- il enerji kaynaklarından uzaklaştırılması;
- sanayinin karbonsuzlaştırılması;
- diğer küresel sera gazlarının, bilhassa metan gazının, azaltılması, karayollarının karbonsuzlaştırılması ve etkisiz fosil enerji kaynağı desteklerinin sonlandırılması.
Bildirideki bir diğer önemli nokta yoğun tartışmalara sahne olan COP28’de BAE’nin başkanlığında hazırlanan sonuç metninde yer alan “adil ve kapsayıcı geçiş” ifadesinin yer almasıdır. BAE’nin dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olması, gelirlerinin büyük ölçüde petrol satışlarına bağlı olması, birincil enerji tüketiminin ve elektrik üretiminin çok büyük bir kısmını petrol ve doğalgazdan karşılaması ve dönem başkanlığını ülkenin enerji bakanı ve aynı zamanda milli petrol şirketi ADNOC’un CEO’su olan Sultan Ahmed Al-Jaber’in üstlenmesi iklim değişikliği ile mücadele çabalarına ters düştüğü şeklinde yorumlanmıştı. Al-Jaber’in hidrokarbon üreticisi şirket ve ülkeleri destekleyerek uzun zamandır beklenen fosil yakıt tüketiminin tamamen sonlandırılması (phase-out) yönünde karar alınmasına engel olacağı düşünülmekteydi. Konferans boyunca az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çağrılarına da kulak veren komite fosil yakıt tüketiminin tamamen durdurulmasından ziyade aşamalı olarak azaltılması (phase-down) kararı almış, bunun “adil ve kapsayıcı dönüşüm” için bir zorunluluk olduğu vurgulamıştı.
G7 ülkelerinin enerji, iklim ve çevre bakanlarının aynı ifadeyi kullanmaları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çağrılarını dikkate aldıklarına işaret etmektedir. Zira her ne kadar Paris İklim Anlaşması iklim değişikliği ile mücadele konusunda tüm ülkelere sorumluluk yüklese de Anlaşma’nın temelini oluşturan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) gelişmiş ülkelere daha fazla sorumluluk yüklemekte, emisyon azaltımını bu ülkeler için şart koşmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ise ekonomik büyüme ve kalkınma yolunda emisyon salma haklarının olduğu kabul edildi.
Dünya genelinde nükleer enerjiden en fazla yararlanan ülkeler olan G7 ülkeleri görüşmede nükleer enerji ve geleceğin teknolojisi olarak nitelendirilen füzyon enerjisini de gündemine aldı. Nükleer enerji ilk kez COP28’de küresel iklim değişikliği ile mücadele çabalarının bir parçası olarak görülmüş ve nükleer enerjisiz enerji geçişinin mümkün olamayacağı ifade edilmişti. ABD, Fransa, Kanada ve Japonya gibi uzunca bir süredir nükleer enerjiden elektrik üreten ülkeler yüzyılın ortasına dek net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için küresel nükleer enerji kurulu gücünün 3 katına çıkarmayı hedeflemektedir.
Küresel enerji güvenliğinin geliştirilmesi için kritik madenlerin, nadir toprak elementlerinin ve ham maddelerin öneminin de vurgulandığı bildiride G7 ülkeleri özellikle Afrika, Latin Amerika, Güney Asya gibi bölgelerde de tedarik zincirlerinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Bahse konu kaynaklara sahip ülkelerde yerli üretimin teşvik edilmesinin önemli olduğu belirtilirken bunun için de jeopolitik risklerin önüne geçilmesi, geniş, dayanıklı ve şeffaf piyasaların oluşturulabilmesi için grubun öncülüğünde uluslararası iş birlikleri geliştirilmesi gerektiği belirtildi.
Enerji güvenliğinin temini için doğalgazın önemli olduğu ifadesi bildiride dikkat çeken bir diğer husustur. Bir önceki yıla kıyasla G7 ülkelerinin Rus gazına olan bağımlılığın azaltılması konusunda önemli bir ilerleme kat ettiği, bunun enerji tasarrufunun artırılması ve gaz talebinin azaltılması ile mümkün kılındığı belirtildi. Ukrayna halkına verilen desteğin sürdürülmesi için Rus enerji kaynaklarından uzaklaşmanın devam ettirilmesi ve Rusya’nın küresel enerji piyasalarını manipüle etmesinin engellenmesi gerektiği belirtilirken bilhassa doğalgaz konusunda güvenliğin sağlanabilmesi için LNG ticaretinin ve yatırımlarının önem arz ettiği vurgulandı.
