Rapor: “Erdoğan geçmiş dönemdeki sağ liderler gibi mühendis olmamasına rağmen kalkınma noktasında Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarına imza attı”…
Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Arş. Görevlisi Yunus ŞAHBAZ, bağımsız, tarafsız düşünce ve yayın kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı için ‘DP’den Ak Parti’ye sağ kalkınmacılık!’ başlıklı bir raporun ikinci bölüne dünden kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Kaldı ki sağ siyasetçilerin mühendis kökenli olmaları ile kalkınmacılık arasında kurulan ilişki Adnan Menderes özelinde açığa düşmektedir. Ayrıca böyle bir ilişkinin en önemli zaafı hem sağ siyasete hem de Türkiye siyasetine damgasını vurmuş Recep Tayyip Erdoğan örneğinde de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Erdoğan geçmiş dönemdeki sağ liderler gibi mühendis olmamasına rağmen kalkınma noktasında Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarına imza atmıştır.
Bir anlamda seksen yılda yapılmayanı son yirmi yılda yapmış bir hareketin lideridir. Bu tür bir analizin diğer bir zaafı da seçmen davranışını ve sosyolojisini ıskalamasıdır. Yani meseleye yönetenler ve onların eğitim veya kültür düzeyleri açısından yaklaşılmakta ancak seçmen tarafından bu tarz bir siyasetin kabul görme biçimi üzerinde durulmamaktadır.
Sağ kalkınmacılığın sadece sağ seçmen değil toplumun bütün katmanları tarafından büyük oranda kabul gördüğünü teslim ve tespit etmek gerekmektedir. Seçmenlerin bu parti ve liderlerine teveccühünün birçok sebebinden söz edilebilir ancak kalkınma ve yatırım kısmını ıskalamak ve siyasete biçilen bu misyonun seçmen nezdindeki kabulünü görmemek meseleyi eksik değerlendirmeye sebebiyet vermektedir.
Siyasetin bir hizmet ve imar faaliyeti olarak ele alınmasının ortaya çıkardığı en önemli faktör ölçülebilirlik meselesinin öne çıkmasıdır. Siyaset daha çok yapılan yol, köprü ve barajların, açılan hastanelerin ve dağıtılan kitapların anlatısına dönüştüğünde bunların halkın gündeminde doğrudan bir karşılık bulmaması düşünülemez. İnsanların gündelik hayatını kolaylaştıran bu yatırımlar somuttur, hissedilir ve sonuçları yakından müşahede edilebilir.
Böylelikle bu kalemler üzerinden bir siyasi anlatı inşa etmek seçmen nezdinde çoğunlukla itibar görmüştür. Kalkınma ve yatırım hamlelerinin diğer bir önemli özelliği de istikrarlı ve sürekli olması gerektiğidir. Şayet belirli bir dönem yoğunlaşan hizmet siyaseti bir
sonraki dönemde akamete uğrarsa bu kaçınılmaz olarak katmerlenmiş bir şekilde yeni ihtiyaçlar doğuracaktır.
Türkiye’de özellikle 1980’lerde siyasi ve toplumsal anlamda hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşanırken sosyal hareketlilik artmış ve şehirleşme oranı da yükselmiştir. Ancak özellikle ANAP’ın tek başına iktidarının sona erdiği 1991’den itibaren ülke tekrar koalisyonlarla yönetilmeye başlanmıştır.
Kaldı ki sağ siyasetçilerin mühendis kökenli olmaları ile kalkınmacılık arasında kurulan ilişki Adnan Menderes özelinde açığa düşmektedir. Ayrıca böyle bir ilişkinin en önemli zaafı hem sağ siyasete hem de Türkiye siyasetine damgasını vurmuş Recep Tayyip Erdoğan örneğinde de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Erdoğan geçmiş dönemdeki sağ liderler gibi mühendis olmamasına rağmen kalkınma noktasında Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımlarına imza atmıştır.
Bir anlamda seksen yılda yapılmayanı son yirmi yılda yapmış bir hareketin lideridir. Bu tür bir analizin diğer bir zaafı da seçmen davranışını ve sosyolojisini ıskalamasıdır. Yani meseleye yönetenler ve onların eğitim veya kültür düzeyleri açısından yaklaşılmakta ancak seçmen tarafından bu tarz bir siyasetin kabul görme biçimi üzerinde durulmamaktadır.
Sağ kalkınmacılığın sadece sağ seçmen değil toplumun bütün katmanları tarafından büyük oranda kabul gördüğünü teslim ve tespit etmek gerekmektedir. Seçmenlerin bu parti ve liderlerine teveccühünün birçok sebebinden söz edilebilir ancak kalkınma ve yatırım kısmını ıskalamak ve siyasete biçilen bu misyonun seçmen nezdindeki kabulünü görmemek meseleyi eksik değerlendirmeye sebebiyet vermektedir.
Siyasetin bir hizmet ve imar faaliyeti olarak ele alınmasının ortaya çıkardığı en önemli faktör ölçülebilirlik meselesinin öne çıkmasıdır. Siyaset daha çok yapılan yol, köprü ve barajların, açılan hastanelerin ve dağıtılan kitapların anlatısına dönüştüğünde bunların halkın gündeminde doğrudan bir karşılık bulmaması düşünülemez. İnsanların gündelik hayatını kolaylaştıran bu yatırımlar somuttur, hissedilir ve sonuçları yakından müşahede edilebilir.
