Bu işin ekonomik tarafı, bir de yayıncılık tarafı
İttifak Gazetesi köşe yazarı Ekrem Ergüder, “Televizyon sahibi olmak” başlıklı bir yazı kale aldı.
Bazen medya sitelerinde okuyorum, büyük umutlarla yayına başlayan bir televizyon sessiz sedasız yayın hayatına son vermiş. Çalışanları da işsiz kalmışlar. Gerçekten çok üzülüyorum.
Medyaya yatırım yapan girişimciler, büyük beklentilerle bu işe girişiyorlar. İktisadi üretim yapılan sektörlerde, başlangıçta belli bir sermaye ile yatırım yapılır, üretim için gereken işletme maliyetleri de bellidir. Üretimde kullanılan girdilerin maliyetini, işletme giderlerini ve beklenen tahmini kârı hesaplayarak önünüzü görürsünüz. En fazla dövize ve ithalata bağlı girdileriniz varsa onların maliyetinin belirsizliğini yaşarsınız. Televizyonda durum biraz farklı. İşletme giderleri sabit olsa da, üretimde kullanılacak muhtelif girdilerin maliyeti sürekli değişiklik gösterir. İşletme kârı dediğimiz kazanç ise sektörel şartlar dolayısıyla tam bir belirsizlik arz edecektir.
Kısacası sektörün yabancısı olan yatırımcı için sektörel şartların öngörülemezliği yüksektir ve kâr etmek de oldukça zordur. Reklam ve sponsorluklar zaten sektörde daha önceden var olan çok sayıdaki kuruluşlar arasında paylaşılmıştır ve yeni bir yayıncı kuruluşun kendisine alan açması kolay olmayacaktır.
Soru şu; madem sektördeki reklam pastası paylaşılmış ve şirketlerin payına çok cüzi paylar düşmektedir, bu kadar çok sayıdaki medya kuruluşu nasıl ayakta kalıp yayın hayatına devam etmektedir? İşin önemli noktası da burası. Televizyonların çoğu zarar etmekteler. Patronlarının başka sektörlerdeki diğer işlerinden kazandıkları para ile finanse edilirler. Kendi masraflarının karşılayabilen televizyon çok azdır. Çünkü yayın ve yapım işleri çok harcama yapmayı gerektirir, tabiri caizse televizyon para yiyen bir makinedir.
Bu işin ekonomik tarafı, bir de yayıncılık tarafı var.
Medyaya otuz yılını vermiş bir emekçi olarak, sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim. Televizyona yatırım yapan girişimciler, asıl patronun seyirci olduğunu unutuyorlar. Belli bir sermaye ayırmak, masraf etmek elbette önemli. Ama sürdürülebilir bir yayıncılık için çok daha fazlası gerekiyor. Hedef kitlenin beğenisine ve tercihlerine uygun kalitede üretim yapmak ve bu üretimi daimi bir düzene oturtmak önemli. Sözünü ettiğim kavramları tesadüfen seçilmiş sanmayın.
Sürdürülebilirlik, yayıncılık, hedef kitle, üretim, teknik ve içerik kalitesi, beğeni… Bütün bunlar bu iş kolunda yatırım yaparken sermaye sahibinin riske ettiği öz sermayeden farklı şeyler. Seyirci dediğimiz elinde kumandası ile tercihte bulunan kitlenin karşısına giderken, üretim sırasında yanınızda bulundurmanız gereken temel unsurlardan bahsediyorum. Birisi eksik olduğunda ya da hatalı kullanıldığında işler sarpa sarmaya başlıyor. Hata payını en aza indirmek de ancak bu alanda yetişmiş, deneyimli insan unsuruyla mümkün.
Yayıncılığın kâğıda yazılmış detaylı kuralları olmayınca bu sektöre yatırım yapanların işi de zorlaşıyor. Çünkü patronların çoğunluğu sektör içerisinde yetişmiş insanlar değiller. Gerçi olması da gerekmiyor, ama işin asıl risk oluşturan tarafı, sektörde yetişmiş insanlarla çalışmanın öneminin farkında da değiller. İşin bir kötü tarafı daha, sektörde kimlerin deneyimli, kimlerin içi boş balon olduğunu da bilmiyorlar. Medya, heveslisi bol, iş bilmezi ve işi bildiğini zannedeni de çok olan bir sektördür. Televizyon izleyince kendisini televizyoncu oldum zanneden ve iş talep eden insanları çok gördük çevremizde.
