Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Genel Koordinatörü ve Siyaset Araştırmaları Direktörü Doç. Dr. Nebi MİŞ, “Çözüm Arayışı ve Terörle Mücadele” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Terör örgütü PKK’nın Kazan saldırısının ardından da Suriye’nin Kuzeyi ve Kuzey Irak’taki terör hedefleri vurulmaya devam ediyor. Önümüzdeki dönemde de terörle mücadelenin daha kapsamlı ve çok yönlü yürütüleceğini öngörmek zor değil.
Terörün sonlandırılmasında silahlı mücadelenin yanında, terörü besleyen, destekleyen, terör unsurlarının örgütten kopmasını engelleyen süreçlerin de önemi biliniyor.
Türkiye’de sınır içinde terörün eylem kapasitesinin neredeyse bitirilmesinde ve teröre katılımın sonlandırılmasında, teröre karşı güvenlikçi yaklaşımın yanında, demokratikleşme, özgürlükler ve haklar bağlamında atılan devrim niteliğindeki adımların da etkisi büyük.
Son 22 yıllık AK Parti iktidarında, demokratikleşme, özgürlükler ve haklar bağlamında bile çok önemli adımlar atıldı. Buna rağmen, terör örgütü ve uzun siyasi uzantısı partiler sanki bu konularda hiç bir şey yapılmamış algısını oluşturdular.
Teröre gerekçe uydurmak için “Kürt sorunu”nun devam ettiğini söylediler. Ancak özellikle Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak yürütülen süreçte atılan demokratikleşme adımlarını etkisizleştirmenin yollarını aradılar. “Kürt sorunu” diyerek terör sorununu perdelemeye çalıştılar.
Teröre destek vererek, “barış”tan bahsettiler. Cumhur İttifakı’nın terörle mücadele politikalarını, Kürtlere karşıtlık algısı üzerinden istismar ettiler. Doğu ve Güneydoğu’da AK Parti seçimlerde oy oranlarını korumasına rağmen, AK Parti’nin bölgede desteğini kaybettiğini söylediler. MHP ile kurulan ittifakın buna yol açtığı manipülasyonuna başvurdular.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin terör sorunu ile Kürt kökenli vatandaşların haklarının eşitlenmesinin yanlışlığına vurgusunu bile mecrasından saptırdılar. Bahçeli’yi Kürtlere karşıymış gibi bir yere konumlandırdılar.
Bahçeli bir önceki gün, Ziya Gökalp’a atıfla şu cümleyi kurdu: ‘Türk ile Kürtlerin birbirini sevmesi hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.” Aslında Bahçeli benzer cümleleri, bu keskinlikte olmasa bile, daha önce bir çok kez kurmuştu.
Devlet Bahçeli’nin son dönem açıklamalarının bir bağlamı var. Terörü sonlandırmak için üretilecek “çözümün” karşısında sanki partisi ve kendisinin varmış gibi oluşturulmaya çalışılan algıyı yıkmak istiyor.
Risk alarak, söylemi en üst yerden kurarak PKK ve onun siyasi uzantısı DEM partililere bir çağrı yapıyor. Terör örgütünün lağvedilmesi karşılığında terör elebaşı Öcalan için “umut hakkı”nın bile konuşulabileceğini söylüyor.
Bahçeli’nin açıklamalarında DEM ve terör örgütü elebaşı Öcalan’a yönelik çağrılarında “DEM’in terörle arasına mesafe koyarak Türkiye partisi olması” ve “Öcalan’ın PKK’yı lağvettiğini açıklaması” şartları var.
Bu bağlamda Devlet Bahçeli, bir taraftan durduğu yeri bu “şartları” koyarak tahkim ederken, diğer taraftan çözümün önündeki gerçek engelin kim olduğunu da göstermeye çalışıyor.
Kurduğu cümlelerin tümü birlikte değerlendirildiğinde de, DEM partililerin çözüm konusunda kendi iradelerinin olmadığının kısa sürede görüleceği gibi bir yaklaşımı da içeriyor.
Yine söylemi yüksekten kurarak samimi olduğunu gösterirken, aynı zamanda karşı tarafın da sorumluluktan kaçmasının maliyetinin ne anlama geleceğini de ortaya koymuş oluyor.
Terörsüz Türkiye hedefine yönelik atılan adımlar değerli. Ancak, siyasetin, sahanın, konjonktürün, bölgesel ve küresel dinamiklerin de bu yeni yaklaşımda belirleyici olacağını bilmek gerekir.