CHP’nin din sorunu
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Aydın Ünal, ‘CHP’nin din sorunu’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Aydın Ünal yazısında, 1945 yılında çok partili hayata geçişle birlikte CHP halkla irtibat kurmak zorunda kaldığını ve iktisadi sorunların ötesinde, katı laiklik uygulamasının halkın hemen tamamını isyan noktasına getirdiğini ve nihayet fark edebildiğini hatırlatarak, “Yeni kurulan partiler de bu anlamda halk için bir umut olmuştu. CHP için yolun sonu görünüyordu” dedi.
18 Kasım 1947’de başlayan CHP’nin 7. Kurultayı’nda katı laiklik uygulamalarının ilk kez masaya yatırıldığını ve cesaretle tartışıldığını ifade eden Ünal, “CHP içinde bir grup laiklik uygulamalarındaki en küçük bir yumuşamanın Kemalist devrimlere yönelik tehdit ve irtica anlamı taşıyacağını savunuyordu. Gaziantep Mebusu Cemil Sait Barlas Kurultay’daki konuşmasında “Türk milletinin son bekası ne dinde ne imandadır” diyordu. Behçet Kemal Çağlar ise din için “Biz bu kara taassubun bir kene gibi milletin dimağına ve tefekkürüne yapışmasına son vermek için laikliği almışız” ifadelerini kullanıyordu” ifade etti.
Laikliğin yumuşatılmasını savunan cephedeki Hamdullah Suphi Tanrıöver ise Anadolu’da köylülerin “Eğer bize imam hatip vermezseniz ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz” dediğini aktarıyordu. Seyhan Mebusu Sinan Tekelioğlu’nun “Anaya, babaya, büyüğe itaat kalmadı. Allah nedir deyince Allah’ın ne olduğu bilinmiyor” sözleri CHP 7. Kurultayı’nda ayakta alkışlanmıştı.” diyen Ünal, şunları söyledi:
“CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Kurultay sonrası açıklamasında “Demokraside kör inadın, kör taassubun yeri olamaz. Laisizm prensibi mahfuz kalmak üzere moral ihtiyaçlara cevap verecek duruma bir an evvel gelmek memlekette geniş bir ferahlık ve sempati havası estirecektir” diyerek ikinci cephenin yanında yer almıştı.
CHP evet sorunu fark etmişti; laiklik adı altında millete yapılan ağır zulmün sandık yoluyla büyük patlamaya dönüşeceğini görüyordu ama belki parti içindeki laik yobazlar, belki de meseleyi tam olarak anlayamamış olmaktan dolayı milleti ikna edecek adımları atamadı.
İnönü ve arkadaşları vatandaşın maruz kaldığı zulmü kabullenemiyor, muhalefet partilerinin dini istismar ettiklerini zannediyorlardı. Çareyi de çok yanlış biçimde din istismarında bulmuşlardı.
14 Mayıs 1950 seçimlerine CHP, Şemsettin Günaltay Başbakanlığında gitme kararı aldı. Şemsettin Günaltay İslam düşüncesi ve tarihi üzerine çalışmış bir akademisyendi. Sıkı medrese eğitiminden geçmişti. Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad gibi dergilerde makaleler yazmıştı. Ancak CHP içinde tutunmasını sağlayan, akademik çevrelerde karşılığı olmasa da, din üzerine modernist ve reformist görüşleriydi”.
Günaltay’ın kendisinden beklendiği üzere 14 Mayıs seçimleri öncesinde bazı reformlar yaptığını dile getiren Yeni Şafak Gazetesi yazarı Aydın Ünal, “İmam-Hatip kursları (sonradan Demokrat Parti döneminde okul yapıldılar) Günaltay zamanında açıldı. İlkokulların 4 ve 5. sınıflarına din dersi seçmeli olarak konuldu. Cumhuriyet döneminin ilk İlahiyat Fakültesi de Ankara Üniversitesi’nde yine Şemsettin Günaltay Hükümeti tarafından açıldı. Türbelerin ziyarete açılması da bu dönemde oldu. Ezanın aslına döndürülmesi çalışmalarını da Günaltay başlatmıştı ama hükümetinin ömrü vefa etmedi, ezanı aslına Demokrat Parti döndürdü” dedi.
Aydın Ünal, CHP’li Başbakan Şemsettin Günaltay’ın bu adımları atarken yobaz laik cephenin hop oturup hop kalktığını, Mehmet Ali Aybar’ın İnönü’nün “halk kitlelerinin şuurlanmasını geciktirmek için tekmil irtica kuvvetlerini seferber ettiğini” söylediğini ve bu ifadelerinden dolayı 3 ay hapis cezası aldığını hatırlattı.
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Aydın Ünal ‘CHP’nin din sorunu’ başlıklı, şöyle devam etti:
“CHP içinde katı laiklik cephesinde olmakla birlikte meselenin özünü görenler de vardı. Nihat Erim, “Günaltay’ın din adamı olarak tanınması bizim için istifadeli oldu. Çünkü esasında Günaltay inkılapçılığı benimsemiştir. İç yüzü bu olunca dıştan dindar gösterilmesi memleketin dindar ve muhafazakâr zümresi – ki hâlâ büyük kütleyi teşkil ediyor- üzerinde lehimize tesir yaratıyor” demişti.
Günaltay’ın, 1991 yılında Özal kaldırıncaya kadar dindarlar üzerinde kâbus olacak meşhur 163. Madde’yi getirmesi katı laik cepheyi rahatlatmak içindi.
Ne var ki CHP ve Günaltay istediklerini elde edemediler. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti CHP’yi bir daha oradan çıkamayacak şekilde sandığa gömdü.
Üstelik Günaltay ne yobaz laiklere ne de halka yaranabilmişti. Şair Orhan Veli Kanık, “Okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam-hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar. Hiçbiri, hiçbiri kâr etmedi. Zavallı Halk Partisi!” yazacaktı.”
Bu son derece başarısız tecrübenin ardından CHP’nin, 2014 yılında bir kez daha “Günaltay formülünü” deneyerek Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Recep Tayyip Erdoğan karşısında Cumhurbaşkanı adayı yaptığını ve sonucun yine hezimet olduğuna dikkat çeken Aydın Ünal, 14 Mayıs 2023 seçimlerine giderken CHP’nin bir kez daha “din” kozunu kullandığını ve bu sefer dozun daha da artırılmış durumda olduğunu belirterek, yazısını şöyle noktalıyor:
“Başörtülü adaylar, iftar sofraları, dua sahneleri vs… Bu sefer CHP içindeki katı laik kesim de (başarısızlık durumunda hesabını çok sert sorma hakları mahfuz olmak üzere) gelişmeleri suskun izliyor.
Ne var ki CHP din meselesini hâlâ tam olarak anlayabilmiş değil. Dindar ya da dindarlara saygı duyan siyaset ile din istismarcısı siyaset arasında çok bariz bir fark vardır ve halk, o berrak zihniyle, kimin dindar kimin din istismarcısı olduğunu çok kolay fark eder.
İsmet İnönü, dine ilişkin özgürlük taleplerini 1947’de “muhalefetin sinsi silahı” olarak nitelendirmişti. Aradan geçen onca yıla, yenilgiye ve başarısızlığa rağmen CHP bu yanlış tespitten bir adım bile geriye gidemedi.
CHP din istismarını bırakıp din gerçeğiyle yüzleşmediği müddetçe çabaları beyhudedir. Yakın zamanda da CHP içindeki katı, yobaz laik cephe bu yüzleşmeye izin verecek gibi görünmüyor.