AB-Türkiye krizi nasıl aşılabilir?
UHA HABER / AB’nin “havuç” gibi sunduğu Gümrük Birliği’ni güncelleme görüşmeleri, Türkiye’nin AB sürecini canlandırabilir mi? Deneyimli uzman Erdal Yalçın, bunun mümkün olmadığını söyleyerek, farklı bir yol önerdi.
Ekonomi profesörü Erdal Yalçın, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini canlandırmak için çözümün Gümrük Birliği’nin modernizasyonu değil, bunun yerine yeni bir serbest ticaret anlaşması yapılması olduğunu söyledi.
AB-Türkiye ilişkileri konusunda uzman isimlerden olan Yalçın, AB Liderler Zirvesi öncesinde Ankara-Brüksel hattında yaşanan son gelişmeleri, AB’nin teşvik ve yaptırımlar öngören yeni yol haritasını ve Türkiye’de artan siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı, DW Türkçe’ye değerlendirdi.
AB ile Türk Hükümeti’ni, kısa vadeli hesaplarla hareket etmekle eleştiren Yalçın, “AB’nin havuç gibi gösterdiği Gümrük Birliği modernizasyonu aslında içi boş bir teklif” dedi.
Türkiye halkının AB’ye tam üyelik umudunun gerek Avrupa’da gerek Türkiye’de suistimal edildiğini, bunun siyasi oyun haline getirildiğini aktaran Yalçın, artık buna son verilerek, ilişkilerde zemin değişikliğine gidilmesi gerektiğini kaydetti.
Erdoğan hükümetinin politikalarının siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı daha da derinleştirdiğini aktaran Yalçın, bunun Türkiye’yi AB’den daha da uzaklaştırırken, gençlerin omuzlarına çok ağır yükler bindirdiğini anlattı.
Konstanz Üniversitesi’nden uluslararası ekonomi politikaları ve Türkiye uzmanı Prof. Dr. Erdal Yalçın’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Türkiye’de son haftalarda yaşananlar AB başkentlerinde endişeyle izleniyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, HDP’yi kapatma girişimi, HDP’li Ömer Faruk Gergelioğlu’nun bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle milletvekilliğinin düşürülmesi. Ayrıca, Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’ndan azledilmesi ile kurlarda yaşanan büyük dalgalanma. Siz tüm bu olan biteni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Erdal Yalçın: ‘Avrupa ile ilişkilerimizi düzeltmek istiyoruz’ diyen, reform vaadinde bulunan Türk hükümetinin, AB Liderler Zirvesi’ne günler kala yaptıkları gerçekten inanılır gibi değil. Aslında son yıllarda neye tanık olduysak, bir kez daha aynı şeye tanık oluyoruz: Türk Hükümeti sözüne itimat edilebilen, güvenilir bir hükümet olmaktan çıktı. Türkiye’nin işleyen bir yargısı yok, otoriter yönetim şekli de güçleniyor.
Yarın başlayacak ve iki gün sürecek AB Liderler Zirvesi‘nde “pozitif gündem” başlığı altında Türkiye ile yeni bir sürece yeşil ışık yakılması mümkün mü? Almanya buna destek veren ülkeler arasında. Ekonomik ve ticari ilişkilerin canlandırılması, Gümrük Birliği‘nin modernizasyonu gibi alanlarda yeni adımlar görebilir miyiz?
Türkiye’de tek başına son bir haftada yaşananlar, gerçekte, pozitif olarak nitelendirilebilecek bir gündemin olmadığını zaten açıkça gözler önüne seriyor. Türk Hükümeti’nin güvenilir, yapıcı bir tutum sergilemediği de ortada. Ama hem AB hem Türkiye, siyasi önceliklerini kısa vadeli çıkarlarını dikkate alarak belirliyor. AB, Türkiye üzerinden Avrupa’ya göçmenlerin gelmemesini ve Türkiye ile Yunanistan arasında askeri bir ihtilafın önlenmesini istiyor. Erdoğan için de Türk ekonomisini istikrara kavuşturmak, ev sahipliği yaptığı göçmenlere AB’den mali yardım almak en önemli öncelikler. Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ise asli sorunların çözümünü sağlayacak yol değil…
Birçoklarının aksine siz Gümrük Birliği modernizasyonunu gerçekçi bir yol, sürdürülebilir bir çözüm olarak görmüyorsunuz, neden?
