AB’de Derinleşen Çatlaklar: Hollanda’nın Göçmen Politikasında Yeni Dönem
Siyasi pusulanın en sağında yer alan “aşırı sağ” kavramı genellikle aşırı milliyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, köktendinci özelliklere sahip kişi ya da grupları tanımlamada kullanılır. Son yıllarda Avrupa’da aşırı sağ partilerin sayısında ve bu partilere verilen destek oranında gözle görülür şekilde yaşanan artış Avrupa Parlamentosu seçimleri ile hız kazanmıştır. Bu durum, pek çok siyasi, sosyal ve ekonomik faktörün bir araya gelmesinin doğal bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.
Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği (UDİAD Uluslararası İlişkiler Araştırmacı-Yazar Mısra ŞAHİN, kaleme aldığı, “AB’de Derinleşen Çatlaklar: Hollanda’nın Göçmen Politikasında Yeni Dönem” başlıklı yazısında, son yıllarda Avrupa’da aşırı sağ partilerin sayısında ve bu partilere verilen destek oranında gözle görülür şekilde yaşanan artışın Avrupa Parlamentosu seçimleri ile hız kazandığını söyledi.
Özellikle uzun yıllardır göçmenler için hedef olan Avrupa, son dönemde ciddi bir göçmen akınıyla karşı karşıya kalmıştır. Göçmen sayısındaki bu artış, kültürel uyum sorunlarına neden olurken güvenlik problemlerini de beraberinde getirmektedir. Ayrıca devletlerin bakmakla yükümlü olduğu insan sayısı arttığı için ekonomi üzerinde de ciddi bir baskı yaratmaktadır. Dolayısıyla mülteci krizi Avrupa’da halkın refahını olumsuz etkilemekte ve toplumsal gerilimlere neden olmaktadır.
Aşırı sağın yükselişte olduğu Avrupa Birliği ülkelerinin bu süreçte göç karşıtı politikalara yöneldiği ve mülteciler konusunda bir dizi kararlar almaya başladığı görülmektedir. Bu bağlamda geçtiğimiz günlerde; Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre Avrupa’da en fazla sığınmacı ve mülteci ağırlayan ülke olan Almanya, 16 Eylül 2024 itibari ile Avusturya, Polonya, Çekya ve İsviçre’nin yanı sıra Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Lüksemburg olmak üzere tüm kara sınırlarına ekstra kontroller getireceğini duyurmuş gerekçe olarak ise düzensiz göç ile alakalı güvenlik risklerini göstermiştir.
Sığınma hakkı verme konusunda AB’nin kurallarını ihlal ettiği gerekçesi ile 220 milyon dolar para cezasına çarptırılan Macaristan ise göçmen karşıtı tutumunu sürdürürken geçtiğimiz cuma günü Cernobbio Forumu’nda konuşan Başbakan Viktor Orban, göçün Avrupa Birliği’ni parçalayacağını ileri sürerek göçün durdurulması için yeni yasalar çıkarılmasını talep etti. Ayrıca İsveç, Norveç, Danimarka ve Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de göçmenlerin geri dönmeleri için teşvik olarak hibeler sunmaktadır.
Aşırı sağın göçmen karşıtı politikalarının Avrupa genelinde ivme kazandığı bu dönemde, Hollanda da bu hareketin en radikal örneklerinden biri olarak dikkat çekmektedir. Aşırı sağcı
Özgürlük Partisi’nin (PVV) öncülüğünde kurulan koalisyon hükümetinin yeni göçmen politikaları hem Avrupa Birliği ile ilişkilerde hem de ülke içinde önemli tartışmalara yol açmıştır.
Her yıl ortalama 40 bin sığınmacının giriş yaptığı Hollanda’da geçtiğimiz cuma günü koalisyon hükümetinin yeni programı açıklandı. Yaklaşık 138 sayfalık programda en dikkat çekici noktayı, hükümetin göçmen sorunuyla mücadelesi oluşturdu. Programda, göçmen sorunuyla mücadelede daha sıkı tedbirler uygulanmasına imkân veren Yabancılar Kanunu’ndaki “olağanüstü hâl ilan etme” yetkisinin kullanılmak istendiği belirtildi. Ek olarak Başbakan Schoof, Hollanda’nın, AB göç düzenlemelerinden çekilmek için gelecek hafta başvuru yapacağını belirterek, “Bakanlar Kurulu, çekilme için Brüksel’e resmi bir talep gönderecek.” dedi. Bununla birlikte aile birleşimini zorlaştıran yeni şartlar getirildi.
Göç ve İltica Bakanı Marjolein Faber de hükümet sitesinden yaptığı açıklamada, şimdiye kadarki en katı iltica politikasını uygulayacaklarını belirterek, “İnsanlar sığınmacı krizinin etkilerini her gün hissediyor. Seçmenler bize açık bir yetki verdi. Rotamızı değiştirmeli ve sığınmacı akınını derhal azaltmalıyız. Daha güvenli bir Hollanda için çalışıyorum.” ifadelerini kullandı.
Hollanda’nın attığı adımların Avrupa genelindeki benzer hareketlerle uyumlu bir biçimde açıklanması mümkündür. Alınan kararlar ve yapılan açıklamalar kimi kesimler tarafından destek görürken kimi kesimler tarafından eleştirilerin odağı olmuştur. Hollanda Göç Danışma Konseyi üyesi Mark Klaassen ise X hesabından, Hollanda’daki mülteci krizinin AB ülkeleri arasında ortalama bir yerde olduğunu ve durağan ilerlediğini kaydederek, olağanüstü hali haklı gösterecek bir durum olmadığının altını çizmiş, “Bu, koalisyondaki aşırı sağ partinin seçmenlerine boş bir vaadi olarak kalacak.” diye eklemiştir.
Ülke içerisinde de yankı bulduğu üzere vaatlerin uygulanabilirliği tartışmalıdır. Örneğin, Hollanda’nın göç sisteminden muaf tutulması komşu ülkelere doğru bir sığınmacı akınını kaçınılmaz hale getirecektir bu nedenle Avrupa Birliği’ndeki diğer ülkelerin bu duruma onay vermesi olası değildir. Öte yandan AB ortak politikalarından muaf tutulma talepleri birliğin temel mantığını yok saymakta ve dolayısıyla AB tarafından hoş karşılanmamaktadır. Ayrıca sığınmacıları “güvenli” olarak değerlendirildiği takdirde ülkelerine geri göndermek ise uluslararası insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşları tarafından tepki görürken uluslararası toplumda Hollanda üzerinde baskılara neden olacaktır.
Dünyada göçmen sayısındaki artış her ne kadar ülkeler için sorun teşkil etse de Hollanda hükümetinin açıkladığı kararlar oldukça radikaldir. Bu nedenle AB ile arasındaki gerilimi tırmandırması kaçınılmazdır ve yalnızca AB içerisinde değil, uluslararası arenada da geniş çaplı tartışmalara neden olacağı öngörülmektedir. Dolayısıyla, açıklanan kararların en azından bütünü ile hayata geçirilmesi pek olası görünmemektedir.
Mısra ŞAHİN
***
Yazar hakkında