Gazeteci* Sait ÜTÜCÜ’nün haberine göre, İktidar Cumhur İttifakı ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli geçen hafta parti grup toplantısında yaptığı konuşmada anayasa değişikliği çağrısı yapmıştı.
“Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır? Türkiye Yüzyılı’nın inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir tecrübesiyle ve birikimiyle bize göre tek seçenektir.”
Erdoğan ise 10 Kasım’da Çankaya Köşkü’nde düzenlenen kabine toplantısı sonrasında yaptığı konuşmada “İktidar ve ittifak olarak milletin emanetine sıkı sıkıya sahip çıkmaya devam edeceğiz. Rabbim ömür, milletimiz de onay verdikçe Türkiye’ye ve Türk milletine hizmete devam edeceğiz,” ifadelerini dile getirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında ilk olarak parlamenter sistem anayasasına göre halk oyuyla cumhurbaşkanı seçildi.
Bunun ardından 16 Nisan 2017 Referandumu ile kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden” hemen önce Erdoğan 2018 Haziran’da ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi.
2023 Haziran’da olması gereken seçimleri Mart 2023’te Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle yenileyen Erdoğan, 2018 seçimlerinin yenileme kararı alarak Mayıs 2023’te yapılacağını duyurarak yeniden aday oldu.
Muhalefet partileri ve bazı hukukçuların itirazlarına karşın, eski anayasa hükümlerinin 2018’de uygulamaya giren “başkanlık sisteminde” geçerli olamayacağı gerekçesiyle Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Erdoğan’ın adaylığını kabul etti.
Erdoğan toplamda üç, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine göre ise ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi.
Şimdi ise MHP lideri Bahçeli’nin dile getirdiği anayasa değişikliği talebiyle Erdoğan’ın dördüncü kez cumhurbaşkanı seçilmesinin yolu aranıyor. Ancak anayasa değişikliğinin referandum koşullu kabulü için 360, doğrudan kabulü için de en az 400 milletvekilinin desteği gerekiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) önderlik ettiği Cumhur İttifakı’nın oy sayısı, AK Partili TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un oy hakkı olmadığı hesaba katıldığında 321’de kalarak yeter sayıya ulaşamıyor.
Bu nedenle de bir anayasa değişikliği için muhalefetin mutlak desteğine ihtiyaç var.
Siyaset bilimi uzmanı Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, “anayasa değişikliği“, “seçim yenilenmesi” ve ülkedeki demokratik işleyiş üzerine Euronews Türkçe’ye değerlendirmelerde bulundu.
Kalaycıoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylığının anayasal bir dayanağı olmadığını ifade ederek, bu durumu “anayasa ihlali” olarak nitelendirdi.
‘Muhalefetle birlikte anayasayı çiğnediler’
Kalaycıoğlu, Anayasa’nın 101. maddesinin cumhurbaşkanlığı makamına iki dönem sınırı koyduğunu belirterek, “Başka seçilme hakkı yok” dedi ve ekledi:
“Ama 116. madde yine kendileri tarafından eklenmiştir anayasaya. 116. maddeye göre de ikinci döneminde bulunan bir Cumhurbaşkanı, eğer meclis seçimlerin yenilenmesine karar alırsa tekrar aday olabilir diyor.”
Ancak Kalaycıoğlu, 2023’te seçimlerin Meclis kararı olmadan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yenilendiğini belirterek, “Son seçimde de zaten madde 116 uygulanmamıştır,” diye belirtti.
Bu durumda, anayasanın 116. maddesinin şartlarının oluşmadığını ifade eden Kalaycıoğlu, Erdoğan’ın adaylığının hukuki bir dayanağı olmadığı görüşünü savundu.
Mevcut durumda muhalefetin bu anayasal sorunu dillendirmediğini belirten Kalaycıoğlu, “Muhalefet bunu sorun ya da kriz haline getirmedi. Beraberce anayasa çiğnenmiş oldu,” diyerek muhalefetin de anayasal ihlalin parçası haline geldiğini öne sürdü.
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aday olduğu bir erken seçimden çekinmediklerini belirten Özel, “Erdoğan’ın aday olmasını ve onu yenerek bu sürecin tamamlanmasını CHP ve Türkiye demokrasisi açısından sağlıklı görüyorum,” demişti.