Evet, Türkiye’nin ticaretinin yüzde 50’si AB ile ve Türk ekonomisinin geleceği de yine AB ile olacak. Ancak bildiğiniz gibi, çok derin bir ekonomik entegrasyon öngören Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağı varsayımından yola çıkılarak öngörülmüştü. Gümrük Birliği, Türkiye’nin büyük ölçüde AB’de alınan ekonomi politika kararlarına uymasını öngörüyor. AB’de alınan kararlar, doğrudan Türkiye ekonomisini etkiliyor. Ancak gelinen noktada Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda AB’ye üye olamayacağı çok açık. Bu nedenle AB’nin Türkiye’ye yönelik uygulamak istediği havuç-sopa politikasında, Gümrük Birliği’ni havuç gibi gösterme isteği kanımca dürüst bir yaklaşıma dayanmıyor.
Sizin öneriniz ne?
Türkiye herhangi bir ülke değil. 83 milyonu aşkın nüfusu daha da artacak olan Türkiye, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir ülke. Ve bu şu anlama geliyor: Dış politikası kimi zaman AB ile çelişebilir, Türkiye’nin gayet tabii ki AB’den farklı ulusal menfaatleri olabilir ve bu bakımdan daha fazla siyasi esnekliğe ihtiyaç duyabilir. Artık gerçeklerle yüzleşmek zorundayız ve Türkiye’nin önümüzdeki en az on yıl boyunca AB’ye üye olamayacağı açık. Gelecekte bir gün üyelik perspektifinin yeniden gündeme gelip gelmeyeceğini de bilmiyoruz. Bu nedenle AB’nin havuç gibi gösterdiği Gümrük Birliği modernizasyonu aslında içi boş bir teklif. Bana göre olması gereken derin ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşmasıdır. Eğer AB Türkiye’ye samimi ve gerçekçi bir perspektif sunmak istiyorsa o zaman biz Avrupalılar olarak dürüst olmalı, Türkiye ile yeni bir ortaklık anlaşması müzakerelerine başlamalıyız. Tıpkı İngiltere, İsviçre ve Ukrayna ile yaptığımız gibi…
Peki, serbest ticaret anlaşması nasıl bir fark yaratacak?
Derin ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması olduğu takdirde Türkiye’nin ticaret politikalarını artık AB belirlemeyecek. Şu anda gümrük tarifeleri, sertifikaların nasıl olacağı gibi konular Brüksel’de belirleniyor. Türkiye kendi ticaret politikaları üzerinde kontrolü sağlayabilecek….
AB’nin tam üyelik perspektifine son vermesi, Türkiye’nin Batı‘dan daha da kopmasını tetiklemez mi? Deneyimli birçok siyasetçi, tam üyelik sürecine son vermenin, Türkiye‘deki liberal, Batı değerlerini paylaşan, Türkiye‘nin geleceğini Avrupa‘da gören önemli bir kesimde büyük bir hayal kırıklığı yaratabileceğini, Erdoğan için de bir hediye olacağı görüşünde…
Bu endişeyi anlıyorum, böyle bir riski de görüyorum. Ama son 10 yıla bakın. AB, Türkiye’de demokrasinin güvencesi olabildi mi? Tam üyelik umudunun Türkiye’de olduğu kadar AB’de de istismar edildiğini görüyorum. Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler siyasi nitelik taşıdığı için ne zaman siyasi bir gerilim olsa, tüm ekonomik ilişkiler, Türkiye ekonomisi, Türk halkının refahı zarar görüyor. AB-Türkiye ilişkileri bir kısır döngüye girmiş durumda. Tam bu nedenden ötürü: Türk halkının bu kirli siyasi oyunlara alet olmaması için artık zemin değişikliği olması gerektiğini savunuyorum. Çünkü daha az siyasi nitelik taşıyacak bir ilişkide, siyasi gerilimler Türkiye’nin ekonomik refahını etkilemeyecek, Türkiye’nin refah düzeyi artacak, Türk halkı kendi siyasi geleceğini kendisi çizebilecek, iktidarları kendi değiştirebilecek….
