Abartmak da Aldatmaktır
Ön yargılarımız, ön kabullerimiz veya ütopik senaryolarımız hepsinin önüne geçiyor ve böylece abartmayı sürdürüyoruz.
UHA / İnternational News Agency
Konuk Yazar İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Abdulkadir Güllü, “Abartmak da Aldatmaktır” başlıklı bir yazı kaleme aldı:
“Türk siyasetinin çok önemli ve de çok ciddi sorunlarından biri de abartmadır. Bu sözü abartmadığımı ve bilinçli söylediğimi hatırlatarak sözlerime başlıyorum.
Birilerinin gelmesiyle veya gitmesiyle cennet ya da cehennem yapılan dünyadan yorulduk artık. Yahu şu dünyada; “abartısız, neyse o, ne değilse o değil” bir dünya yaşayamayacak mıyız?
Bırakalım şu abartmayı, kamuflajı, manipülasyonu ve insanları aldatmayı. Ne kimsenin gitmesiyle kıyamet kopar ne de kimsenin gelmesiyle güneş batıdan doğar. Bütün mesele; birilerinin doymak bilmeyen hırsları, elde edemedikleri ya da kaçıracakları fırsatlarıdır. Kullandıkları argüman ise sözde halkın kazançları ve kayıplarıdır.
Yapılan abartmalar da tek taraflı değildir. Aslında ne iyiler gökyüzüne çıkarılacak kadar iyi, ne de kötüler yerin dibine batırılacak kadar kötü, ama üslup maalesef bu ve abartı. Mesele gerçeği öğrenmek ya da öğretmek olsa gerçek olduğu gibi anlatılır, ama etkilemek, caydırmak ya da yönlendirmek olunca abartma da bir metot olarak tepe tepe kullanılmaktadır.
Öyle ki bir bakıyorsunuz; herkesin gözünün gördüğü, hayatında yaşayarak hissettiği bir sorun, tuzu kurular tarafından hiç yokmuş sayılabiliyor.
Bir bakıyorsunuz; hücrelerinize kadar sinen, sizi sarsan, sizi kuşatan ve her anınızı etkileyen bir şey, sebep olanlar tarafından sanki gerçek değil de birilerinin uydurmasıymış gibi söylenebiliyor.
Bir bakıyorsunuz; yolunda giden bir şey muhaliflerce kötü sayılıp, olan biten çarpıtılıp, gerçek değiştiriliyor ve tersi bir algı oluşturulabiliyor.
Bir bakıyorsunuz; ekonomik hayat birileri için çekilmez olduğu halde; sanki ucuz, rahat ve konforluymuş gibi yanlış örnekler verilerek ya da dikkatler başka yöne çekilerek gerçekler görmezden gelinebiliyor.
Bir bakıyorsunuz; birileri birilerini çok sevdiği için kanat takıp uçuruyor ya da sevmediği için birbirini mahçup edecek, zora sokacak ne yapabilecekse yapıyor, elinden geleni arkasına koymuyor.
Yine bir bakıyorsunuz birileri; ölmüş gitmiş veya herkes gibi ölüp gidecek fanileri, beka dediğimiz daha uzun ömürlü şeylerin olmazsa olmazı sayabiliyor, önceden var olanları ve sonradan olmaya devam edecekleri bu fanilerle ilişkilendiriyor ve göz göre göre aklımızla alay edebiliyor.
Sonuçta bu abartmalarla hem kendi keyfimizi kaçırıyoruz, hem de milletimizin birlik içinde ve devletimizin güçlü biçimde varlığını sürdürmesinden rahatsız olanları da keyiflendiriyoruz.
Bütün bu yaşananlar; fert ve toplum olarak bizim hayata bakışımızdan kaynaklanan gerçeğimiz, aşamadığımız çıkmazımız ve derdimizdir. Yani bunların sebebi de, mucidi de biziz ve neticede bu sorunu çözecek olan da yine biziz.
Belki zannedildiği kadar düşmanımız yokken, hayali de olsa düşmanımızı abartarak çoğaltıyoruz. Belki birbirimize sevgiyle yaklaşsak bir çok ortak alan oluşturacağımız halde, tersini yaptığımız için paramparça olmayı gerçekliğimiz haline getiriyoruz.