Böylelikle bu kalemler üzerinden bir siyasi anlatı inşa etmek seçmen nezdinde çoğunlukla itibar görmüştür. Kalkınma ve yatırım hamlelerinin diğer bir önemli özelliği de istikrarlı ve sürekli olması gerektiğidir. Şayet belirli bir dönem yoğunlaşan hizmet siyaseti bir
sonraki dönemde akamete uğrarsa bu kaçınılmaz olarak katmerlenmiş bir şekilde yeni ihtiyaçlar doğuracaktır.
Türkiye’de özellikle 1980’lerde siyasi ve toplumsal anlamda hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşanırken sosyal hareketlilik artmış ve şehirleşme oranı da yükselmiştir. Ancak özellikle ANAP’ın tek başına iktidarının sona erdiği 1991’den itibaren ülke tekrar koalisyonlarla yönetilmeye başlanmıştır.
Bu tarihten itibaren 2000’lere kadar geçen sürede kalkınma ve yatırım hamlelerinde gözle görülür bir düşüş olduğunu kaydetmek gerekir. Siyasi istikrar faktörünün ne derece önemli olduğunun çok iyi görülebildiği bu dönemde, ülke kısa süreli ve yıpratıcı koalisyon hükümetlerine duçar kaldığı için istenen ve olması gereken hizmetlerin çoğu sekteye uğramıştır.
Yine bu dönemin Soğuk Savaş’ın bittiği, teknolojik ve bilişim anlamında büyük ilerlemelerin kaydedildiği yıllar olduğunu da unutmamak gerekir. Türkiye bu yıllarda dünyadaki değişim ve dönüşüme ayak uydurmak bir tarafa ihtiyaç duyduğu birçok altyapı yatırımını bile yapamadığından kalkınmasını tamamlayamamış bir ülke hüviyetinde kalmıştır.
Bu anlamda Türkiye siyasetinde 1990’ların “kayıp yıllar” olarak anılmasını da hatırda tutmak gerekir. Toplumdaki sosyolojik talepler ya görülememiş ya da görülmek istenmemiş; dini ve etnik temelli taleplerle çevreden merkeze gelmeye çalışan kitleler baskıcı ve yıldırıcı politikalarla dizginlenmeye çalışılmıştır.
1990’larda Süleyman Demirel gibi sağ siyasetçiler de kalkınmacı ve halkın ihtiyaçlarını önceleyen siyaset anlayışlarından ricat ederek merkezi, askeri ve bürokratik vesayetçi elitlerle müesses nizamın koruyuculuğuna soyunmuştur. Bir anlamda devlet ricali askeri ve bürokratik kanatlarıyla topluma karşı “devlet”i savunan bir pozisyona geçmiştir.
Bu nedenle toplumun ihtiyaçları ve öncelikleri yerine devlete hakim olmasını istedikleri ideolojik ve zihni kalıpların savunuculuğunu yapmaya ve bunları topluma dikte etmeye çalışmıştır. 28 Şubat süreci ve Meclise giren başörtülü vekile dönemin başbakanının “haddini bildirin” çağrıları bu dönemin haletiruhiyesini izhar eden en belirgin göstergeler olmuştur.
Birçok veçhesi olmakla birlikte 28 Şubat süreci toplumu tepeden inme bir şekilde, belirli ideolojik kalıplar içerisinde dönüştürme siyasetinin son büyük fakat başarısız bir hamlesidir. Bu siyaset çerçevesinde temel amaç Türkiye toplumunu arzu edilen, sosyolojiyle uyumlu olup olmadığına bakılmaksızın birtakım değerler çerçevesinde dönüştürmeye çalışmaktır.
Eğitim sistemi buna göre revize edilmiş, devlet içinde belirli zümrelerin yükselmesinin önü kesilmiş ve aleni bir şekilde toplumun
temel değer yargıları hor ve hakir görülerek “çağ dışı” ilan edilmiştir. Böylesi bir siyasi iklimde siyasi önceliklerin bu çerçevede şekillendiği bir vasatta elbette kalkınma ve yatırım konusunda adımlar atılmamıştır. Nitekim Türkiye 2000’lere girerken yaşadığı ağır ekonomik krizlerin de etkisiyle ulusal ve uluslararası düzlemde ihtiyaç duyduğu kalkınma hamlelerini tamamlayamamıştır. (devam edecek-Kalkınmada öncü alanlar)
Yunus ŞAHBAZ
***
Yazar hakkında
Yunus ŞAHBAZ,2014’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’den mezun olmuştur. 2017’de Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamlamıştır. Kırıkkale Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak görev yapan Şahbaz “Türk Düşüncesinde Aydın Sorunsalı: Bir Erol Güngör Çözümlemesi” başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Akademik görevlerinin yanı sıra Muhafazakar Düşünce dergisinin genel yayın yönetmenliğini deruhte etmektedir. Akıntıya Karşı Bir Aydın: Erol Güngör ve Vahdettin Işık’la beraber editörlüğünü üstlendiği Said Halim Paşa: Geleneğin Muhafızı, Değişimin Faili isimlerinde kitapları vardır. Çok sayıda ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri ve çeşitli süreli yayınlarda yazıları bulunmaktadır.
Temel çalışma alanları Türk siyasal hayatı, Türk düşüncesi, Türk sağı, Türkiye’de milliyetçilik ve
muhafazakarlıktır.
[UHA Haber Ajansı, 17 Aralık 2022]