Farklılıklara saygı bir çağdaşlık ölçüsüdür
İnsanımızda, toplumumuzda ve toplumun her kampında ve her mahallesinde dar görüşlülük egemen konumda. Ne bireylerin ne de dinsel, siyasal ve ideolojik grupların birbirlerinin farklı düşüncelerine, farklı kanaatlerine, farklı yorumlarına saygısı var. Daha da kötüsü çeşitli toplum kesimlerinin, partilerin, örgütlerin, cemaatlerin, tarikatların, kampların ve mahallelerin kendi içlerinden çıkan farklı seslere de hoşgörü ve tahammülü yok.
Tarihimiz bize çağımızda özgürlüğün olmazsa olmazı sayılan düşünce özgürlüğü konusunda hiç iyi örnekler sunmuyor. Bu anlamda referanslarımız son derece olumsuz. Bize ulaşan sadece “Söyletmeyin, konuşturmayın, vurun, yok edin!” şeklinde bir linç kültürü! Bir olay, bir ihtilaf, bir çekişme durumunda anlamaya, dinlemeye, yatıştırmaya, uzlaştırmaya dönük çabalar neredeyse sıfır. Çünkü gerçeği ortaya çıkarmaya değil; asmaya, kesmeye, yok etmeye ayarlı bir miras ve birikime sahibiz.
Özgürlük ve demokrasinin egemen olduğu bir toplumda herhangi bir kimse samimi bir inancını, düşüncesini sözle, yazıyla vb. bir yolla paylaştığında bundan toplumun her kesimi memnun olmayabilir. Çağdaş bir toplumda böyle bir zorunluluk da yoktur. Memnun olmayan insanlara ve kesimlere düşen yanlış bulduklarını medenice eleştirmek, doğru bildiklerini söylemek, yazıp çizmektir. Bizde bu olmuyor! Derhal tehdit, küfür, hakaret, aforoz, tekfir, yani kısaca linç devreye giriyor. Bizim toplumumuz kadar linç sever toplum çok azdır. Birkaç gün önce deneyimli, birikimli bir yazar, “Her Türk bir gün linçi tadacaktır” diyordu ve çok doğru bir tespitte bulunuyordu. Gerçekten toplumun her kesiminden onay alamayacak aykırı bir inanç, bir düşünce, bir görüş açıklayan herkesin linçe uğraması kader haline gelmiş bir toplum durumundayız.
Bu durumun olumsuz etkilerini içinde bulunduğumuz yüzyılda en çok da dini anlama ve yorumlamada derinden hisseder olduk.
Geleneksel kabullere aykırı olarak ortaya attıkları görüşlerle zamanı yakalamaya, yeni çözümlere ulaşmaya yönelik çabaları dolayısıyla Yaşar Nuri, Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Abdüzlaziz Bayındır gibi birçok ilahiyatçı akademisyen ve düşünürü linç ettik. Bağnazlığın kötü mirası; yeni görüşlere her zamandan fazla muhtaç olduğumuz bugünlerimizi bile ipotek altına almış durumda.
Din, inanç, siyaset, düşünce herhangi bir konuda yapılmış bir açıklamayı, yorumu, değerlendirmeyi beğenmeyebiliriz, yanlış bulabiliriz; uygarca tepki gösterebiliriz, bu son derece normaldir. Ama bu çağda bunları yapan insanları linçe kalkışmak, dünyayı onlara dar etmek anormaldir, çağdışıdır.
Son günlerin baş gündemi olan Sezen Aksu ve şarkısıyla ilgili tartışmalar, şarkıcıya yöneltilen suçlama ve tehditler toplum olarak bize egemen bu genel durumdan bağımsız olarak değerlendirilemez!
21. yüzyıl toplumları kaçınılmaz bir şekilde dini, ırkı, mezhebi, ideolojisi vb. sebebiyle farklı kimliğe sahip kesimlerden oluşacaktır. Yaklaşık son 50-60 yıldan beri bu şekilde oluşan toplumlara “çoğul toplum” diyoruz. Günümüz demokrasilerinin temel hedefi bu çoğul toplumu barış içinde yaşatıp yönetmektir.
Günümüz Batı toplumları bu amacı büyük ölçüde yakalamışlar; ne kadar farklı, ne kadar aykırı olursa olsun her türlü inanç, düşünce ve felsefeye saygıyı, en azından tahammülü başarmışlardır. Müslümanlar da bunu başarana kadar ne yazık ki krizler içinde bocalayıp duracaklardır.
İsmail ÖZCAN & Eğitimci Yazar
[UHA Haber Ajansı, 28 Ocak 2022]
Yorumlar