2006 yılında Mavi Vatan doktrinini açıklayan emekli amiral Cem Gürdeniz, kaleme aldığı “Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi-1” başlıklı yazısında, Arapların, bugün bile Suudi Arabistan gibi Vehhabi gericiliğinin, insan hakları ihlallerinin kalesi bir ülke olduğunu, 2034 FIFA Futbol Dünya Kupasının yapılacağı bir ülke olarak seçiliyorsa durumun ortada bulunduğuna dikkat çekiyor.
Cem Gürdeniz, ABD’nin özellikle 1973 Yom Kippur Savaşı ve OPEC krizinden sonra kendisine biat etmeyen, sömürge veya vekil devlet olmayı kabul etmeyen, Filistin halkına yapılan zulme karşı duran, çoğu sosyalist ve seküler, bağımsız ve başı dik yaşamak isteyen Arap devletlerine asla izin vermediğinin altını çiziyor.
“Demokrasi, insan hakları ve hürriyet en çok kullandıkları sloganlar olmasına rağmen bu kavramları nedense Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Umman ve Katar’a karşı hiçbir zaman kullanmadılar” diyen Gündüz, şunları söylüyor:
“ABD müdahaleleri ile 2002’de Saddam’ın, 2011’de Kaddafi’nin ve son olarak 2024’te Esad’ın heykellerinin demokrasi çığlıkları altında yıkılışına şahit olduk. Yıkılan her heykel yüzbinlerce Arap’ın gelecek yıllarda ya ölmesine ya göç etmesine ve gelecek kuşakların istikrar olmadan on yıllarca acı çekmesine neden oldu. Bu duruma gelmede en büyük iki etken kabile aidiyetine bağlı Arapların genel sosyolojik karakteri ile dini bilinçlendirmenin yarattığı kadercilik anlayışı oldu. 1950’lerin ortalarında Nasır dönemi Arap milliyetçiliği ve BAAS tipi sosyalizm bunu değiştirmeye çalışsa da başarılı olamadılar. Araplar, sürekli acı çekiyorlar. Aralarında hiçbir dayanışma yok”.
ABD ve İngiliz sömürgesi konumunda olan monarşik Arap devletlerinin ise sadece günü kurtardığını ve kendi heykellerinin yıkılışını önlemek için emperyalizme sundukları sömürü düzeninde jeopolitik hizmetkarlığa devam ettiğini ifade eden Cem Gürdeniz, şöyle devam ediyor:
“Hatırlatalım; Jeopolitik ve jeoekonomik perspektifte ABD ve müesses batının bölgede değişmeyen dört hedefi şunlardır: 1. İsrail’in yakın ve uzak çevresindeki tüm askeri tehditleri bertaraf etmek; 2.İran, Irak, Suriye ve Türkiye topraklarını kapsayacak şekilde denize çıkışı olan kukla Kürt Devleti kurmak; 3. Bölgede denizde ve karadaki tüm hidrokarbon kaynakları ve değerli madenleriyle boru hatlarını/ su ve gıda kaynaklarını ABD kontrolünde tutmak; 4. Bölgeyi kullanan uluslararası ticaret koridorlarını (KvY, IMEC, Kalkınma Yolu vb.) kendi çıkarlarına göre şekillendirmek”.
Gürdeniz, “Bu satırlar yazılırken Suriye’de genel durum ordusuz kalan bir devletin düşebileceği en kötü durumdu. İsrail, Suriye’de devlete ait askeri her varlığı yüzlerce sorti hava saldırısı ile imha etti. Golan bölgesi ve güney Suriye’nin önemli bir bölümünü topraklarına tamamen katmaya devam ediyor. ABD ve İsrail’in Kürtler Suriye’de Fırat nehri doğusunda Irak Kürdistan Özerk Yönetiminin benzeri kalıcı özerk yönetimi garantilemiş durumdalar. Hükümet her ne kadar yaratılan son durumu siyasi bir zafer olarak lanse etse de gerçekte ortaya çıkan durum jeopolitik bir kabusa dönüşecek potansiyelde. 3 bölümde art arda yayınlanacak bu uzun makalemde Suriye’nin durumunu ve yaşananların küresel ve Türkiye jeopolitiğine etkilerini irdeledim” diyor.
