Hazar’ın Değişen Jeopolitiği ve Trans-Hazar Koridoru: “Fırsatlar-Tehditler İkileminde Nasıl Bir Ortak Gelecek”
Küresel bazda yaşanan çok boyutlu krizler, tüm dünya açısından çok boyutlu yeni tehdit ve riskleri de beraberinde getirmeye başlamış durumda. Doğrudan savaşın yanında dolaylı savaş yöntemleri ve uygulamaları (daha somut ifadeyle vekaleten ve hibrid savaşlar), ülkeler açısından sosyo-iktisadi sorunların ötesinde, bunların yol açacağı siyasi depremlerle birlikte uluslararası sistemde büyük bir kaosa; dolayısıyla da önü alınamadığı takdirde tüm insanlık açısından büyük bir yıkıma işaret ediyor. Zira, enerji güvenliği ile kendisini gösteren krizler, beraberinde gıda ve sağlık olmak üzere çok daha farklı güvenlik sorunlarını da gündeme taşımaktadır.
Bu bağlamda lojistik ve koridorlar/güzergâhlar mevzusu, yeni uluslararası sistemin inşa sürecinde tüm aktörler açısından çok daha büyük bir önem arz etmeye başlamış durumdadır. Bundan ötürü düne kadar “kenar kuşak” ağırlıklı güç inşa etme-gücü sürdürme anlayışının yerini doğrudan doğruya koridorları/güzergahları hedef alan yeni bir stratejiye bırakması söz konusudur. Nitekim, son dönemde kenar kuşak ülkeleri dahil, kuzey-güney, doğu-batı güzergâhlarında kilit konuma sahip olan ülkelerde doğrudan ya da dolaylı müdahalelere şahit olmaktayız.
Bu müdahalelerin bir sonucu olarak mevcut ya da potansiyel (hatta proje halindeki) birçok koridorun ve güzergâhın hedef alındığını, güvenli olmadığını, maliyetlerinin her geçen gün arttığını görmekteyiz. Söz konusu güzergâhlardaki artan belirsizlik ve devam eden krizler mevcut koridorların yükünü arttırırken, bu koridorlara bağımlı olan ülkeler açısından da ciddi lojistik sorunlara yol açmaktadır. Bu da tüm dünyada en başta enflasyon olmak üzere, ülkelerin iktisadi-ticari bazlı sosyal-siyasal dengelerini derinden sarsmaktadır.
Dolayısıyla tüm dünya açısından sadece transport bağlamında değil, enerji güvenliği noktasında da ihtiyaçlara daha az maliyetle, daha hızlı şekilde cevap verecek, güvenli ve kısa mesafeli yeni alternatiflere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyacı duyanların başında da hiç kuşkusuz bahsettiğimiz bu hususların her ikisinden de büyük ölçüde mahrum olan Avrupa ülkeleri geliyor. Avrupa’nın bu arayışında sadece Rusya-Ukrayna’nın savaş boyutuyla kendi ülkeleri üzerinde yol açtığı doğrudan sonuçların değil, aynı zamanda ABD vb. aktörlerin bu savaşı/krizi her açıdan bir fırsata dönüştürmesinin de etkilerini peşinen burada belirtmek gerekiyor.
Enerji-Lojistik Güvenliğinde Arz ve Güzergâh Olarak Trans-Hazar
Uluslararası ortamda yaşanan bu ani değişimler ve her geçen gün artan belirsizliklerden dolayı başta Avrupa olmak üzere tüm dünya açısından güvenilir “kaynak/arz” ve “güzergâh/koridor” noktası olarak Trans-Hazar’ın ön plana çıkması bir tesadüf olarak nitelendirilemez. Düne kadar bu bölgeyi göz ardı eden Avrupa’nın son dönemde buraya artan ilgisinin altında da bu çok boyutlu güvenlik arayışı yatıyor. Zira yukarıda kısmen değinildiği üzere, özellikle Avrasya coğrafyasında yaşanan son gelişmeler, sadece söz konusu bölge açısından değil, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın geri kalan kısımları açısından da büyük bir önem arz ediyor.
Diğer taraftan Trans-Hazar’a artan bu “jeopolitik ilgi”nin beraberinde ne tür sonuçlar getireceği ise hiç kuşkusuz bölge devletlerinin burada ortaya koyacağı ortak duruşa bağlı. Bilindiği üzere Hazar, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sonrası ortaya çıkan yeni jeopolitikte son yıllara kadar “çözümsüzlüğün adreslerinden” biri olarak ön plana çıkmaktaydı. Son yıllarda bölge devletlerinin önemli bir kısmının aralarındaki ihtilafları barışçıl bir şekilde “dostluk anlayışı” zemininde çözmeleri, hiç kuşkusuz sadece kıyıdaş ülkeler açısından değil, Trans-Hazar açısından da yeni bir sürece işaret etmektedir. Zira “kriz yorgunu” bölge ülkeleri yeni sorunlar değil, işbirlikleri istemektedir ve bunu da kazan-kazan anlayışı çerçevesinde başta yakın çevreleri olmak üzere, tüm dünyanın menfaatine olacak şekilde gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler.
