Taraflar birbirini test ediyor… İsrail ile Hizbullah arasında ‘ateş dansı’
Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmalar, Gazze Şeridi’nde Hamas ile İsrail arasındaki çatışmaların duraksamasıyla eş zamanlı olarak, 24 Kasım’da başlayan ve yaklaşık bir hafta süren ateşkesin yanı sıra bombardımanın değişen yoğunluğu ile operasyonel taktiklerin, silahların ve menzillerin farklılığı arasında çeşitli dönüşümlere tanık oldu.
UHA / İnternational News Agency
Dünyaca ünlü günlük Arapça gazetesi Şarkul Avsat’dan konuk yazar Ali el-Kasifi“Taraflar birbirini test ediyor… İsrail ile Hizbullah arasında ‘ateş dansı’” başlıklı yazısında, ancak Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 13 Şubat Salı günü yaptığı konuşma, savaş bağlamında yeni bir dönüm noktasını temsil ettiğini yazıyor.
Ancak Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 13 Şubat Salı günü yaptığı konuşma, savaş bağlamında yeni bir dönüm noktasını temsil ediyor. Tel Aviv, ‘baskı yapmak ve Batılı heyetlerle iletilen azami İsrail taleplerini kabul ettirmek’ amacıyla Hizbullah’a yönelik operasyonları tırmandırmaya yönelik büyük bir arzu duyuyor. Öte yandan Netanyahu hükümeti, kuzeydeki yerleşimcilerin evlerine dönmesi konusunda iç baskının ağırlığı altında. Bu noktalar çerçevesinde Nasrallah’ın konuşması, İsrail’in kuzey cephesine yaklaşımında meydana gelen değişiklikleri ortaya koyuyor.
Bu nedenle Nasrallah’ın konuşmasının sadece içeriği değil, iç içe oldukları için zamanlaması da dikkate alınmalı. İçerik açısından 13 Şubat konuşması, Nasrallah’ın savaşın başlangıcından bu yana yaptığı tüm konuşmalarla karşılaştırıldığında en yüksek düzeyde gerilime tanık oldu. İsrail tarafından savaşın genişletilmesinin, Hizbullah tarafından genişletilmesiyle karşılaşacağını vurguladı. Aynı şekilde Nasrallah, Tel Aviv ile Hizbullah arasında bir anlaşmaya varılması yönünde kendisine yapılan tüm uluslararası önerileri de reddederek, Lübnan hükümetini 1701 sayılı kararda değişiklik yapılarak, Batılı arabulucularla müzakerelerinde katı olmaya çağırdı. Bu tavır, bu karara uyulması çağrısı yapan müttefiki Meclis Başkanı Nebih Berri’nin tutumuyla çelişiyor. Berri, son olarak Fransa’nın önerisi olan uluslararası arabuluculuk tekliflerinden sapmaya yanıt olarak bu karara uyulması yönünde çağrıda bulunmuştu.
Dolayısıyla Nasrallah’ın Gazze ve Lübnan cepheleri arasında bağlantı olduğunu dile getirmesi bu kez farklı bir anlam kazanıyor. Çünkü bu, Hizbullah’ın İsrail’in gerilimine karşılık gelen bir gerilimle karşılık verme konusunda daha fazla istekli olduğunu gösteriyor. Yani Nasrallah gerilimi tırmandırarak Tel Aviv’e Hizbullah’ın çatışmaları genişletmekten korkmadığını ve ‘topyekün savaş’ senaryosu da dahil tüm senaryolara hazır olduğunu göstermeyi amaçlıyor.
“Hizbullah’ın ateşkes müzakerelerine paralel olarak gerilimi tırmandırmaya istekli olduğunu ifade etmesi, İsrail’e ‘Gazze’deki ateşkesin Lübnan- İsrail sınırında da ateşkesi içerecek’ şekilde önceki ateşkes senaryosunu tekrarlaması yönünde baskı yapmayı amaçlıyor.”
Ancak Nasrallah’ın konuşmasının içeriğini ‘İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki savaşındaki ana gelişmeyle’ ilişkilendirmeden anlamak doğru değil. Hizbullah ve arkasındaki İran, özellikle İsrail’in, Hamas’a ciddi bir askeri meydan okumayı temsil eden Refah’a saldırı tehdidi ortasında Gazze’de mümkün olan en kısa sürede ateşkes sağlanmasını istiyor ve bu baskı, Hamas’ın yeteneklerini daha da zayıflatma tehlikesi taşıyor. Öte yandan Filistinli sivil kayıplarının çok yüksek olması nedeniyle İsrail’in aleyhine dönen dünya kamuoyuna meydan okuma açısından İsrail de risklerle karşı karşıya. Yerinden edilmiş Filistinlilerle dolu olan Refah’ta geniş çaplı bir saldırı başlatılırsa bu sayının çılgınca rakamlara ulaşması muhtemel. Irak’taki Şii grupların ABD’ye bağlı et-Tanf üssündeki ‘Kule 22’ye saldırmasının ardından Washington’la sürtüşmeleri çok tehlikeli bir aşamaya ulaşması sonrasında ateşkes aynı zamanda, İran’ın nefes almasına ve bölgesel kartlarını yeniden düzenlemesine de olanak tanıyor.