Grup tüm bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için hem kendi içinde hem de üçüncü ülkelerle iş birliklerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi gerektiği üzerinde durmaktadır. Az gelişmiş ülkelerin, bilhassa Afrika ülkelerinin, enerji geçişinde ihtiyaç duyduğu desteğin sağlanması için politikaların güçlendirilmesi, bölgesel ve küresel çabaların desteklenmesi, uluslararası finansal sistemin bu çabalara karşılık verecek şekilde dizayn edilmesi gerektiği belirtildi. Küresel iklim değişikliği ile mücadele gündeminde resmi bir şekilde yer almaya başlayan “kayıp ve zarar” fonu, kırılgan ülkelerin yatırım ihtiyacı yine ele alınan konular arasındadır.
BildiriNasıl Değerlendirilmeli?
Bilindiği üzere G7, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinin yer aldığı ülkeler grubudur (ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada). 2035 yılına dek kömürden elektrik üretmeyi sonlandırma kararı alan ülkelerin 2022 yılında elektrik üretimlerinin kaynak bazlı dağılımı incelendiğinde kömürün payının sırasıyla yüzde 20; yüzde 36; yüzde 1,5; yüzde 0,6; yüzde 5,4; yüzde 31 ve yüzde 4,5 olduğu görülmektedir. Buna göre bu kararı uygulamada Almanya, Japonya ve ABD’nin en çok zorlanacak ülkeler olacağı görülmektedir. ABD’nin en büyük doğalgaz üreticisi, Almanya’nın Avrupa’daki en büyük yenilenebilir enerji yatırımcısı, Japonya’nın ise en büyük LNG ithalatçısı olduğu bir ortamda kömüre bu denli bağımlı olmaları dikkat çekici iken gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerden kömür kullanımını sonlandırmalarını beklemeleri adil ve gerçekçi değildir.
Bunun yanında nükleer enerjiden çıkma kararı alan Almanya’nın ve nükleer enerjiden elektrik üretmeyi 1990 yılında sonlandıran İtalya’nın küresel nükleer enerji kurulu gücünü 3 kat artırma kararına imza atması, nükleer enerjisiz bir geçişin mümkün olmadığını ispat etmesi açısından oldukça önemlidir. Elektrik üretimi esnasında hiçbir sera gazı salımına neden olmayan nükleer enerji, genel anlamıyla enerji arzında çeşitliliğin sağlanması açısından da önem arz ederken bugün Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda ülkede projelendirilmeye devam etmektedir.
Son olarak iklim finansmanı konusundaki taahhütlere şüpheyle yaklaşılması gerektiği her yıl toplanan COP’larda görüldüğü üzere verilen sözlerin hala net bir zeminde karşılık bulamamasından anlaşılmaktadır. Finansmanın adil bir şekilde pay edilmediği, ülkelerin gereksinimlerine göre önceliklerin farklılaşmasına karşılık ağırlıklı olarak emisyon azaltımına ve elektrik üretimine kaynak aktarılması hala çok sayıda ülke tarafından eleştirilmektedir. Bu durum Türkiye’nin de aralarında yer aldığı gelişmekte olan ülkeler veya az gelişmiş ülkelerin iklim taahhütlerini yerine getirirken ulusal şartlarını göz önünde bulundurarak küresel çabalara katkı sağlamaları gerektiğine işaret etmektedir.
***
Yazar hakkında
Büşra Zeynep Özdemir
Araştırmacı
2013’te İzmir Ekonomi Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği Bölümü’nde lisans eğitimini tamamlayan Özdemir 2016’da aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Sürdürülebilir Enerji alanında yüksek lisans derecesini “European Energy Union: A Further Step ahead or Reorganization?” isimli tez çalışması ile almıştır. Doktora eğitimine Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler programında devam eden Özdemir Ocak 2017’den bu yana SETA’da çalışmaktadır.