar üzerinde yoğunlaştırdı. Bir istihbarat havuzu oluşturdu ve çoğu üyelerinin doğal görevlerinden biri bu havuza istihbarat toplamaktı.
Bunu mesela ele geçirdiği kamu kurumlarında tüm çalışanların değil ama kilit noktalarda çalışanların genellikle grup üyesi olmasından anlayabiliyoruz. İstihbarat örgütü olması grubun korkunç şekillerde işlemesine imkan sağlıyordu.
Mesela bir cinayet grup tarafından veya grubun teşviki ve yönlendirmesi ile işleniyordu. Davaya bakan savcı ve hakimler grup üyesi oluyordu. Aynı zamanda grup bünyesinde yer almakta olan avukatlar maktulün ailesine de yaklaşarak davayı üstleniyordu.
Başka bir deyişle vaka her bakımdan ve bütünüyle grubun kontrolünde ilerliyordu. Örneğin grup suç teşkil eden bazı fiiller işlediğinde geride bıraktığı izler ve işaretler kendisini değil bir başka ve muhtemelen hasım grubu veya çizgiyi işaret etmekteydi.
Bir istihbarat örgütü olarak da FETÖ’nün özellikle ABD ve Almanya ile ve aynı zamanda İsrail ve MOSSAD ile iş birliği içinde olduğu söyleyebilir. Bu gerçek ABD ve Almanya’nın FETÖ üyelerine sığınak olması ve onları özellikle korumasında karşımıza çıkıyor. Bilindiği üzere FETÖ’nün karargahı ABD’de bulunuyor.
ABD, Türkiye tarafından yapılan ısrarlı ve belgeli iade taleplerine asla tatminkar bir cevap vermedi. Bu da ABD’nin grubun tamamen deşifre olmasından ve kendisi tarafından kullanıldığının ortaya çıkmasından rahatsız olduğunun işareti olarak okunabilir. Aynı şekilde Almanya da grubun Adil Öksüz gibi önemli ve suçlu olduğu kesin isimlerini ülkesinde özel koruma altında tutmaktadır.
Grubun İsrail’i hemen hemen parçası olduğu tüm uluslararası ihtilaflarda haklı bulması ve İsrail tezlerini savunması da bu ülke ile yakın bağlarını ve bağlantılarını göstermektedir. Bütün bunlar FETÖ’nün yabancı istihbarat örgütleriyle iş birliği içinde çalıştığının delilleri olarak okunabilir. Bu örgüte bugün FETÖ adını veriyoruz.
Bu adlandırma onunla mücadelede işimizi kolaylaştırıyor. Ancak bu adlandırma grubu tam olarak tanımlamıyor. Aslında grup gerekirse terörü de araç olarak kullanmaktan çekinmeyen totaliter bir yapılanmadır. Diğer taraftan bu adlandırma tamamen temelsiz değil çünkü bu yapılanmanın gerçekten teröre bulaşması söz konusudur.
Bunun uzun zaman boyunca fark edilmesinin nispeten zor olmasının sebebi ise mesela PKK’dan farklı olarak FETÖ elemanlarının devlet içinde ve devlet görevlerinde bulunmasıdır. Bu insanlar resmi sıfatlara sahipti ve bazen resmi üniforma giyiyordu. Yaptıkları tüm icraatlar bir devlet faaliyeti gibi görünüyordu. Aslında ise örgütün çıkarları ve hedefleri istikametinde çalışıyorlardı. Emirlerini devlet hiyerarşisi içindeki amirlerinden değil örgüt içinde tabi oldukları kimselerden alıyorlardı. (devam edecek-DARBELERDEN
KARŞI DERSLER)
***
Yazar hakkında
ATİLLA YAYLA
Ankara Üniversitesi’nde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladı. Gazetecilik ve üniversite öğretim üyeliği ile hayatını kazandı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, TDV, DPE, LDT, TSİD ve Mont Pelerin topluluğu gibi kurumların bünyesinde çalıştı. Liberal Düşünce Topluluğu’nun (LDT) kurucularındandır. Halen bu kurumun yönetim kurulu üyeliğini yürütmektedir. Yorktown Internet ve Center for New Europe üyesidir. İngiltere ve ABD’de ziyaretçi öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Çalışmalarını uzun dönem editörlüğünü yaptığı LDT’nin Liberal Düşünce isimli üç aylık akademik dergisinde yayımlamaktadır. Halen İstanbul Medipol Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.