Üstelik televizyon, alt branşları da ayrı meslekler olan bir iş koludur. Sesçilik, ışıkçılık, kameramanlık, montaj/kurguculuk, yapımcılık, yönetmenlik, teknik yönetmenlik, muhabirlik, habercilik, spikerlik, asistanlık, makyözlük, televizyon dekoratörlüğü, televizyon yöneticiliği vb. hepsi ama hepsi birer ayrı meslektir. Bütün bu işleri, fazla maaş vermemek için, teknik liseden ya da üniversiteden yeni mezun stajyer seviyesindeki gençlerle yapmaya kalkışırsanız televizyonun bir kaç ay sonra kapanması talimatını kendiniz vermiş olursunuz. Yatırdığınız tüm para da çöpe gider.
Sektöre yeni girenlerin yaptıkları hatalardan birisi de sadece ekranda gözüken kişilerin bu işi iyi bildiklerini zannetmektir. Oysa ekrandaki kişiler, kamera karşısındaki bu işlerini çok iyi yapıyor olsalar da, kamera arkasındaki işlerle ilgilenmezler bile. Çünkü işlerinin gereği bu değildir. Yayın öncesi makyajlarının iyi yapılıp yapılmadığıyla, kendilerine verilen metinlerin doğruluğuyla, yayın sırasında konuğa soracağı sorularla ilgilenirler. Elbette yaptıkları iş önemlidir ve başarıları direkt olarak izlenme oranlarını etkiler. Ama mesela, yayından sonra kendisini eve bırakacak aracın zamanında gelip gelmemesiyle, müessesede işlerin doğru düzgün yürüyüp yürümediği konusunda fikir sahibi olurlar. Oysa işin üretime yönelik alt yapısını oluşturan koskoca bir ekip vardır. Kamera önündekilerin bu ekiplerde görev aldığı da olur, ama yine de diğer branşlardaki işler ayrı meslektir, detaylarıyla ilgilenmezler bile.
Hiç unutmadığım bir anımdır; yeni kurulan bir kanalın program müdürü olarak görev almam için bir arkadaşım tarafından tavsiye edilmişim, görüşmeye çağırıldım. Beni kanal sahibinin işi bildiğini zannettiği bir elemanı karşıladı. Görüşmeye başlarken kendimi tanıtmamı istedi ve ardından sordu; kanalımıza hangi ünlüleri getirebileceksiniz? Hiç birisini dedim, şaşırdı. Yeni kurulmuş, sizinki gibi mütevazı bir kanala ünlüler neden hemen gelsin ki? Ancak onlarla belli bir ücret karşılığında anlaşırsanız gelirler. Bana gelince, size şu ünlüyü getiririm diye söz veremem, ama bir ünlünün davet edildiğinde çekinmeden gelebileceği kaliteli işler yaparak kanalı profesyonel bir hale getirebilirim dedim. İşe alınmadım tabii. Kısa süre sonra kanal açıldı ve acaba hangi ünlüleri getirmişler diye bir kaç kez yayınlarını izledim. Bitişiklerindeki türkü barda çalışan bir iki ses sanatçısından başka “ünlü” göremedim. Bir kaç ay sonra da kanal kapandı zaten. Bir başka mütevazı kanalda da kendisini televizyonculuğun duayeni olarak tanıtan birisinin, patrona Hollywood’da film çekimlerinde kullanılan son derece pahalı teknik donanımları satın aldırdığını, ödemelerinin yapılmasından hemen sonra istifa edip gittiğini öğrendim. Patron hala neden gittiğini anlamamıştı. İşin üzücü tarafı, kanal hedef kitlesi ve bütçesi gereği, satın alınan son derece gelişmiş bu donanım ve teçhizatı iki kişinin oturup sohbet ettiği bir kaç programdan başka yerde kullanamıyordu. Kısa süre sonra o kanal da el değiştirdi.
Böyle çok kapanan, el değiştiren televizyon kanalı gördüm. Çoğu yatırımcı, televizyon işinin ciddiyetini, yayıncılığın başka türlü bir iş olduğunu, yoğun harcama gerektiren yönünü hayal bile edemeden bu işe girişiyor, sonradan pişman oluyor. Açık söyleyeyim, ben onlara üzülmüyorum, çünkü kendi hataları. Ama işe alıp çalıştırdıkları ve aniden işsiz kalan emekçiler için gerçekten çok üzülüyorum.
Umarım artık bilinçli kişiler bu işlere girişirler ve çalışanlara hüzün yaşatmazlar.