Bölgeselden Küresele Çok Kutuplu Türk Dış Politikası
Son aylardaki diplomasi trafiği dikkate alındığında Türkiye’nin dış politikasında sahip olduğu ölçeğin bölgesel dinamiklerle sınırlı olmadığı net bir şekilde fark ediliyor.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki hafta içinde Semerkant’tan New York’a uzanan diplomasi turu, Türkiye’nin dış politikada bir süredir tecrübe ettiği ölçek yükseltmenin boyutlarını gösterir nitelikte. Bu ölçek yükseltmenin en belirgin hissedildiği alanlardan biri dış politikayı bir orkestra şefi gibi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği. Gerek Şanghay İşbirliği Örgütünün (ŞİÖ) Semerkant zirvesindeki konumu ve diğer liderlerle olan ilişkisi gerek New York’ta sahnelediği performans, Erdoğan’ın liderlik vasfını pozitif olarak ve açıkça diğer liderlerden ayrıştırıyor. Bu durum diğer liderlerin eksikliklerinden kaynaklanmıyor belki. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı farklı kılan unsurlardan biri, kendisini çok rahat bir şekilde öne çıkarabilecek ciddi bir birikim ve tecrübeye sahip olması. Semerkant’ta diğer liderlerle söyleşirken öylesine çekilmiş bir resim de New York’ta bir yürüyüşte karşılaştığı teveccüh veya Türkevi’nde kurduğu diplomatik zemin de aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diplomatik sahadaki tecrübesi ve dış politika alanındaki portföyü ile doğrudan ilgili bir durum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM marjında tam 26 görüşme gerçekleştirdi, bunlardan beş tanesi dışında tüm görüşmeler devlet başkanı seviyesinde.
Türkiye’nin küresel ölçekteki diplomasi trafiği
Son aylardaki diplomasi trafiği dikkate alındığında Türkiye’nin dış politikasında sahip olduğu ölçeğin bölgesel dinamiklerle sınırlı olmadığı da net bir şekilde fark ediliyor. ŞİÖ, dış politikadaki ölçek genişlemesinin en bariz örneklerinden biri. Türkiye’yi ŞİÖ için önemli kılan da hem küresel diplomasi yürütebilme becerisinden hem de küresel etki ortaya çıkarabilecek gelişmelerle doğrudan ilgilenebilecek bir zemine sahip olmasından kaynaklanıyor. Ukrayna konusunda yürüttüğü diplomasi jeopolitik portföyünü daha da genişletmiş durumda. Önce Antalya Diplomasi Forum’u bağlamında ilk temas, sonrasında yapılan İstanbul Zirvesi, ardından imzalanan tahıl koridoru anlaşması ve en son Ukrayna ile Rusya arasında savaş esirlerinin takası Türkiye’nin sonuç alabilen tek ülke olduğunu kanıtlıyor. Türkiye üzerinden yürütülen görüşmeler dışında şu anda Rusya ve Ukrayna arasında işleyen başka da bir süreç bulunmuyor. Jeopolitik portföyünün çeşitliğini gösteren tamamlayıcı bir alan olarak Erdoğan’ın New York’ta Birleşmiş Milletler (BM) binasının tam karşısında bulunan Türkevi’nde kurduğu diplomasi zemini de şaşırtıcı bir ölçeğe ulaşmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM marjında tam 26 görüşme gerçekleştirmiş; bunlardan beş tanesi dışında tüm görüşmeler devlet başkanı seviyesinde.
Ukrayna Savaşı’nın ve Türkiye’nin yürüttüğü dengeli politikanın en somut çıktıları arasında, Rusya-Türkiye ilişkilerindeki dengesizliğin ortadan kalkması ve Türkiye’nin Avrupa için öneminin artması gibi hususlar çok kıymetli.