Hizbullah’ın ateşkes müzakerelerine paralel olarak gerilimi tırmandırmaya istekli olduğunu ifade etmesi, İsrail’e ‘Gazze’deki ateşkesin Lübnan- İsrail sınırında da ateşkesi içerecek’ şekilde önceki ateşkes senaryosunu tekrarlaması yönünde baskı yapmayı amaçlıyor. Bu, İsrail’in ‘Gazze Şeridi’ndeki herhangi bir ateşkesin kuzey cephesine kadar uzanmayacağı’ yönündeki iddiasına aykırı. Aksine böyle bir ateşkes, İsrail ordusunun Hizbullah’la çatışmaya daha fazla odaklanmasına olanak tanıyacak.
Dolayısıyla Nasrallah’ın son zamanlardaki gerilimi tırmandırması çifte hedef taşıyor; Bir yandan Gazze’de ateşkes sağlanamamasının Lübnan- İsrail sınırındaki cepheyi yakacağı gerekçesiyle Hamas’la müzakereler bağlamında İsrail’e baskı yapmak istiyor. Bu, özellikle de Nasrallah’ın, kuzeydeki mevcut yerinden edilmiş insan sayısı olan 100 bini değil, 2 milyon İsrailliyi barınaklara sığınmaya zorlama tehdidiyle birlikte, şu anda Hizbullah’ın elindeki en güçlü kart olan kuzeyli yerleşimciler meselesinin Netanyahu hükümeti üzerinde bir baskı unsuru olmaya devam ettiği anlamına geliyor. Diğer açıdan Nasrallah, Gazze’de ateşkes anlaşmasına varılması halinde Tel Aviv’i Gazze ve Lübnan cephelerini ayırma düşüncesinden caydırmak istiyor. Bu, İsrail’in Gazze Şeridi’nde ateşkes sağlandıktan sonra Lübnan’a yönelik saldırısını genişletmesi halinde yüksek bir bedel ödeyeceğinin sinyalini veriyor. Buna paralel olarak Nasrallah, tehditlerinin tavanını yükselterek uluslararası arabuluculara kendi azami şartlarına uymaları yönünde baskı yapmayı amaçlıyor.
“Hizbullah’ın Safed’e saldırısı, İsrail’in tansiyonu artırmasına karşılık olarak çatışmayı tırmandırma ve yeni niteliksel silahlar kullanma isteğini yansıtıyor.”
Öte yandan Nasrallah ve arkasındaki İran, Hamas’la yeni bir anlaşmayı kabul etmesi için İsrail’e daha fazla baskı uygulamak ve aynı zamanda onu Lübnan’a geniş çaplı bir saldırı başlatmaktan caydırmak amacıyla savaşı genişletmek istemeyen ABD’ye baskı yapmak istiyor. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan da geçtiğimiz günlerde Beyrut’a yaptığı ziyarette, İsrail’e siyasi ve askeri destek sağlamaya devam ederek savaşın devam etmesinden ABD ve İngiltere’yi sorumlu tuttuğu yönündeki açıklamasıyla bunu ima etti. Bu sözler, daha sonra Hizbullah parlamento bloğunun başkanı Milletvekili Muhammed Raad ve ardından bizzat Nasrallah tarafından 16 Şubat Cuma günkü konuşmasında tekrarlandı. Nasrallah, “Dökülen her damla kan ABD yönetiminin sorumluluğundadır” dedi.
Nasrallah’ın salı günü sözlü savaşını, yaklaşık bir buçuk saat sonra Hizbullah’ın, İsrail’in kuzeyinde sınırdan 15 kilometre uzaktaki Safed’e kadar çeşitli bölgeleri bombalayan saha gerilimi takip etti. Saldırıda İsrailli 1 kadın asker öldü, 7 asker de yaralandı. Hizbullah’ın saldırısında İsrail Demir Kubbesi tarafından durdurulamayan hassas füzeler kullanıldı. İsrael Hayom gazetesinin haberine göre ordu, yakın zamanda Hizbullah’ın elindeki roket güdümlü el bombaları ve hassas füze tehdidinin büyük bir kısmını etkisiz hale getirebilecek yeni füze önleme sistemlerini kullanacak. Ancak daha da önemlisi, Hizbullah’ın Safed’e saldırısı, savaşı genişletmeyecek olsa bile, İsrail’in herhangi bir gerilimine yanıt olarak çatışmanın tırmandırılabileceğini ve yeni niteliksel silahlar kullanılabileceğini yansıtıyor. Bu durum, Nasrallah’ın dünkü konuşmasında “Hizbullah, Kiryat Şmona’dan Eilat’a kadar hedefleri vurmasına imkân veren füzelere sahip” ifadeleriyle de doğrulandı.