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in Türkiye ile ilişkiler konusunda hazırladığı yeni yol haritası, Erdoğan‘ın gerilimi artıran dış politika adımlarını sürdürmesi halinde, Türkiye‘ye yönelik “kısıtlayıcı tedbirler“ olarak nitelenen bazı yaptırımların uygulanmasını öngörüyor. Olası kısıtlayıcı tedbirler arasında, ihracat veya ithalat yasaklarını, turizm veya enerji sektörlerine dönük yaptırımlar, Avrupa Yatırım Bankası ile diğer mali kurumların desteklerinin kısıtlanması gibi alternatifler sıralanıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de halen yatırımların canlı olmasının nedeni Avrupa Yatırım Bankası’nın büyük ölçekli enerji ve altyapı projelerini destekliyor olmasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin kötü ekonomi politikalarına ilaveten bir de Türkiye’ye borç veren tek kurum olarak kalan Avrupa Yatırım Bankası da denklemden çıkarsa işte o zaman bedbaht bir tablo ortaya çıkar. Bakın, salgın ve dünyada artmakta olan enflasyon nedeniyle büyük ihtimalle ABD Merkez Bankası faiz artırımına gidebilir, bu Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler üzerindeki baskıyı daha da artırabilir, Türkiye gibi riskli ülkelerin sermaye piyasalarında para bulması çok güçleşir. Bu denkleme Avrupa’nın ekonomi yaptırımlarını ilave ederseniz o zaman ne yazık ki berbat bir tablo ortaya çıkar. Bakın, zaten kötü ekonomi yönetimi nedeniyle Türkiye 10 yıl kaybetti, bir sonraki 10 yıl için de karamsar olmak için pek çok neden var. Bu şu anlama geliyor: Türkiye’de gençlerin, iki nesilin hiçbir ekonomik perspektifi yok. Türkiye’de gençlerin omzuna yüklenen bu yük çok ağır ve bu durum beni de çok ama çok üzüyor ve endişelendiriyor.
Türkiye’nin böyle giderse daha büyük ekonomik krizlere sürükleneceği, hatta iflas noktasına geleceğini söyleyen, oldukça karamsar bir tablo çizen ekonomi uzmanları var. Siz gidişatı nasıl görüyorsunuz?
Önümüzdeki iki yıl boyunca Türk ekonomisini kamu harcamaları ile destekleme imkanı var. Ama dolar üzerinden borçlanan Türk özel sektörü iflas riskiyle karşı karşıya kalabilir. Ve bu görünüm, Türk Hükümeti’nin sermaye piyasalarında uygun faizle para bulmasını güçleştiriyor, bu da Türk Hükümeti’nin Türk ekonomisini destekleme alanını daraltıyor. En kötü tehlikeyi ise Merkez Bankası’nın son iki yılda dramatik bir şekilde eksiye düşmüş rezervleri oluşturuyor. Bütün bunlar işte tehlike çanlarının çalması demek. Dış borçlara bağımlı bir ekonominiz varsa ‘Ben sermaye piyasalarını umursamıyorum, bana ne, kurallarına uymayacağım’ diyemezsiniz… Para bulamadığı takdirde hükümet birkaç ay, hadi bir buçuk yıl idare etti diyelim, ama sonra 1999’da olduğu gibi bir bankacılık krizi yaşanabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 ay gibi kısa bir sürede dört kez Merkez Bankası başkanını değiştirdi, Türkiye bir kez daha kur krizine sürüklendi. Türk lirası haftaya hızlı değer kaybıyla başladı, Türkiye halkı yoksullaşmaya devam ediyor… Aslında halkın refah düzeyini artırma sorumluluğunu taşıyan Erdoğan‘ın ve ekonomi ekibinin çok tartışılan adımlarının arkasında nasıl bir mantık yatıyor olabilir?
Şunu açıkça ifade etmek gerekiyor: Türk Hükümeti’nin ekonomi alanındaki kararları tamamıyla akıl dışı. Cumhurbaşkanının, bağımsız olması gereken Merkez Bankası başkanını keyfi bir şekilde, her istediğinde görevden alabilmesi de inanılmaz bir durum. Görevden alınan Ağbal’ın iki kez faiz artırmasının TL üzerinde olumlu etkisi oldu, enflasyon arttığı için de bu politikaların devam etmesi gerekiyordu. Erdoğan, Ağbal’ı görevden alarak biz ekonomistlere şu mesajı vermiş oldu: Türk hükümeti faiz artırımları politikasını benimsemiyor, kabul etmiyor. Bu da şu anlama geliyor. Türk halkı daha da yoksullaşacak. Türk halkının ortalama geliri 10 yıl öncesine kıyasla yüzde 16 azaldı, işsizlik artıyor, koronavirüs salgını ekonomideki kötü gidişatı perçinliyor, siyasi istikrarsızlık derinleşiyor…
Geçen haftalarda hükümet, yabancı sermayeyi ülkeye çekebilmek için iddialı yeni programlar, reform paketleri açıkladı. Bu son yaşananlar, Türkiye‘ye bakışı nasıl etkiledi?
Türk hükümetine güvenerek kim Türkiye’de yatırım yapar? Batılı yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapması için bana bir sebep gösterin. Bu koşullarda ne yazık ki gösteremezsiniz.
Söyleşi: Değer Akal / DW
[UHA Haber Ajansı, 25 Mart 2021]