Anayasa tartışmaları siyasi istikrarsızlığın kaynağı mı?
Türkiye’de sık sık gündeme gelen anayasa değişikliği tartışmalarına değinen Kalaycıoğlu, mevcut anayasa değişikliği önerilerini siyasi ve ekonomik istikrar açısından sorunlu bulduğunu ifade etti.
Kalaycıoğlu, “Biz devamlı anayasayla uğraştığımız sürece siyaset istikrarsızlaşıyor,” diyerek anayasayla ilgili değişikliklerin sürekli gündemde tutulmasının siyasi istikrarsızlığa yol açtığını belirtti.
Bu istikrarsızlığın, ekonomi dahil olmak üzere ülkenin diğer temel alanlarını da etkilediğini ifade etti.
Kalaycıoğlu, anayasa değişikliklerinin arkasında bir “gerekçenin” olmadığını, değişikliğin amacının bir “niyetin” sonucu olarak olduğunu demokratik reformlardan ziyade, iktidarın el değiştirmesini önlemek olduğunu savundu.
“Niyetleri Cumhurbaşkanı’nı yeniden seçmek” diyerek MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin anayasa değişikliği gerekliliği söylemini hatırlattı.
Geçmişteki halk oylamasıyla bugünkü sistemi getirenin AK Parti olduğunu hatırlatan Kalaycıoğlu, mevcut iktidarın getirdiği düzeni değiştirme çabalarını “etik dışı” bulduğunu dile getirerek, “Bu halk oylamalarında bugünkü uygulamayı getiren kendileri, kendi getirdikleri uygulamayı kendileri beğenmeyip değiştirmeye kalkıyorlar,” dedi.
AK Parti, yeni anayasa değişikliği ile “darbe anayasası” olarak nitelendirdiği 1982 Anayasası’nı “sivil anayasaya” dönüştürülmesini savunuyor.
Mayıs 2024’te Erdoğan, “Bugün Türk demokrasisi, yeni ve sivil anayasa yapma eşiğini aşacak güce, kudrete, olgunluğa fazlasıyla sahiptir” ifadelerini kullanmıştı.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik Eylül 2024’te yaptığı açıklamada ise “Türkiye’yi darbe süreçlerini taşıyan bu anayasadan kurtarmak gerektiği açıktır. Sivil anayasanın yapılması bugün siyaset yapan, yönetici, akademisyen olan, herhangi bir görevde olan herkesin gelecek nesillere borcudur.” demişti.
Çelik, “Türkiye’yi önümüzdeki yüzyıla, Türkiye Yüzyılı’na hazırlayacak sadelikte ve dinamizmde bir sivil anayasa ihtiyaçtan öte bir zorunluluktur” sözlerini eklemişti.
1982 Anayasası 21 kere değiştirildi
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında hazırlanan 1982 Anayasası, 7 Kasım 1982’de halk oylamasıyla kabul edilmişti. Bu anayasa, devlet otoritesini güçlendirmeyi hedefleyen bir anlayışla hazırlanmıştı.
Ancak yürürlüğe girdiği tarihten itibaren çok sayıda değişikliğe uğrayan anayasa 21 kere değişiklik yapıldı. Toplamda 20’den fazla değişiklik paketi uygulanırken, 100’den fazla madde değişikliğe uğradı.
En önemli değişiklikler ise:
1995‘de Seçim barajı, siyasi partilere ilişkin yasaklar gibi konularda değişiklikler yapıldı.
2001‘de Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde, temel hak ve özgürlükler ile ilgili birçok madde değiştirildi.
2007‘de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair düzenleme yapıldı.
2010‘de Anayasa Mahkemesi ve Hakimler Savcılar Kurulu’nun yapısında değişiklik yapıldı, bireysel başvuru hakkı tanındı.
2017‘de En kapsamlı değişikliklerden biri olarak, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş yapıldı.