Hazar Ülkeleri “Yersiz-Suni Sorunlar” İstemiyor
Bölge devletleri, artık şunun çok net bir şekilde farkındadır: Günümüz gerçekliğinde güzergâh ve koridorlar enerji-transit taşımacılık bağlamında sadece iktisadi-ticari boyutta değil; bölgesel güvenlik, istikrar ve dolayısıyla da ortak kalkınma-refah ve kültür alanlarının inşası/geliştirilmesi noktasında da büyük bir öneme sahiptir. Nitekim üye devletlerin gerek ikili gerekse de çoklu anlaşmalar yoluyla Çin’den başlayıp Avrupa’ya uzanan Trans-Hazar Koridoru’na; yani Orta Ulaştırma Koridoru’na yönelik işbirliği arayışlarının arttığı gözlemlenmektedir. Zira bölgenin kendisi kadar, başta Çin ve hatta Pakistan-Hindistan ikilisinin de merkezde yer aldığı Güney Asya açısından bu koridor büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Her iki ülkenin Trans-Afgan üzerinden Trans-Hazar’a yönelik artan ilgilerinin altında da bu husus yatmaktadır.
Bölge devletlerinin farkında olduğu bir başka husus da şudur: Hazar’da var olan sorunların büyük ölçüde çözüme kavuşturulduğu bir ortamda bir takım suni ve yersiz hususlar üzerinden Hazar’da yeni “çözümsüz sorun alanları/konuları” oluşturma girişimi hiçbir şekilde iyi niyet olarak kabul edilemez. Bu bağlamda örneğin Hazar’dan geçirilecek boru hatlarının Hazar’da bir ekolojik soruna yol açacağı iddiası, açıkçası mevcut bilim-teknoloji ve uygulamalarla dalga geçmekle, onları göz ardı etmekle eşdeğerdir. Zira Hazar bu konuda bir ilk uygulama alanı olmayacaktır. Bugüne kadar Karadeniz (Mavi Akım ve Türk Akımı) ve Baltıklar (Kuzey Akım-1 ve Kuzey Akım-2) başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde denizin altından geçirilen ve geçirilme noktasında proje aşamasında olan boru hatları söz konusudur ve bugüne kadar ekolojik bir sorunun adresleri de olmamışlardır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, geçmişten günümüze emperyalist bir anlayışın sonucu olarak karşımıza çıkan “Kaynak Savaşları”nın günümüzde “Koridor/Güzergâh Savaşları” ile birlikte daha geniş coğrafyalarda derinleşme eğilimi gösterdiğini, bu bağlamda güç mücadelesinin yeni adreslerinden biri olarak Hazar bölgesinin söz konusu emperyal güçler açısından bir potansiyel kriz alanı olarak ve hedef olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Bu noktada “Hazar Havzası Devletleri” açısından önlerinde çok bir seçenek bulunmamaktadır. Ya işbirliği sürecine hep birlikte dahil olacaklar ve bunu hızlandıracaklar ya da bunun dışında kalacaklardır. Aksi takdirde bölge dışı aktörlerin olası krize müdahil olmalarıyla birlikte, “Hazar Sorununun uluslararasılaşması” ve bundan ötürü bölgenin çok daha büyük kaosa sürüklenmesi gibi bir tablo ortaya çıkar ki, açıkçası bu husus hiçbir bölge devletinin arzı etmeyeceği bir gelişme olacaktır ve kati surette menfaatlerine değildir.
Dolayısıyla Hazar menşeli çözüm sürecinin hızlandırılması, bu noktada başta kıyıdaş ülkeler olmak üzere, havza ülkeleri arasında Trans-Hazar Koridoru’na, yani Orta Ulaştırma Koridoru’na yönelik yapıcı işbirliği anlayışının çok boyutlu olarak geliştirilmesi-güçlendirilmesi ve bir an önce bu koridorun işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir. Bölgede bu bağlamda kendisini gösteren “güçlü iradeyi” engellemeye yönelik birtakım çalışmaların, arayışların da bir sonuç vermeyeceğini, söz konusu aktör (ya da aktörlerin) artık anlaması gerekmektedir. Bunun somut örnekleri yakın zamanda da görülmüştür. Bundan ötürü, bir kez daha ifade etmek gerekirse, Hazar’da çözümsüzlük noktasında ısrar eden aktör bu yeni süreçte, değişen jeopolitikte yalnız kalmaya mahkumdur. Dolayısıyla Trans-Hazar Koridoru bağlamında aktörler ya bu işbirliği sürecine dahil olacaklar ya da bunun dışında kalmanın kayıpları ile yüzleşeceklerdir. Zira bölge çözümsüzlük yorgunudur ve “çözümsüzlük çözümdür” anlayışını kökten reddetmektedir.
Prof. Dr. M.Seyfettin EROL & ANKASAM
[UHA Haber Ajansı, 21 Kasım 2022]