Bir diğer husus ise Türkiye’nin dış politika ajandası ile ilgili. Bunu anlamak için de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasına bakmak yeterli. Konuşmada öne çıkan en önemli hususlardan birisi elbette devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı. Türkiye, savaşın bir an önce bitirilmesi konusunda en çok çaba sarf eden ülkelerden biri. Erdoğan’ın Amerikan PBS televizyonu için verdiği röportajdan, yürütülen arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık faaliyetinin ne kadar hassas bir zeminde ilerlediği anlaşılıyor. Her iki ülkeye olan ihtiyatlı bakışı çok açık bir şekilde görülüyor. Sözlerinde son derece dikkatli ve Türkiye’nin pozisyonunu şeffaf bir şekilde ortaya koyuyor. Amaç makul bir zeminde her iki ülkeyi bir araya getirmek ve savaşı durduracak bir formülde anlaşmaları içi zemin sağlamak. O yüzden Türkiye şimdilik herhangi bir çözüm paketi sunmuyor, bu da dengeli bir diplomasi yürütülmesine daha fazla imkan sağlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de yaptığı konuşmayla da Türkiye, arabuluculuk konumunu pekiştirmiş görünüyor. Özellikle esir takası sorununun BM toplantılarının hemen sonunda gerçekleşmiş olması, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etmesi de bunu kanıtlar nitelikte. Elbette Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dört bölgedeki referandum ve kısmi seferberlik yönünde aldığı kararlar savaşın seyrini değiştirebilir. Ancak bu durum Türkiye’nin arabuluculuk faaliyetlerine de yeni bir yön verme imkanı tanıyor. Ukrayna Savaşı’nın ve Türkiye’nin yürüttüğü dengeli politikanın en somut çıktıları arasında, Rusya-Türkiye ilişkilerindeki dengesizliğin ortadan kalkması ve Türkiye’nin Avrupa için öneminin artması gibi hususlar bu nedenle çok kıymetli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM konuşmasında üç vurgu: barış, istikrar ve adalet
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarlı bir şekilde BM reformundan bahsetmesi de oldukça önemli bir başlık olarak Türkiye’nin dış politika ajandasında yer alan küresel ölçeği gösterir nitelikte. Elbette bu çağrı yeni değil ve sadece Türkiye tarafından seslendirilmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan uzun zamandır BM Güvenlik Konseyinin reforme edilmesi çağrısında bulunuyor. Zira başta BM olmak üzere küresel yönetişim kurumları kapsamlı bir meydan okumayla karşı karşıya kaldıkları gibi söz konusu meydan okumaların üstesinden gelecek bir çözüm de üretemiyorlar. Tahıl koridoru BM’nin gündemine Ukrayna tarafından Mart 2022’de getirilmiş ancak BM bu konuda somut bir adım atamamıştı. Çözüm ancak Türkiye’nin çabalarıyla mümkün hale gelebildi. Sadece bu durum bile BM’nin etkinliğini sorgulamak için yeterli. Bu nedenle ancak Genel Kurul’un daha etkin şekilde çalışacağı, Güvenlik Konseyinin ise yapısal olarak değiştirileceği bir reform küresel akut sorunların ortak bir şekilde çözümünü mümkün kılabilir.
Bunların dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye konusunda söyledikleri de Türkiye’nin BM ekseninde bulunacak bir çözüme bağlı olduğunu gösteriyor. Diğer bir ifadeyle BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 No’lu kararı çerçevesinde bir çözümün üretilmesi gerektiğini tekrar ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına, anayasa yazımına ve adil seçimlerin yapılarak Suriye’nin istikrara kavuşturulmasına vurgu yapıyor. Terörü ve Türkiye’nin terörle mücadelesine yönelik vurgular da sadece Suriye, Irak ya da PKK/YPG ile sınırlı değil. BM kürsüsünden Suriyeli sığınmacılar konusunda ortaya koyduğu çözüm de sığınmacı meselesini tamamen çözecek olmasa da Türkiye’nin sığınmacıların kendi topraklarına dönmeleri noktasında bir politikaya sahip olduğunu gösteriyor. 200 bin konutun inşa edilmesiyle 1 milyon Suriyeli sığınmacının geri dönme imkanına kavuşacak olması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi ancak uluslararası destek ile mümkün olabilir.
Diğer dış politika başlıklarına baktığımızda Türkiye’nin dış politika ajandasında artan çeşitliliğin hangi boyutlarda olduğu görülüyor. Irak, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz, Libya, Filistin, İsrail ile normalleşme, İran nükleer konusu, Azerbaycan-Ermenistan çatışması, Afganistan, Pakistan ve Hindistan bağlamında Keşmir meselesi, Rohingya Müslümanları, Çin’in toprak bütünlüğü ve tek Çin anlayışı bağlamında Sincan meselesi, Balkanlar, Ege ve Doğu Akdeniz’deki iyi komşuluk arayışı, Kıbrıs’ta Türkiye’nin iki devletli çözüm çağrısı, Avrupa Birliği’nin (AB) ayrımcılık politikaları, NATO’nun ve Avro Atlantik bölgesinin güvenliği, Afrika, Latin Amerika ve İslamofobi’nin insanlığa karşı nefret suçu olarak ilan edilmesi gibi konular, Türkiye’nin dış politikasının ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor. Bütün başlıklarda ise birkaç kavramın ağırlıklı yer aldığı anlaşılıyor. Barış, istikrar, adalet ve diplomasi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabası çok açık: Karşı karşıya kaldığımız sınamalar çok büyük, çok yıkıcı; zaman kaybetmeden bu sorunları barış yoluyla, diplomasi aracılığıyla ve adaletli bir şekilde çözelim.
Semerkant’tan New York’a uzanan Türk dış politikasını “iki farklı kutup arasında salınmak” olarak tanımlamak hem eksik hem de yanlış. Türkiye, yaklaşan küresel şoklar karşısında dünya siyasetinin dar bir jeopolitik koridora sıkışmasını istemiyor. Dar koridordan kurtulmanın tek yolu biz ile öteki ayrımından vazgeçmek, küresel sistemi Batı ile Doğu arasında bir ikilik olmaktan çıkarmak ve çok kutuplu dünyanın artık geldiği gerçeğini kabul etmek.
Prof. Dr. Murat YEŞİLTAŞ, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü
[UHA Haber Ajansı, 02 Ekim 2022]