‘Demokratik meşruiyeti olmayan bir talep’
Anayasa değişiklikleriyle iktidarda kalma süresinin uzatılmasını eleştiren Kalaycıoğlu, “Bu amaçla değiştirelim diyorlar. Amaçları bu” ifadelerini kullanarak iktidarın asıl niyetini sorguladı. Türkiye’de demokrasiye ve hukuk devleti ilkelerine dönülmesi için yeni bir anayasa yapılmasının düşünülebileceğini, ancak bu iktidar döneminde yapılacak herhangi bir değişikliğin demokrasiye katkı sağlamayacağını belirtti: “Bugünkü iktidarla müzakere ederek bu yapılamaz, çünkü bugünkü iktidarın demokrasi ve hukuk devletine geri dönmek gibi bir endişesi yok.”
Kalaycıoğlu’na göre, bu değişiklikler demokratik münavebe ilkesini tehdit ediyor ve muhalefetin iktidar olabilme şansını azaltıyor.
Türkiye, ‘seçimli otoriter rejim’ mi oldu?
Türkiye’deki demokrasinin mevcut durumu hakkında da değerlendirmeler yapan Kalaycıoğlu, “Türkiye, demokratik bir sistemden ziyade seçimli otoriter bir rejime kaymış durumda” dedi.
Uluslararası ölçüm kuruluşlarının Türkiye’yi demokrasi olarak tanımlamaktan vazgeçtiğini belirterek, “Türkiye artık demokrasi olarak kabul edilmiyor. Freedom House gibi ölçüm yapan yerler Türkiye’yi demokratik olarak tanımlamıyor. Göteborg Üniversitesi merkezinden yönetilen Varieties of Democracy (V-DEM) projesi ise Türkiye için ‘seçimli otoriter rejim’ tanımlaması yapıyor” diye belirtti.
Türkiye, anayasasına göre parlamenter bir demokrasi olarak görünüyor.
Uygulamada, Türkiye yönetimi Economist Intelligence Unit tarafından “hibrit rejim”, Varieties of Democracy (V-DEM) projesi tarafından “seçimli otokrasi” ve Freedom House tarafından “özgür değil” olarak sınıflandırılıyor.
V-DEM’in 2024 Demokrasi Raporu’na göre dünya nüfusunun yüzde 44’ü, yani 3,5 milyar insan, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Rusya, Filipinler ve Türkiye gibi kalabalık ülkelerin de aralarında bulunduğu seçimle işbaşına gelen otokrasilerde yaşıyor.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA), nüfusunun yüzde 98’inin otokrasilerde ikamet ettiği, dünyanın en otokratik bölgesi olmaya devam ettiği belirtiliyor.
Bölge insanlarının büyük bir kısmının (yüzde 45) İran, Libya ve Suudi Arabistan gibi kapalı otokrasilerde yaşarken, yüzde 53’ü Türkiye ve Irak gibi seçimle işbaşına gelen otokrasilerde yaşamını sürdürüyor.
Erken seçim ve Bahçeli’nin belirleyici rolü
Prof. Dr. Kalaycıoğlu, Türkiye’de erken seçim kararının anahtarının MHP lideri Devlet Bahçeli’nin elinde olduğunu ifade etti.
“Son zamanlardaki bütün erken seçimler Devlet Bahçeli’nin dillendirilmesinin ardından yapıldı,” diyerek Bahçeli’nin geçmişte yaptığı erken seçim çağrılarının belirleyici rol oynadığını vurguladı.
Kalaycıoğlu bu nedenle, olası bir erken seçimde de Bahçeli’nin tavrının önemli olacağını öngördü.
Bahçeli, 1999 seçimlerinde kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev almıştı. Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Türkiye ve pek çok ülke tarafından terör örgütü kabul edilen Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası ilk bölünmenin yaşandığı koalisyonda çatlak sesleri gelmeye başlamış ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in sağlık sorunlarını da takip eden süreçte Bahçeli erken seçim çağrısı yapmıştı.
Bu çağrı sonunda yapılan görüşmelere 3 Kasım 2002’de erken seçime gidilmişti.
2002’de olduğu gibi Bahçeli, 2019 Kasım’da yapılması beklenen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinin 1,5 yıl önce yani 26 Ağustos 2018’e alınması çağrısında bulundu.