Her zaman her devrin adamı olmayı tescillemiş olanları istisna tutarsak, abartmada o kadar ileri gidiyoruz ki; birisi bir yerden ayrıldığında, onun ayrılmasını samimi bulmuyor, birisi bir yere dahil olduğunda, onun oraya gitmesini anlayışla karşılamıyoruz. Tüm bunlarda; görülen ve bilinen dışında bir sebep arayarak, gideni-geleni ve olayları abartmayı tercih ediyoruz. Kimseye bir zaman tanımıyor, bir fırsat vermiyor ne yaptığını ve ne yapacağın görmeden hüküm veriyor, ya “hain” ya da “kahraman” ilan ediyoruz.
Ön yargılarımız, ön kabullerimiz veya ütopik senaryolarımız hepsinin önüne geçiyor ve böylece abartmayı sürdürüyoruz.
Birisi hatasından döndüğünde, pişman olduğunda samimi bulmuyor ve tövbe etmiş saymıyoruz. Karşı görüştekiler bizim fikrimize ve inancımıza yakın davranıyorsa onun altında bir samimiyetsizlik arıyoruz, hatta onların bu yakınlığından memnun olmak yerine rahatsızlık duyuyoruz. Mesela şehirlerde Ramazan ayında iftar çadırlarını A Partisinin belediyesi açarsa onu hizmet etmiş sayarken, B partisinin belediyesi açarsa dini istismar ediyor diyoruz.
Sözün özü değerli dostlar, çoğunlukla sadece kendimizi görüş ve inanış olarak dürüst ve güvenilir, başkalarını da az güvenilir ya da güvenilmez sayıyoruz. Bu paradigma bizi iletişimde zora sokuyor, birbirimizle işbirliği ve güç birliği yapmamızı engelliyor. Bazen inancımızı, bazen milliyetimizi, bazen mesleğimizi, bazen meşrebimizi ve neticede tarafımızı, taraftarlığımızı ve kendimizi çok abartıyoruz.
Aslında bu saydıklarımın bir kısmına biz doğuştan sahip kılındık, bir kısmını ailemizde, yaşadığımız ortamda hazır bulduk, yani onlara bir araştırma, emek ve gayret ile kendimiz sahip olmadık. Bu gözle de baktığımız zaman; aramamız gereken önemli kriterlerin daha genel anlamda ahlak, erdem, hukuk ve insani değerler olması gerektiğinde mutabık kalacağımızı düşünüyorum.
Malum bir atasözü vardır, “eşyanın yenisi dostun eskisi makbuldür” diye. Ben buna bir ilave yaparak “en iyi dost, belki de henüz tanımadığımız dosttur” diyorum ve böylece yeni tanışıklıklara, güzelliklere ve diyaloglara açık olmamız gerektiğine inanıyorum.
Abartmayı bir tarafa bırakarak insanlarla insan ortak paydasında buluştuğumuzda ve insanı Allah‘ın yarattığı bir değer olarak gördüğümüzde, hem ikili ilişkilerimiz çok güçlenecek hem de toplumsal gücümüz çok daha iyi noktalara ulaşacaktır.
Topyekün huzurumuz; öncelikle kendimizle barışık olmamıza, sonra da ailemizle, çevremizle iyi ilişkiler kurmamıza bağlıdır. Bu huzurun zirve yapmasını istiyorsak, hem milletimiz için hem de tüm insanlık için iyi şeyler düşünmek ve yapmak zorundayız.
Zamanın ruhunu iyi anlayıp, olan ya da muhtemel problemlere doğru yaklaşıp, gerçekçi çözümler üretmeliyiz. Akıl ve bilimle, inanç ve kültürel değerlerimizi buluşturup güçlendirerek, insana yakışan ve insanı daha yükseğe ve ileriye taşıyacak olan olgulara ve icraatlara yönelmeliyiz. Bu yaklaşım bizim hem yaşama kalitemize hem de insanlığımıza pozitif değer katacaktır.
Böyle yaparsak kazanan her zaman iyiler ve iyilikler olacaktır. İstemediğimiz kötülüklerden hem kendimizi hem de çevremizdekileri korumuş ve belki de kurtarmış olacağız.
Ne mutlu çevresine iyi enerji verebilenlere, ne mutlu iyi insan olmak için emek verenlere, ne mutlu insanlara iyilik yapmak amacıyla gayret edenlere, ve ne mutlu iyi insanlarla iyiliklerin buluşmasını zafer sayanlara…”