“Hizbullah ile İsrail arasında son dönemdeki gerilimin artması, her birinin diğerine karşı gerilimi yükseltmeye istekli olup olmadığı konusunda karşılıklı bir testti.”
Tel Aviv’in Hizbullah’ın bu saldırısına tepkisi gecikmedi. Bu tepki, aynı zamanda İsrail’in kuzey cephesindeki askeri operasyonları artırma konusundaki istekliliğini de yansıtıyordu. Öyle ki İsrail’in çarşamba günü başlayan saldırıları, güney Lübnan’daki birçok bölgeyi kapsadı ve 25 kilometre derinliğe ulaştı. Saldırılar, perşembe günü itibarıyla aralarında Rıdvan Gücü lideri Ali Debs’in de bulunduğu 7 Hizbullah savaşçısının ölmesine, ayrıca Debs’in iki kişiyle birlikte kaldığı binaya düzenlenen saldırı sonucunda aynı aileden 7 sivilin ölmesine yol açtı. Daha sonra Hizbullah, dün 2 savaşçısının öldüğünü açıkladı. Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri liderliğindeki Emel Hareketi de perşembe gecesi gerçekleşen İsrail bombardımanı sonucu 3 sivilin yanı sıra 3 savaşçısının öldüğünü açıkladı. Hiç şüphe yok ki, siviller arasındaki yüksek ölü sayısı, Genel Sekreteri savaşın başında ‘sivil-sivil’ denklemini kuran Hizbullah üzerinde ek bir baskı unsuru oluşturuyor. Nasrallah’ın dün yaptığı konuşmada ‘İsrail’in, sivillerin kanının bedelini mevziilerle değil, kanla ödeyeceğini’ söylemesi, iki taraf arasında gerilimin daha da artacağına işaret ediyor.
Ancak iki taraf arasındaki bu gerilim, çatışmalarda niteliksel bir artışa sahne olmasına rağmen belirlenen sınırların dışına çıkmadı. Öyle ki bazı İsrail medya organları, İsrail ordusunun Hizbullah’a karşı geniş çaplı bir saldırı başlatmak için bahane beklediğini belirtiyordu. Dolayısıyla Hizbullah ile İsrail arasında son dönemde gerilimin tırmanması, her birinin diğerine karşı gerilimi artırmaya istekli olup olmadığı konusunda aralarında karşılıklı bir testti. Yani bu durum, her iki tarafın da kapsamlı bir savaştan kaçındığını ve diğer tarafın buna yönelik inisiyatif almasını engelleyen caydırıcılık denklemleri kurmaya çalıştığını bir kez daha teyit etti.
Öte yandan İsrail, Hizbullah kadrolarına yönelik suikastlarını sürdürüyor. Bu durum ise Hizbullah’ı gerek kadrolarını koruma, gerekse onları hedef alan suikastlara Tel Aviv’i saldırılarını sürdürmekten caydıracak şekilde karşılık verme açısından kendisini şu ana kadar başa çıkamayacağı zor ve karmaşık bir duruma sokuyor.
Son olarak Emel Hareketi’nin bir haftadan fazla bir süre önce çatışma hattına girmesi ve çok sayıda savaşçısının öldüğünü açıklaması, askeri açıdan değil, güney Lübnan’daki sahnede yeni bir gelişmeyi temsil ediyor. Öyle ki Emel, Nasrallah’ın son konuşmasında da görüldüğü üzere, Emel’in savaşa katılmasının güneydeki Şii kesimini birleştirdiği göz önüne alındığında, hedef kitlesini harekete geçirme girişiminde Hizbullah’la bir araya gelme açısından kendi ifadeleriyle yeteneklerinin sınırlarını açıkladı. Bu, şu ana kadar pek muhtemel olmasa da, Hizbullah’ın belki de topyekûn bir savaşa yol açacak tansiyonu yükseltme senaryolarıyla yüzleşmesi için siyasi ve sahasal bir gerekliliği temsil ediyor. Ancak kesin olan şu ki Hizbullah, artık gerilimi tırmandırmak zorunda kaldı. Bu, Nasrallah’ın dünkü “İki seçeneğimiz var: Direnmek ya da teslim olmak; ilki daha az maliyetli…” açıklamasıyla da doğrulandı.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.