Erdoğan’ın sıcak baktığı bu çağrı neticesinde Türkiye 24 Haziran 2018’de sandık başına gitti.
Bahçeli aynı zamanda 11 Ekim 2016 tarihinde yaptığı parti grup konuşmasındaki “Fiili duruma hukuki boyut kazandırmak gerek” sözleriyle AK Parti’den “başkanlık [sistemi] önerisini Meclis’e sunmasını” talep etti.
Bunun ardından 16 Nisan 2017 Referandumu ile “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” kabul edidi ve 9 Temmuz 2018’de sistem yürürlüğe girdi.
‘Muhalefet, anayasa değişikliği tartışmalarına girmemeli’
Kalaycıoğlu, muhalefet partilerinin anayasa değişikliği konusundaki tavırlarının kritik olduğunu belirterek, bu tartışmalara katılmamaları gerektiğini vurguladı. Kalaycıoğlu, “Muhalefet partilerinin bu tartışmaları gündemine almaması gerekiyor,” diyerek muhalefetin bu süreçte anayasa değişikliği tartışmalarından uzak durmasının demokrasiyi korumak açısından hayati önem taşıdığını söyledi.
Mevcut iktidarın anayasa değişikliği talebinin, demokrasiye zarar verecek bir düzenleme olduğunu ifade eden Kalaycıoğlu, “Demokrasiyi sonlandırmak istemiyorlarsa ve demokrasiyi sonlandırırsa Türkiye’de muhalefet kalmaz,” dedi.
‘YSK kendini TBMM yerine koyup karar aldı’
Seçimlerin güvenirliğinin azaldığını, bunun demokratik sistemin sağlıklı işleyişi önünde büyük bir engel oluşturduğunu ifade eden Kalaycıoğlu, “Türkiye’de seçimlerin dürüstlüğü fevkalade azalmış durumda” diyerek bu konudaki endişelerini dile getirdi.
Seçimlerin tarafsızlık içinde yürütülmesi gerektiğini vurgulayan Kalaycıoğlu, İçişleri ve Adalet bakanlıkları tarafsızlığını kaybettiğini öne sürdü.
“2018 öncesinde İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanları seçim kampanyası sırasında görevden ayrılıyordu, tarafsız kişiler getiriliyordu. Bunlar kalktı. Şimdi gayet taraflı kişiler tarafından seçim süreci düzenleniyor ve yönetiliyor. Onun için bu seçimlerin aynı zamanda dürüstlüğü tartışılmakta.”
Kalaycıoğlu, Türkiye’deki seçim güvenliği konusundaki şüphelere değindi. Özellikle Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) 2023 seçimlerinde aldığı karar eleştirerek, YSK’nın hukuki temele dayanmayan bir kararla Erdoğan’ın adaylığını onayladığını savundu.
2023’te YSK’nın anayasa çerçevesinde bulunmayan bir karar aldığını savunan Kalaycıoğlu, “2023’teki seçimleri YSK bu [Erdoğan’ın] ikinci seçimidir diye yorumladı. Niye? Çünkü meclisle beraber daha önce seçilmemişmiş. Şimdi ikinci defa meclisle beraber aynı zamanda seçilecekmiş. Bu dolayısıyla ikinci sayılır. Nerede yazıyor bu? Hangi anayasa maddesinde? YSK kendisini halk yerine veya Büyük Millet Meclisi yerine koyup anayasayı değiştirmiş durumda” yorumunu yaptı.
Bu kararların Türkiye’nin hukuki çerçeveden uzaklaşmasına neden olduğunu belirten Kalaycıoğlu, “Türkiye, hukuk devletinden sapmış durumda. Hukukun üstünlüğünden uzaklaşmış olduğu için bu durumlar yaşanıyor,” dedi.
Kalaycıoğlu, bu koşullarda yapılan seçimlerin demokratik şeffaflık ve güvenilirlikten yoksun olduğunu belirterek, seçimlerin güvenilirliğini sağlamak için seçim süreçlerinde bağımsız bir denetim mekanizmasının olması gerektiğine dikkat çekti. Bu bağlamda, demokrasinin sağlıklı işlemesi adına seçim sürecinde tarafsız kurumların önemine vurgu yaptı.