MEKKE ŞERİFİ HÜSEYİN, İNGİLTERE YANINDA
Her şeyin, Birinci Dünya Savaşında Arapların Türklere ihaneti ile başladığına vurgu yapan Cem Gündüz, Haşimi Hanedanından Mekke Şerifi (Hicaz Kralı) Hüseyin ile İngiltere’nin Mısır’daki Yüksek Komiseri Yarbay Sir Henry McMahon arasındaki yazışmalarla başladığını dile getiriyor ve şöyle devam ediyor:
“Temmuz 1915, yani Çanakkale’de Türk ordusu İngilizlerle dişe diş savaşırken Mekke Şerifi Hüseyin’in Yarbay McMahon’a ilk yazdığı mektup bugünün tohumlarını attı. İngiltere’ye destek olma koşulu ile Halife olarak ilanını ve etnik Arapların bulunduğu topraklarda (Arap Yarımadası, Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Lübnan) Osmanlıdan bağımsızlıklarının garantilenmesini istiyordu. Son mektuplaşma Mart 1916’da gerçekleşti. Bu sürecin en önemli iki nedeni vardı. Birincisi Osmanlı Padişahının İngiliz ve müttefiklerine karşı Cihat ilanına karşı koymak ve bu yol üzerinden Hindistan’daki 70 milyon Müslümanın karşı cephe almasını önlemekti. İkinci neden de Süveyş Kanal bölgesinin Alman etki alanına girmesini önlemekti. Sir McMahon ve Şerif’in anlaştığı süreç Arap’ların ayaklanarak Şam, Humus, Hama ve Halep hattının doğusunda kalan Suriye, Hicaz ve Mezopotamya’yı kapsayan bağımsız bir Arap devletinin yaratılmasıydı. Bu süreçte Lübnan, Filistin başta olmak üzere kıyı şeridi Araplara verilmemişti. Ancak bu gelişmelere Fransa karşıydı. Zira Suriye’yi ve Lübnan’ı kendi sömürge alanında tutmak istiyordu”.
SYKES-PİCOT SÜRPRİZİ
Gündüz, bu yazışmalardan kısa süre sonra İngilizler ve Fransızların gizli olarak akdettikleri 16 Mayıs 1916 tarihli Sykes- Picot Anlaşması ile söz konusu bölgeyi çoktan kendi sömürge ve manda alanlarına böldüklerini belirterek, “ancak bu anlaşmadan Sir McMahon ’ın daha doğrusu İngiliz Askeri Bürokrasisinin haberi yoktu. Ekim 1915’te Şerif Hüseyin, McMahon’ ı tehdit ederek Kraliyetin kendisine garanti vermesini aksi takdirde Türklerin yanına geçeceğini söyledi. Çanakkale cephesinde zaten Türkler karşısında sürekli yenilen İngilizler durumun daha da kötüye gitmesini önlemek için Akdeniz sahil şeridi ve Hristiyanlığı ilgilendiren Kutsal Topraklar dışındaki alanlar için verdikleri sözü tutacaklarını söylediler” diyor.
ARABİSTANLI LAWRENCE VE BALFOUR SAHNEDE
“1916 yılında Araplar, İngiliz İstihbaratçı ve Arkeolog T. E. Lawrence’ın da desteği ile Türklere karşı ayaklanmayı başlattılar” diyen Cem Gündüz, “Ayaklanma ve Türk katliamları devam ederken 2 Kasım 1917 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Balfour Siyonist Kongrede okunmak üzere Britanya Yahudileri Lideri Lord Rothschild’a ünlü Balfour mektubunu (deklarasyonunu) yazarak Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulmasına onay verdiklerini açıkladı. Bu durum İngiliz devlet aygıtında bölünmeye ve sonuçları bugüne kadar devam eden kanlı çatışmaların fitilini ateşledi. Zira Haşimi Şerif Hüseyin Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulmasına karşı” olduğuna dikkati çekiyor.
400 YIL SONRA ŞAM DÜŞÜYOR
Gündüz, “Birinci Dünya Savaşının sonunda İngiliz askeri (Avustralya ve Hindistan birlikleri dahil) ve Lawrence sayesinde gerilla taktikleri uygulayan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a bağlı Arap kabileleri ve Şerif Hüseyin’in muharip birlikleri ile savaşan Osmanlı orduları yenildi. 30 Eylül 1918 sabahı İngiliz General Allenby komutasındaki birlikler Şam’a girdi. 400 yıllık Osmanlı idaresi sona erdi” diyor.
KISA SÜREN FAYSAL KRALLIĞI VE FRANSIZ MANDASI
Şam düşünce Haşimilerin ve Şerif Hüseyin’in sancağının direğe çekildiğini hatırlatan Cem Gündüz, kaleme aldığı “Lawrence’tan Colani’ye Suriye trajedisi-1” başlıklı yazısını şöyle noktalıyor:
“Faysal, Suriye kralı ilan edilerek ödüllendirildi. Ancak Faysal, 1919’da barış konferansına katılmak için Paris’e gittiğinde, Fransa’nın Lübnan ve Suriye’de bir nüfuz alanı kurma kararlılığının açıkça farkına vardı. Direnmek istedi. Fransa izin vermedi. Araplar, Fransızlara karşı 24 Temmuz 1920’de yaşanan Meysalun Savaşında yenildi. Fransa, Temmuz 1920’de Faysal’ı sürgüne zorladı ve sonunda İngiliz hükümetinin daveti üzerine Londra’ya gitti. Aynı yıl yapılan San Remo Konferansı ile Suriye ve Lübnan Fransız mandasına bırakıldı. Faysal daha sonra İngilizler tarafından Irak Krallığı ile ödüllendirildi. Fransız idaresinde, Suriye etnik ve dini temellere göre beş farklı devlete bölündü. Böylece Halep Devleti, Şam Devleti, Cebel-i Dürzi Emirliği ve Lübnan devletinin yanı sıra, Aleviler de kendi bayraklarıyla Alevi Devleti‘ni kurdu. Suriye’de 1925 yılında Fransız idaresine karşı büyük ayaklanma çıktı. 1936’da Fransa Suriye’ye bağımsızlık vereceğini deklare eden anlaşmayı imzaladı”. (Yarın devam edecek-İNGİLTERE VEHHABİLERİ TERCİH EDİYOR-2)
***
Yazar hakkında
Cem Gürdeniz, 24 Mart 1958 tarihinde İstanbul’da doğan Cem Gürdeniz, 1969 yılında Sarıyer Pertevniyal İlkokulu’nu bitirdi, ortaokula yatılı olarak Haydarpaşa Lisesi’ne gitti. Ardından, 1972 yılında Deniz Lisesi’ne kabul edildi. 1979 yılında Deniz Harp Okulu Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirerek Deniz Teğmen rütbesiyle güverte subayı olarak görev aldı.
1983-1985 yılları arasında ABD Naval Postgraduate School’da “İnsan Gücü, Personel ve Eğitim” alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı ve 1987 yılına kadar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görev yaptı. 1987-1989 yılları arasında Deniz Harp Akademisi öğrenimini tamamladı. Ardından Deniz Kurmay Yüzbaşı olarak TCG Gayret Harekât Subayı oldu. Bu görevini sürdürürken 1991 yılında NATO SHAPE Karargâhı’nda dış göreve seçildi, dış görevi esnasında ise Brüksel ULB (Université Libre Bruxelles)’de Uluslararası Politika dalında yüksek lisans yaptı.